İstanbul Büyükada'da 5 Temmuz tarihinde gözaltına alınan 10 insan hakları aktivistlerinden biri olan ve İnsan Hakları Derneği kurucularından Nejat Taştan, "Silahlı terör örgütüne üye" olmak iddiasıyla tutuklanan 8 aktivistin olduğu operasyonla ilgili konuştu. 8 aktivistin tutuklanması için bir gerekçe olmadığını belirten Taştan "13 gün gözaltında kaldık birbirimize neden böyle bir şey başımıza geldi diye konuştuk" dedi. Operasyon sonrası medyada toplantının gizli olduğu iddiasını da reddeden Taştan "Büyükada’da küçük bir butik otelin arka bahçesindeydik. Bahçedeki havuzun kenarına yapılmış olan toplantı odasının içerisindeydik. İnsanları konuşmaları bize geliyor. Hava sıcak, Kapı açık. Duvar cam ne bilgisi bu kadar açık, bu kadar ortada yani!" diyerek tutuklamalara tepki gösterdi.
Hürriyet'ten Ayşe Arman'a konuşan Nejat Taştan'ın röportajı şöyle:
- Sizi tanıyalım...
Nejat Taştan ben. 53 yaşındayım ve 31 yıldır insan hakları hareketi içerisinde çalışıyorum. Türkiye’deki İnsan Hakları Vakfı’nın kurucu üyelerindenim. İnsan Hakları Derneği’nde yöneticilik yaptım, halen üyesiyim. 2010 yılından beri de kurucusu olduğum Eşit Haklar İçin İzleme Derneği’nin koordinatörlüğünü yapıyorum. Şu anda da bir felaket yaşıyoruz...
- Siz neden dışarıdasınız? Bunun makul, mantıklı bir cevabı var mı?
Yok. Davada gizlilik kararı alınmış durumda. Ama medyaya servis edilen haberlerden öğreniyoruz ki, Büyükada’daki bu toplantıyla ilgili ciddi birtakım ithamlar var. Eğer suç söz konusu toplantıysa, ben de katılımcılarından biriydim...
- O zaman diğer hak savunucularının da içeride olmasının makul, mantıklı bir sebebi yok, öyle mi?
Aynen öyle! Yok eğer bu insanların başka faaliyetleriyle ilgili suçları varsa, o zaman o anda toplantı niye basıldı? Eğer toplantı suç unsuruysa, neden 8 kişi içeride 2 kişi dışarıdayız. Bu soruların hukuki ya da mantıki bir karşılığı yok...
- Tam olarak ne oldu?
Sivil toplum örgütlerinin bu ülkede 30 yıldır yaptığı toplantıların bir benzerini yapmak üzere biz 10 kişi bir araya geldik. Farklı derneklerden arkadaşlar vardı. Kadın meselesi üzerine yoğunlaşan arkadaşlar, ayrımcılık üzerine çalışan arkadaşlar, genel olarak insan hakları teorisi üzerine çalışan arkadaşlar ve mülteci meselesi üzerine çalışan arkadaşlar vardı...
- Peki bu toplantının amacı neydi?
İki temel konu vardı. Bir tanesi dijital güvenlik. Diğeri de insan hakları savunucularının stresle baş etme kapasitelerinin artırılması!
- İyi de neden bastılar toplantıyı?
Valla bilsek... 13 gün gözaltında kaldık. Gözaltının çeşitli aşamalarında hepimizin bir araya geldiği kesişme noktaları da oldu. Neden böyle bir şey başımıza geldi diye biz de konuştuk. Doğrusunu isterseniz, biz bir şey bulamadık. Söyleyebileceğim tek şey, Türkiye’de insan hakları hareketine ve genel olarak sivil topluma bir gözdağı verildi. En vahim olan da şu: “Yasaları filan bırakın, biz istediğimiz zaman sizi alabiliriz, tutuklayabiliriz!” mesajı verildi.
- Toplantı gizli bir odada mı yapıldı?
Büyükada’da küçük bir butik otelin arka bahçesindeydik. O bahçeye binaların balkonlarından bakılabiliyor. Arka bahçede bir tane de havuz var. O havuzun kenarına dört tarafı camdan bir toplantı odası inşa edilmiş. Biz onun içindeydik, arka tarafta insanlar havuza giriyor. Onların konuşmaları bize geliyor. Hava sıcak. Kapı açık. Duvar cam... Ne gizlisi? Bu kadar açık, bu kadar ortada yani!
- Peki katılımcılar sosyal medyada paylaşımlar yapmış! Nasıl casus bunlar? Casusluk iddiası nereden çıkıyor?
Casusluk ve ajanlık vahim suçlamalardan biri. Gerçi bizimle ilgili çok senaryo var. Adalet Yürüyüşü’nün bitiminde yeni bir Gezi kalkışması planlamak mesela. İlk iddia buydu. Sonra ajanlık suçlaması geldi, sonra darbe suçlaması geldi. “Yeni bir darbenin hazırlığı mı yapılıyordu!” gibi. Daha sonra ekonomik kaos geldi. Sonra kaos planı büyüdü. Şanlıurfa’da Atatürk büstüne saldırı ve İstanbul’da şortlu bir kadına saldırıdan sonra bunu da bize bağladılar. Yani gerçekten inanılır gibi değil!
- Bütün bunlar bir noktadan sonra biraz tuhaf kaçmıyor mu? Bu şekilde insanları ikna edebilmek mümkün mü?
Artık öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, “Uzaya yol yapılacak. Devlet yapacak. Kaç şerit olsun?” denildiğinde, bu soruya cevap verenler var. Hakikaten pek çok şey mantık ötesi.
- Siz peki tutuklama bekliyor muydunuz? Yoksa “Bir yanlışlık oldu, salıverecekler!” diye mi düşündünüz?
Biz 13 gün sonra hâkim, savcı karşısına çıktık. Emniyet’te sorulan 5 soru vardı. Aynı sorular tekrar soruldu, hepimiz cevaplarımızı verdik. Hepimiz “Herhalde hâkim serbest bırakacak ve gideceğiz!” diye düşünüyorduk. Avukat arkadaşlar da “Tutuklama beklemiyoruz!” dedi. Fakat tam 13 saat sonra, 10’umuz hakkında tutuklama talep edildi. Tabii şoke olduk.
- Sizce birileri sizi ihbar mı etti?
Evet. Kim olduğunu bilmiyoruz ama bir gizli tanık olduğu söyleniyor. Farklı çevirmenlerle çalıştık. Otel görevlileri bize çay- kahve servisi yaptı filan. Ama o ihbar eden kim, hiçbir fikrimiz yok.
- Peki olan nedir? Sizin üzerinden topluma bir mesaj mı verilmek isteniyor?
Bence öyle. Kim o birileri bilmiyorum ama birileri, “İnsan haklarını savunmak, muhalif sivil toplum örgütü olmanın bedeli budur!” demek istiyor.
- Suçlamalar neler?
Bir örnek vereyim. Günal Kurşun, ceza hukukunda akademik bir kariyeri olan bir arkadaşımız. Çukurova Üniversitesi’nde çalışırken, Adana Emniyeti, İç Güvenlik Yasası çıktıktan sonra üniversiteyi arıyor, “Bu konuda eğitim verecek bir insana ihtiyacımız var!” diyor. Böyle bir talepte bulunuyor. Üniversite de Günal’ı görevlendiriyor. Daha sonra da Adana Emniyet Müdür Yardımcısı Günal’ı arıyor bu eğitimle ilgili olarak. Aradan ne kadar zaman geçiyor bilmiyoruz ama o Emniyet Müdür Yardımcısı, FETÖ örgüt üyeliği ve telefonunda ByLock olması nedeniyle tutuklanıyor. Günal için de deniyor ki, “Seni ByLock’lu biri aramış!”
- Bu yeterli mi yani tutuklanmak için?
Onlara göre evet! Nalan ve Özlem için de iddia şu. “Profesör İştar Gözaydın’da ByLock var. O sizi aramış ve görüşme yapmışsınız!” Oysa, İştar Gözaydın hakkında mahkeme kararı var, ByLock olmadığına dair. İlknur içinse İngiliz Büyükelçiliği’yle “Zor zamanlarda kadın olmak” konulu bir projeyle ilgili olarak yaptığı bir yazışma var. Veli, bir akrabasıyla görüşmüş. Ve Veli Birleşmiş Milletler’de çalışıyor. Onu Birleşmiş Milletler’e iş başvurusunda bulunan birisi aramış, onda da ByLock varmış. Ayrıca bir akrabasıyla görüşmüş, o da daha önce terör örgütü üyeliğinden ceza almış.
- Peki sizin hakkınızdaki suçlama neydi?
Benim kullanmadığım, boşandığım eşime kayıtlı telefonu ByLock yüklü olduğu iddia edilen bir kişinin aramış olması... Böyle gerekçeler. Ben ifademde, “Telefon kayıtlarını çıkarın lütfen. Çünkü boşandığım eşim Ankara’da yaşıyor, ben İstanbul’da yaşıyorum!” dedim. Kayıtları yokmuş dosyada. Hiçbirimiz bu iddialar nedeniyle tutuklanabileceğimizi düşünmedik. Ama 6 arkadaşımızı tutukladılar. 4 kişiyi denetimli serbestlik şartıyla bıraktılar ilk mahkemede. Aradan 3 gün geçti, 2 arkadaşımızı evinden alıp tutukladılar. Gerekçe şu: “Diğer tutuklananlarla aynı durumda oldukları için!” E o zaman onları bırakın, hayır aynı durumda diye İlknur ve Nalan’ı da tutukladılar! Biz iki kişi serbest kaldık. Niye serbest olduğumuzu da bilmiyoruz. Haftada iki gün imza veriyoruz.
- Sizin bu suçlamalara karşı verdiğiniz yanıtlar ne?
Hepimiz kendimizle ilgili iddialara çok açık ve net yanıtlar verdik. Günal, hâkime, “Doğrudur, Emniyet Müdür Yardımcısı beni aramıştır. Ama eğer sizin telefonunuza baksalar, eminim bir sürü ByLock’lu sizi de aramıştır. Karşı tarafta ByLock yüklü olup olmadığını bilemezsiniz ki!” dedi. Tam Cumhuriyet davasındaki perdeci-pideci meselesi bizim davada da var. Bütün suçlamalara çok açık cevap verdik. Hatta, mahkeme öncesinde biz daha gözaltındayken avukatlarımız bu toplantının organizasyonuyla ilgili bizim aramızdaki bütün mail yazışmalarını ve bütün WhatsApp yazışmalarının dökümünün çıktısını alıp İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na teslim ettiler. Toplantıyı yaptığımız yerin fotoğraflarını da çekip dosyaya koydular. “Burada nasıl gizli toplantı yapılır?” diye. Üstelik baskın saatinde tutulan tutanakta, polis, toplantı salonunun kapısının açık olduğunu yazıyor. Bütün bunlar savcılığın elinde var. Biz mahkemeye çıkmadan önce de verildi, hâkimlere de anlatıldı. Ama inanılmaz bir biçimde tutuklamalar çıktı...
- Ve iki aydır hiçbir şey yapılamıyor mu?...
Hayır. Ki bütün itirazları yaptık. Ama nafile. Dahası hakkımızda “ajan”, “hain” gibi suçlamalar içeren yayınların internetten kaldırılması için başvuruda bulundu avukat arkadaşlarımız. Reddettiler ve gerekçeye şunu yazdılar: “Bu insanlar kamuoyu tarafından tanınan insanlardır!” Alakası yok. Kamuoyunda bir tanınmışlığımız yok. Bizleri çarşaf çarşaf basarak hain, ajan diye damgalayarak kamuoyuna tanıtan onlar.