Büyükada'da yapılan insan hakları eğitimi toplantısı sırasında gözaltına alınarak tutuklanan insan hakları savunucuları CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer’e cezaevinde yaşadıklarını anlattılar. Ali Gharavi yaşananlara ilişkin olarak, “Bilim-Kurgu filminin içinde gibiyim” dedi.
Çakırözer, aralarında Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Direktörü İdil Eser ile yabancı eğitmenler Peter Steudtner ve Ali Gharavi’nin de yer aldığı tutuklu insan hakları dernekleri temsilcilerini Silivri Cezaevi’nde ziyaret etti. 5 Temmuz’da gözaltına alınan ve 18 Temmuz’da tutuklanan insan hakları örgütlerinin temsilcileri Çakırözer’e gözaltı ve tutukluluk süreçleri ile cezaevi koşulları hakkında şu değerlendirmeleri yaptılar:
İdil Eser (Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Direktörü): Haftalardır haftada bir saatlik avukat görüşü dışında kimse ile görüşemiyorum. Ailem olmadığı için ‘En yakın arkadaşlarımı benimle görüştürün’ talebinde bulundum. Sadece Adalet Bakanı’nın izniyle Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreterinin hafta sonu beni ziyaret etmesine imkân tanındı. İsimlerini verdiğim ve ailem gibi gördüğüm üç yakın arkadaşımla görüşmeyi arzu ediyorum. Yanımda FETÖ davasından tutuklu bir kadın var. Yüksek şeker hastası. Hastaneye gidişinde sorun çıkarılıyor. Birlikte hak mücadelesi verdiğimiz Nalan ve Özlem ile kalmayı isterim. Bu arada Silivri’de erkeklere tanınan haklar kadınlara tanınmıyor. Spor hakkı, sosyalleşme hakkı yok kadınların.
Ali Gharavi (Eğitmen – İsveç): Neden cezaevinde olduğum hakkında en ufak bir fikrim yok. Bilim kurgu filmindeymişim gibi. Bizlerin ne terörle ne darbeyle hiçbir ilgimiz alakamız yok. Peter ile bu eğitimi başka ülkelerde de verdik. Öncelikli talebim içinde bulunduğum tecrit halinin ortadan kalkması. Peter ile birlikte kalmak isterim. Bir an önce de özgürlüğümüze kavuşmak ve aileme kavuşmak isterim.
Peter Steudner ( Danışman ve Eğitmen – Almanya): Yaşadıklarıma inanmakta güçlük çekiyorum. Daha önce birçok ülkede verdiğimiz insan hakları savunucularına stresle başa çıkma eğitimi vermek için Ali Gharavi ile birlikte geldik. Bizi HIVOS isimli Hollanda tarafından desteklenen İnsin Hakları Platformu davet etti.
Ben hayatımda her zaman şiddetin karşısında olan biriyim. Teröre, darbeye destek vermem ya da terör örgütüne destek vermem gibi bir şey olamaz. On yıllardır hep şiddet içermeyen insan hakları savunucuları ile birlikte oldum. Hiçbir eğitimim şiddet içermez. Almanya eski
Cumhurbaşkanı Köhler ile cumhurbaşkanlığı döneminde birlikte bazı ülkelere giderek benzer eğitimler verdim.
O gün toplantıda iki çevirmenimiz vardı. Bir tanesinin garip hareketleri dikkatimizi çekti. Biz İngilizce konuşuyorduk o çeviriyordu. Ancak İngilizce bilen bazı katılımcılar çevirileri çok uzattığı ve söylemediğimiz sözler söylediği için uyardılar. İsmini hatırlamıyorum. Ama bir önemli husus var: Ben buraya gelirken ‘ByLock’ diye bir şey duymamıştım. Bu toplantının konusu da değildi. Dijital bilgi güvenliği dediğimiz konunun içinde böyle bir şey yok. Ama ilginç bir biçimde bahsettiğim bu çevirmen ByLock konusunu gündeme getirdi. Ben ByLock’un ne olduğunu Türkiye’de cezaevine girince öğrendim.
Şimdi geriye baktığımda tek önemli hatam olduğunu görüyorum: Türkiye hakkında az bilgi sahibi olmam. Davet geldiğinde Almanya’da bir arkadaşıma ‘Türkiye’de olağanüstü hal devam ediyor mu?’ diye sordum. O da ‘hayır normalleşti’ dedi. Meğer hiç de öyle değilmiş.
Türkçe bilmiyorum. Okuyamıyorum. Hükümete yakın basın organlarında ‘casuslukla’ itham edildiğimizi duydum. Asla doğru değil. Haftada bir saat avukatımla görüşebiliyorum. Anne ve babam Almanya’da. Çok yaşlı. Zaten üzüntülüler. Bir de buraya gelip daha da üzülmelerini istemem. Oğlum 16 yaşında ama onun da beni bu koşullarda görmesini istemem. Ayrıca gelip burada benzer bir muameleyle karşılaşmalarından da korkuyorum. O yüzden iki haftada bir telefon ile görüşerek özlemimi gideriyorum.
Cezaevinde bana kötü davranmıyorlar ama bir önemli talebim var:
Arkadaşım Ali (Gharavi) ile birlikte kalmak istiyorum. Silivri’ye gönderilmeden önce Maltepe Cezaevinde iki hafta aynı koğuştaydık. Lisanımız ortak. İkimiz de daha rahat ederiz.
Bir de ailem ile hiç yüz yüze görüşmediğim için iki haftada bir olan telefon hakkımı haftada bire çıkarabilirler mi acaba?
Bir an önce özgür kalıp ülkeme dönmek istiyorum.
Veli Acu (İnsan Hakları Gündemi Derneği): Bizlerin tutuklanması Türkiye’de adalet duygusunu daha da zedeliyor. Bir an önce özgürlüğümüze kavuşmak istiyoruz. Ağır tecrit koşullarındayız. Toplantıya katıldığımız hak savunucuları ile birlikte kalmak isteriz. Savcılıkta bana sorulan sorular casuslukla falan ilgili değil. PKK davasında yargılanmış olan bir kuzenimle telefon görüşmesi. Bir de bylock’çu olduğunu bilmediğim bir kişinin araması. Ben nereden bilebilirim ki? Sadece bu iki görüşme ve toplantıya katıldığımız için haftalardır tutukluyuz.
Özlem Dalkıran (Yurttaşlık Derneği): Yaşadıklarımız akıl alır şeyler değil. Herkese hukuk istiyoruz. Yaşananlara baktığımızda sadece biz değil aslında tüm Türkiye gözaltında gibi. En önemli talebimiz özgürlük. Bu süreçte ise İdil ve Nalan ile birlikte kalmak istiyoruz. Verdiğimiz dilekçelere haftalardır olumlu yanıt alamadık. İçeride tercüme yaparak vakit geçirmek istiyorum. Yayınevinden bir kitap gönderiler. John Berger’in kitabı. Ama kaç gündür hala kitap verilmiyor bize.
Nalan Erkem (Yurttaşlık Derneği): Büyükada’daki toplantıya yapılan baskın ve sonrasında bizim tutuklanmamızda bir gariplik olduğunu başından beri düşünüyorum. Çünkü biz bu toplantıları her yıl yapıyoruz. Programlaması aylar önce yapılır. Belki tarihi bir hafta ileri geri alınır. O kadar. İnsan hakları ortak platformu olarak konuyu belirledik. Derneklerimizin üyelerinin çok büyük stresle karşı karşıya olduğu düşüncesiyle konusunu ‘Stresle başa çıkma’ olarak belirledik.
İlk defa da yapılmıyor bu konulu toplantı. Kaç defa yaptık. Ayrıca biz devlet kurumlarıyla, AKP dahil birçok hükümetle, bakanlıkla yıllardır iç içe çalışmalar yapıyoruz. Birçok bu ve benzer konularda toplantılar yaptık ve yapıyoruz. Biz olmadan da birçok bakanlıkta hatta Adalet Bakanlığında bile ‘Stresle Başa Çıkma’ eğitimleri verilmişti diye hatırlıyorum.
Bu yüzden bizim gözaltı ve tutuklamalarımız gerçekten normal değil. Gözaltılar yanılmıyorsam tam da G20 zirvesi döneminde oldu. Türkiye’nin hak savunucularını gözaltına alıp tutuklamasının orada Türkiye’yi temsil eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ne faydası olabilir ki? Sadece daha da yalnızlaştırır. Nitekim öyle de oldu.
Tutuklanıp serbest bırakılan sonra yine tutuklanan isimlerden biriyim. Serbest olduğum birkaç günlük dönemde bana danışmanı aracılığıyla ulaşan önemli bir AKP’liye de söyledim. Bizim tutuklanmamız hiç normal değil.
Masada haritalar meselesini de anlatayım. Eğitmenimiz ‘Stresinizin nedeni nedir? Ne tür mücadeleler veriyorsunuz?’ deyince hepimiz Türkiye’de son dönemde yaşanan ve toplumsal travmalara neden olan konuları harita üzerinde işaret ettik. Suruç’ta Ankara’da İstanbul’da patlayan bombalar. Darbe girişimi, Suriye’de yaşanan iç savaş. Akkuyu Nükleer Santrali vs... Hatta bizim İdil, Çanakkale’nin dokusunu bozacağı için oraya yapılacak köprüye karşı. Orayı da işaretledi stres yaratan konulara! Harita harita denen olay bundan ibarettir.
Bizim hiçbirimizin ne FETÖ ile ne de darbeyle ilişkimiz var. Ama hepimizin ortak özeliği insan hakları savunucusuyuz.
Toplantını gizlisi saklısı yok! Ben Instagram’dan yayınladım.
Hatta orada Bianet’in 100 öğrenci ile bir başka eğitim toplantısı vardı. Nadire Mater davet etti. İdil ve Özlem ile birlikte gidip yemekte onlara katıldık. Yaptığımız eğitimi anlattık.
Cezaevi koşullarına gelince, yasada var olan haklarımızı istiyoruz. Mektup yazmak, sohbet edebilmek istiyoruz. Tam bir tecrit durumundayız. İdil ve Özlem ile birlikte kalmak istiyoruz. Başka davalarda aynı dosyanın tutukluları birbirleriyle kalabiliyor. Cumhuriyet Davasında olduğu gibi.
CHP’li Çakırözer de ziyaret sonrasında şu değerlendirmeyi yaptı:
“Büyükada’da tutuklanan isimlerin anlattıklarından bu tutuklamalarda bir gariplik olduğu anlaşılıyor. Her zaman yapılan ve hatta bakanlıklarla birlikte de yapılan bir eğitim. Ama bu kez basılıyor ve Türk ve yabancı hak savunucuları tutuklanıyor. İnsan hakları savunucularının hapiste tutulmasının Türkiye’ye faydası yok. Tam tersine zararı var. FETÖ ile, darbeyle, terörle mücadele böyle olmaz. Bu kişileri aylarca hapsetmek asıl darbecilerle, terör örgütleriyle verilmesi gereken mücadeleye gölge düşürür. Gazeteciyi, hak savunucusunu hapsetmek Türkiye’nin zaten iyice azalan itibarını daha da yok etmekte. Bu kişilerin bir an önce özgürlüklerine, ailelerine kavuşmaları gerekir.