Büyükada davası bugün başlıyor: 'Ne ben ne de diğer arkadaşlarım casus değiliz'

Büyükada davası bugün başlıyor: 'Ne ben ne de diğer arkadaşlarım casus değiliz'

Kamuoyunda Büyükada davası olarak bilinen 11 insan hakları savunucusunun yargılanacağı dava bugün İstanbul Çağlayan Adliyesi'nde görülmeye başlanıyor.

İddianamede, sanıkların "silahlı terör örgütlerine yardım etme" ve "silahlı terör örgütüne üye olma" suçlamalarıyla 10 ila 15 yıl hapisleri isteniyor.

Yargı önüne çıkacak olan insan hakları savunucuları arasında Uluslararası Af Örgütü'nün Türkiye direktörü İdil Eser, örgütün Türkiye şubesinin yönetim kurulu başkanı Taner Kılıç, Alman vatandaşı Peter Staudtner ve İsveç vatandaşı Ali Gharavi'nin yanı sıra şu isimler var:

Tüm bu dokuz sanık gözaltına alınmalarından bu yana tutuklu bulunuyor. Eşit Haklar İzleme Derneği'den Nejat Taştan ve Hak İnisiyatifi'nden Şeyhmus Özbekli ise 13 günlük gözaltı süresinin ardından tahliye edilmişlerdi.

Büyükada davası sanıkları, 5 Temmuz 2017'de Büyükada'daki bir otelde travma/stresle baş etmek ve veri güvenliği üzerine yaptıkları bir atölye çalışması sırasında gözaltına alınmışlardı.

Savcılık makamı tarafından hazırlanan iddianamede, şüpheliler arasına 6 Haziran 2017'de gözaltına alınan ve halen tutuklu bulunan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç da eklenmişti.

Taner Kılıç, diğer 10 sanıktan farklı olarak "silahlı terör örgütüne üye olma" suçlamasıyla yargılanan tek isim.

İddianamede, sanıklar "Gezi Parkı olayları benzeri şiddet içeren ve toplumda kaos oluşturacak olaylar" planlamakla suçlanıyor.

Davanın ilk duruşması öncesinde görüştüğümüz Nejat Taştan, "Bizim toplantımızda ne Adalet Yürüyüşü ne de Gezi Parkı eylemleriyle ilgili hiçbir kelime konuşulmadı. Bu biz gözaltına alındıktan sonra hükümete yakın gazetelerin öne sürdüğü bir iddia," diyor.

Söz konusu bazı gazetelerde, toplantının otelin gizli bir bölmesinde yapıldığı ileri sürülmüş, toplantıya katılan aktivistler casusluk faaliyetlerinde bulunmakla da suçlanmıştı.

Nejat Taştan, bu iddiaları da reddediyor:

"Ne ben ne de diğer arkadaşlarım casus değiliz. Biz insan hakları savunucularıyız. Günal akademisyen, Nalan avukat, İdil'in yaptıkları belli, Özlem ortada, ben ortadayım. Hiçbirimizin ajanlıkla, casuslukla en ufak bir ilgisi yok. Bu itham bile bize çok ağır geliyor."

Taştan, diğer dokuz sanık tutuklu yargılanırken kendisinin neden tutuksuz yargılandığını halen anlamadığını da söylüyor:

"Benim açımdan tüm bu sürecin en zor sorusu bu: Ben neden dışarıdayım ve arkadaşlarım neden içeride? Hiçbir şey bilmiyorum. Niye serbestim bilmiyorum. O toplantıyı yapmak eğer suçsa biz de yaptık. Değilse, biz dışarıdaysak o arkadaşlarımızın da dışarıda olması gerekiyor. Ama öyle olmadı maalesef."

Savcılık tarafından hazırlanan iddianamede, sanıklar, açlık grevindeki eğitimciler Nuriye Gülmen ve Semih Özakça'nın salıverilmesi için kampanya yürütmek, göz yaşartıcı gaz satışının yasaklanması çağrısında bulunmak gibi faaliyetleri nedeniyle "terör gruplarıyla" ilişkilendiriliyor.

Nejat Taştan, iddianamenin tutarsızlıkla dolu olduğunu ve kendileri aleyhinde somut kanıtlar öne sürülmediğini de belirtiyor:

"Benim tutuklanmama sevk yazımda yer alan ve iddianameye de girmiş iddialardan biri şu: Ankara'da yaşayan ayrıldığım eşimi telefonunda Bylock yüklü olan birisi aramış. O telefon numarası ne benim adıma kayıtlı, ne benim üzerimde yakalandı. Biz bunu savcıya söyledik, iki mahkemede hakime söyledik, çıktık medyaya söyledik, buna rağmen iddianameye girdi.

"Otelin gizli bir bölmesinde toplantı yaptığımız söyleniyor. Gizli bir toplantı yok ortada. Camekandan yapılmış bir toplantı salonunda, arkada havuza giren insanların olduğu, açık kapısı, bütün telefon ve bilgisayarların açık olduğu yerde gizli toplantı yapmakla suçlanıyoruz."

Büyükada'da söz konusu toplantının yapıldığı otelin içine girmemize izin verilmiyor. Ancak otelin arka bahçesinde yer alan camekan toplantı salonunu çevre binalardan görebiliyoruz.

Uluslararası Af Örgütü'nden yapılan açıklamada da 11 insan hakları savunucusu aleyhindeki iddiaların elle tutulur bir yanı olmadığı ifade ediliyor.

Örgütün Avrupa direktörü John Dalhuisen, "Gözaltına alındıkları andan itibaren, bunun Türkiye'deki eleştirel sesleri susturmaya yönelik siyasi bir kovuşturma olduğu çok açık." diyor.

Örgüt, Taner Kılıç'ın telefonunda Bylock uygulaması olduğu iddialarını da yalanlıyor ve yapılan iki bilirkişi incelemesinde hiçbir Bylock izine rastlanmadığını, bu raporları da mahkemeye sunduklarını belirtiyor.

Af Örgütü'nün Türkiye raportörü Andrew Gardner da örgütün 60 yıllık tarihinde ilk kez bir direktör ve yönetim kurulu başkanlarının aynı anda tutuklu bulunduğuna dikkat çekiyor ve mevcut davanın Türkiye'deki sivil toplum kuruluşları ve insan hakları savunucuları için kritik olduğuna işaret ediyor.

Gardner, "Bu dava 11 kişiye yönelik bir dava değil aslında. Türkiye'de bütün sivil topluma, özellikle insan hakları kuruluşlarına yönelik bir dava. Bir korku yaratmak için başlatılmış bir dava." diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:

"Büyükada toplantısı rutin bir toplantı. Buraya eğitim toplantısı için gelmişler. Gözaltına alınıp üç ay tutuklu kaldılar. Demek ki hepimiz bugün yarın insan hakları savunduğumuz için biz de gözaltına alınabiliriz. Uyduruk suçlamalarla hakkımızda dava açılabilir. Öyle bir gerçek var Türkiye'de."