Karar yazarı Yıldıray Uğur, Büyükada’daki insan hakları örgütleri çalışanları hakkındaki iddianameyle ilgili olarak, " Bir de hepsi insan hakları örgütlerinde çalışan sanıklar cep telefonlarının şifresini söylememişler. Bu da hayatın akışına aykırı bulunmuş iddianamede" dedi.
Uğur'un "Büyükada casusları' deşifre oldu" başlığıyla yayımlanan (9 Ekim 2017) yazısı şöyle:
Tutuklanmaları üzerinden üç aydan fazla geçen Büyükada’daki insan hakları örgütleri çalışanları hakkında nihayet iddianame çıktı.
İddianamenin çıktığı haberini bazı haber televizyonları kırmızılı son dakika şeritleriyle verdiler. O son dakikaların üst bandında şöyle yazıyordu: “Büyükada’daki casuslar toplantısı”
Haberde ise şöyle “11 şüpheli hakkında, "silahlı terör örgütüne üye olma" ve "silahlı terör örgütüne yardım etme" suçlarından 15’er yıl hapis cezası istendi”
Peki casusluk? Casusluk suçları af mı edilmişti acaba?
İddianameye bakalım.
Büyükada soruşturmasıyla ilgili bu köşede yazılmış yazıdan biraz daha uzun, 3 aydır gazetelerde çıkan haberlerden muhakkak çok daha kısa 17 sayfalık bir iddianame var karşımızda.
Suçlamanın yer aldığı 17. sayfadan başlayalım.
Büyükada toplantısına katılan 11 sanık hakkındaki tek suçlama “Silahlı terör örgütlerine yardım”. Büyükada’daki toplantıya katılmayan ama bu iddianameye konan tutuklu Af Örgütü yöneticisi Taner Kılıç içinse suçlama, bylock iddiasıyla silahlı örgüte üyelik.
Yani hiçbiri için casusluk suçlaması yok. Üç aydır süren “Büyükada casusları” haberlerini iddianame topluca tekzip etmiş.
Ayrıca toplantıya katılmayan bir sanık hakkında örgüt üyeliğinden 15 yıl, Büyükada toplantısına katılan sanıklar hakkında sadece yardımdan 5’er yıl istenmekte.
Peki, hangi örgütlere yardım etmişler? Harf sırasına göre; DHKP-C, FETÖ/PDY ve PKK/KCK.
İddianamenin girişindeki paragrafta bu tuhaf yardım şöyle tarif edilmiş:
“toplantıya katılan şüphelilerin cebir, şiddet ve diğer hukuk dışı yöntemleri kullanarak devlet otoritesini baskı altına almayı, zaafa uğratmayı, yönlendirmeyi, alternatif bir otorite olarak ortaya çıkmayı, devlet otoritesini ele geçirmeyi, sonuç olarak demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ni sona erdirerek yerine örgüt lideri Fetullah GÜLEN (GÜLEN)’in kendi doktrinlerine göre saptırılmış şer'i yasaların hakim olduğu teokratik bir devlet kurmayı hedefleyen FETÖ/PDY, amacı ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerini de içine alacak bir şekilde; Suriye, İran ve Irak toprakları üzerinde “Kürdistan” olarak adlandırdıkları bölgede, Marksist -Leninist ilkeler doğrultusunda, sözde bağımsız- birleşik- demokratik bir Kürdistan Devleti kurmak olan PKK/KCK ve amacı amacı mevcut anayasal düzeni silahlı halk ayaklanması ile yıkarak, yerine Marksist-Leninist ilkelere dayalı komünist bir düzen kurmak olan DHKP/C'den ibaret farklı ideolojilere sahip olsalar da Gezi Parkı eylemleri gibi şiddet içeren ve devletimiz Anayasal düzenini tehdit eden olaylarda ve ilerleyen zamanlarda kamuoyunda "17/25 Aralık Soruşturmaları" adıyla bilinen sözde yolsuzluk soruşturması sürecinde stratejik ortaklık yaptıkları aşikar olan terör örgütlerine mensup şahıslarla ve ülkemiz Anayasal düzeni aleyhine faaliyet yürüten kurum ve kuruluşlarla ilişki ve irtibatlarının bulunduğu”
(Konuyla tamamen ilgisiz ama bu paragrafta en ilginç kısım FETÖ’nün “saptırılmış şer'i yasaların hakim olduğu teokratik bir devlet kurmayı hedeflediği” iddiası olabilir. Darbe ve ihanetle suçlandıklarını sanıyorduk, teokratik devlet kurmakla da mı suçlanıyorlar?)
Yakın dönem Türkiye tarihi özeti gibi bir paragraftan sonra yardımı anlatan cümle şu: “terör örgütlerine mensup şahıslarla ve ülkemiz Anayasal düzeni aleyhine faaliyet yürüten kurum ve kuruluşlarla ilişki ve irtibat”. Peki yardım nerede? Çünkü yardım başka birşey, ilişki ve irtibat başka bir şey.
Peki ilişki ve irtibattan kasıt ne?
Tutuklama müzekkeresinde yer alan ve bu köşede çıkan “Büyükada’da aksayan vapur seferleri üzerine” başlıklı yazıda tek tek ele alınan “bylocklu aradı, email geldi, bilgisayarından harita çıktı” gibi deliller bir kere daha iddianamede tekrarlanmış. Lehte de delil toplaması gereken savcılık, bu ‘delillerle’ ilgili bu üç ay içinde ortaya çıkmış gerçekleri dikkate almamış, düzeltme yapma gereği duymamış.
http://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/buyukadada-aksayan-vapur-seferleri-uzerine-4620
Hatta tutuklama müzekkeresinde olmayan, o yazıda da ele alınmamış bazı ek ‘deliller’ de koymuş.
Mesela toplantı için, toplantıdan 15 gün önce kurulan Temmuz Toplantısı whatsapp grubu kayıtları. İddianameye göre bu whatsapp kayıtlarından önem arz edenleri şunlarmış:
“Toplantı için mail attım. Tarihlerle ilgili sorunu olan var mıdır? Sadece eğitim 3-4-5-6 temmuz. 1 ve 7 temmuz eğiticilerin toplantısı. Istanbul ekibine soru – toplantıyı Büyükkada'da yaparsak otelde kalmanızda sorun yok di mi? Yani her gün git gel yapmak yerine”
Tam bir casusluk ve terör örgütlerine yardım toplantısı hazırlığına benziyor! 15 gün önce bile toplantıya kimlerin katılacağı, nerede yapılacağı tam belli değil.
İkinci önem arz eden bölüm herhalde en önem arz eden bölüm olduğundan iddianamede boldlanmış:
“Şimdi ciddi bir sey yazıyorum. Kolaylaştırıcımız Ali'den tercüme ediyorum: İlk ödeviniz - vapura binmeden önce tüm teknolojik aletlerinizi kapatacaksınız. Telefon, laptop, tablet, smart saat vs. Etrafı seyrederek, keyfini cıkararak seyahat ederek otele girinceye kadar açmayacaksınız. Okuyan ok desin ki herkesin gördüğünden emin olalım”
Ali, İsveç vatandaşı, toplantıda stresle baş etme eğitimi verecek Ali Gharavi. Casuslara verilmiş ilk ödev böylece deşifre oldu; Adalara vapurla gelirken telefonlarını kapatıp, etrafı seyret!
Peki ne zamana kadar, esas “casusluk ve teröre yardım toplantısı”nın yapıldığı otele girinceye kadar. El Salvador istihbaratı bile daha iyisini düşünürdü. Ama iddianameye göre bu gizlilik şüphe çekici.
Hem boldlanmış hem de altı çizilmiş yerler de var. Örneğin Büyükada’daki toplantıyla hiçbir ilgisi olmayan, orada konuşulmamış, bir ay önce yapılmış başka bir toplantının Büyükada’daki toplantı katılımcılarından Özlem Dalkıran’a email ile gelmiş notlarındaki bir cümle iddianameye de girmeyi başarmış:
“İş Bankası’nı, Paşabahçe’yi bloke etme. 3 liralık bardak alıp kırıldı diye geri verme gibi eylemler yapabiliriz. Dayanışma ekonomileri çökertici bir şeydir”
Bu korkunç kaos yaratma planlarını yapanlar da referandumda Hayır kampanyası yapmış, “referandum bitti şimdi ne yapacağız” diye toplanmış bir grup canı sıkılan ve bu müthiş eylem fikirlerini bularak devletimizi çökertme planları yapan bir grup solcu.
Bu cümlenin Büyükada toplantısı iddianamesinde ne işi olduğunu anlatma gereği bile duyulmamış iddianamede.
Yine Büyükada’daki toplantıyla hiçbir ilgisi olmayan, aynı katılımcının emailine gelmiş aynı toplantı notundaki şu cümle üzerine yapılan yorum ise dikkat çekici:
“Var olan direnişlerle birlikte mücadele Şu anda hali hazırda süren Nuriye & Semih, Adalet Yürüyüşü, KHK’lar vb. konularda devam eden direnişlere destek sunmak ve birlikte mücadele etmek.”
Şimdi, yine Büyükada’daki toplantıyla ne ilgisi olduğu hakkında hiçbir açıklama yapılamayan bu cümleyle ilgili iddianamedeki yoruma bakalım: “şüphelilerin yakalanması sırasında gerçekleşmekte olan ve düzenleyen kitlece "Adalet" ismiyle isimlendirilen yürüyüşün Gezi Parkı olayları benzeri şiddet içeren ve toplumda kaos oluşturacak olaylara dönüştürülmesinin amaçlandığı açıkça anlaşılmıştır.”
Burada kastedilen hangi adalet yürüyüşü acaba? “Şüphelilerin yakalanması sırasında gerçekleşmekte olan” dediğine göre 4 Temmuz 2017’de yapılıyor olması lazım bu yürüyüşün? Aklınıza gelen o sıralarda yapılan bir Adalet Yürüyüşü var mı? Yok, herhalde 9 temmuzda İstanbul’da biten, ana muhalefet partisi liderinin Adalet Yürüyüşü’nü kastetmiyordur herhalde. Öyle olsa önce o yürüyüşle ilgili bir soruşturma açılırdı değil mi?
Yine iddianamedeki yeni delilerden biri de, hakkında iddianamede “bundan telefon geldi” kabilinde bile hiçbir suçlama olmayan Kadın Koalisyonu koordinatörü İlknur Üstün’ün bilgisayarında bulunmuş “BÜYÜKADA MACERASİ başlıklı bir yazı. Yazının ne olduğunu okuyalım iddianameden; “yazı içeriğinde, toplantının kaç kişiden oluştuğu, otelin ne tür özeliklere sahip olduğu ve imkanlarından bahsedilmiş ve yapılacak olan toplantının konu başlıklarının yazıldığı.”
İlknur Hanım gerçekten çok önemli bilgileri not almış, macera başlıklı yazısında.
İddianamedeki açık bilgi yanlışlarına da iki örnek verip, esas ek delil olarak giren MASAK raporlarına bakalım.
Meşhur dil haritası için “Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında yer alan Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu bölgesinin etimolojik olarak ve ayrıca ayrı bir devlete ait topraklarmış gibi gösterilen haritanın bulunduğu” denmiş. Halbuki o haritada bütün ülkelerin sınırları yerinde duruyor, ve bu net biçimde görülüyor. Harita üzerinde gösterilen dil gruplarının adı da net olarak görülmekte.
İkinci iddia; “şüphelilerin mensup olduğu sivil toplum kuruluşlarına ait internet sitelerinde ve sosyal medya grupları üzerinden yapılan açık kaynak araştırmalarında herkese açık olan paylaşımlar ve duyurular kısımlarda 2017 Temmuz ayı içerisinde İlimiz Adalar bölgesinde yapılması planlanan herhangi bir toplantı çağrısına rastlanılmadığı tespit edilmiştir” Çünkü bu bir iç eğitim semineri. 15 kişilik küçük bir otelin havuza bakan, şeffaf cam, kapısı açık bir salonunda yapılıyor, ama tabii ki herkese açık değil.
Gelelim, ilk kez iddianameye giren MASAK delillerine;
Eski Todays Zaman yazarı Doç. Günal Kurşun, Feza Gazetecilik’ten 2016 yılında 7200 TL almış. Orada yazı yazdığı için olabilir mi? Bir de aynı dernekte çalıştıkları, hakkında FETÖ’den dava olan Orhan Kemal Cengiz’e para göndermiş. Bir de KHK’yla kapatılan bir dernekten 500 TL telif almış.
BM’nin Suriyeli mültecilerle ilgili projelerinde çalışan Veli Acu ise “hakkında birtakım istihbari nitelikte bilgiler bulunan” bir TC vatandaşından 1000 TL almış ve bağış diye 1785 TL göndermiş. Bu şahısa Danimarkalı bir mültecilere destek veren vakıf da para göndermiş. Nitekim Acu bu parayı mültecilerle ilgili yapılan bir hizmet karşılığında gönderdiğini söylemiş.
Özlem Dalkıran ise kapatılan Roboski Derneği’ne 250 TL, kapatılan Rojava Derneği’ne gıda desteği için notuyla 350 TL ve ıraklılar için diye de birine 200 TL göndermiş.
İnsan hakları derneği yöneticisi Nejat Taştan da hakkında FETÖ’den soruşturma yürütülmüş bir kişiye 500 TL göndermiş, borç iade diye de 750 TL almış.
Diğerleri hakkında bu ‘ciddi’ delilleri dahi yok. Bir de hepsi insan hakları örgütlerinde çalışan sanıklar cep telefonlarının şifresini söylememişler. Bu da hayatın akışına aykırı bulunmuş iddianamede.
İşte deliller böyle. Bu delillerle haklarında üç ayrı, birbirine benzemez terör örgütüne yardım suçlaması var. Peki nasıl bu olabiliyor? Bunu da iddianamenin sonundaki çok ilginç içtihattan okuyalım:
“Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25/03/2013 tarih ve 2013/9-32-52 EK sayılı içtihadında da vurgulandığı üzere icra hareketleri bölünüp teşebbüsü mümkün olan silahlı terör örgütüne yardım suçunun oluşumu için failin bilerek ve isteyerek, zorlayıcı etkenlerin baskısı altında kalmadan, özgür iradesiyle eylemde bulunmasının suçun oluşumu için yeterli olduğu, yine suçun oluşabilmesi için kanunda yardım şeklinin sınırlı olarak sayılmadığı, örgütün yaşantısını sürdürmesine yönelik her türlü eylemlerin bu suçun oluşması için yeterli olduğu yalnızca maddi değeri olan şeyleri vermek veya örgüt üyelerini barındırmak gibi eylemlerle değil her şekilde yardım kastıyla yapılan her türlü eylemde suçun oluşacağı, somut olayda da elde olunan ve incelebilen dokümanların içeriği, tanık beyanları, MASAK- ilişki irtibat raporları bir arada değerlendirildiğinde şüpheli Taner Kılıç haricindeki şüphelilerin çoğunun terör örgütleri ve mensuplarıyla olan irtibatları, faaliyet alanları itibariyle sivil toplumu etki güçlerinin bulunmaları, terör örgütlerince benimsenen ve örgütlerin yaşantılarını sürdürmelerine yönelik, faaliyet şekillerin vazgeçilmez bir unsuru olan yöntem ve taktiklere ilişkin devletimizin Anayasal düzeni ve toplum huzurunu hedef alan, ülkemiz aleyhine gerçekleştirilen uluslararası faaliyetlerde taşeronluk görevi üstelendikleri izahtan vareste olan terör örgütlerinin amaçları doğrultusunda yakın geçmişte, 2013 yılı Haziran alında vuku bulan, sivil toplum örgütleri faaliyeti görüntüsü altında organize edilen ve terör örgütlerince desteklenen, şiddet eylemleriyle kamu düzenini tehdit eden Gezi Parkı eylemleri benzeri toplumsal kaosa dönüşecek hareketlenmeler yaratmak amacıyla toplantı düzenlediklerinin anlaşılmasına göre bağlantılı oldukları terör örgütleri lehine faaliyette bulunmak suretiyle yardım kastıyla hareket ettikleri, yabancı uyruklu şüphelilerin de mevcut konumları ve ülkemize dair irtibatları nazara alındığında bu amaç haricinde hareket ettiklerinden bahsedilemeyeceği ve şüphelilerin iştirak iradesiyle üzerlerine atılı Silahlı Terör Örgütlerine (FETÖ/PDY, PKK/KCK ve DHKP/C) Yardım Etme suçunu işledikleri anlaşılmıştır”
“Terör örgütleri lehine faaliyette bulunmak suretiyle yardım kastıyla hareket etmek” Yani terör örgütüne yardım etmek için onunla ille de bir ilişkiniz olmasına gerek yok, onların yaptıklarına benzer amaçlar için hareket ederseniz, bu terör örgütlerine yardım suçuna girebilir. Bu içtihatla terör örgütüne yardım suçu üzerine atılmayacak çok az kişi kalabilir.
Peki aylardır süren casusluk iddiaları? İddianamenin sonunda bir not sadece;
“Şüphelilerle ilgili terör örgütleriyle bağlantıları ve olayın oluş şekline göre işledikleri yönünde şüphe bulunan Terörizmin Finansmanı ve Casusluk suçları yönünden evrak tefrik edilmekle kayıt edilen başka soruşturma evrakı üzerinden soruşturmaya devam edilmekte olup”
Yani hala ortada bir delil yok, şüphe üzerine bakılmaya devam ediliyor, haklarındaki iddianameye ise yetişmedi.
O halde soralım; Üç ay sonra ortaya çıkan bu iddianame, bu türden suçlamalar için, bu kadar insanı aylardır tutuklu tutmaya, Almanya’yla zaten var olan meseleleri büyütmeye, elini zayıflatmaya, dünyanın en büyük insan hakları örgütlerinden birini Türkiye aleyhine kampanya yaptırtmaya değer miydi?
Hangisi adalet sığar kısmını bir tarafa bırakalım, bazıları için artık hiçbir şey ifade etmiyor da bari şöyle soralım; bunun neresi vatanseverlik, neresi ülkesinin iyiliğini düşünmek?