Çağdaş doktor Türkan Saylan

Çağdaş doktor Türkan Saylan
Yıllarını cehaletle savaşa adayan, öncü olduğu girişimlerle cüzamın kökünü kazıyan, kız çocuklarının eğitimi için düzenlediği kampanyalarla neredeyse tüm Türkiye’yi gezen Saylan, şimdilerle yeni bir başarıya imza attı. Bu yıl eğitim alanında verilen "8. Vehbi Koç Ödülü"nün sahibi oldu. Tercihini toplumdan yana kullandığını her fırsatta dile getiren Saylan, özverili çalışmalarıyla herkesin dışladığı yüzlerce cüzam hastasının umudu, kurtarıcısı oldu. İşte  idealleri peşinden koşan Türkan Saylan'ın başarıya giden yolu:Köyün minik doktoru Saylan'nın doktorluk serüveni 12 yaşındayken başlıyor. Çünkü daha ortaokuldayken köy hekimi olmaya karar veriyor. Yıllar boyunca Türkiye'yi karış karış gezerek cüzam hastalığını yok etmeye çalışırken hayatı öğreniyor ve gördüğü gerçeklere asla sırtını çeviremeyeceğini de anlıyor. Anadolu'ya yaptığı yolculuklar onu doktor olarak geliştirirken, bir sivil toplum hareketi başlatması gerektiğini de o zaman fark ediyor. Dünyadan ve Türkiye'den cüzamı silme konusunda büyük başarı sağlayan ve Gandhi Ödülü'nü kazanmış bir bilim kadını Saylan, içsel yolculuğu şöyle anlatıyor: 'İşçi kesimiyle tanıştım' "Tıp fakültesi öğrencisiyken evlendim, 23 yaşında ilk çocuğumu doğurdum, tüberküloz geçirdim, ameliyatlar oldum, çocuklarımı büyüttüm. İki yıl çelik korse takarak okula gittim. Yani tıp fakültesini girdiğimden 10 sene sonra bitirdim. Uzmanlığımı kimsenin sevmediği deri ve zührevi hastalıklar konusunda yaptım. Bu konuda ihtisas yapan Türkiye'nin yedinci kadınıydım. İşçi Sigortaları Nişantaşı Hastanesi'nde çalıştım. Orada hiç tanımadığım işçi kesimiyle tanıştım. Aslında orada bir üniversite daha bitirdim diyebilirim. Bir günde 100 hasta bakardık. İhtisastan sonra cildiye hocamız bir gün bana mezun olursan gel seni İstanbul Üniversitesi'ne başasistan olarak alırız demişti. 'Akademik kariyeri hiç sevmiyorum' Akademik kariyeri hiç sevmiyorum. Hâlâ bir cübbem yoktur. Oradaki o küçük çatışmalar hoşuma gitmiyor. Ben bilim yapmak istiyorum. Başvurayım dedim. Hocamız da 'Sen buranın hemşiresisin, başasistanısın, öğretmenisin, buranın kadınısın, her şey senden sorulacak' dedi. Senelerce çok çalıştım. Hastanenin tozundan kirine, hastanın yatağından yarasına kadar hepsini kontrol ettim. Yara sarmayı çok severim, hastalarıma iğnelerini kendim yaparım. O sırada cüzama takmıştım kafayı. Yurtdışı bursu buldum ve İngiltere'ye gittim. Dönünce 1976'da artık cüzam işini üstlenmek istedim. Bakanlığa gittim. Gönüllü olarak bu konuda çalışmak istediğimi söyledim. ‘Bir işçi gibi çalıştık’ İstanbul Lepra Hastanesi'ni kurduk. Hastaneyi yaparken, işçi gibi çalıştık. Sonra da öğrenciler, hemşireler, doktorlar bütün Türkiye'yi taramaya başladık. O zaman Türkiye'de kayıtlı 10 bin cüzamlı kişi vardı. Şu anda 2 bin 500 tane hastamız var. Hepsi tedavilerini görmüş durumda. Onların çocuklarını okutuyoruz, çeşitli projeler yapıyoruz, çoğu artık dilenmiyor. 21 yıl başhekimlik yaptım. 2002'de emekli oldum. Bir ölümlüye nasip olan en güzel şey büyüttüğü bir çocuğun kendi ayakları üzerinde durduğunu görmektir." Beş çocuklu bir ailenin en büyüğü olarak büyüyen ve kardeşlerine hem annelik hem de ablalık yapan Saylan'ın sorumluluk bilinci aslında ta o yıllardan geliyor. Öğrenme ve kendini geliştirme yeteneğini İsviçreli annesi Lilly, daha doğrusu babasıyla evlendikten sonra Müslüman olup Leyla adını alan annesinden almış. İdealizminin peşinde koşarken tercihlerinden hiç pişman olmadığını anlatan Saylan seçimlerini şöyle anlatıyor: ‘Çocuklarım eksik annelik yaptığımı kafama kakmadı’ "Çocuklarım hiçbir zaman eksik annelik yaptığımı kafama kakmadılar. Benim çocuklarımla ilişkim bir arkadaşlığa dönüştü. Ama çok da telafi ettim. Çocuklarım liseye, üniversiteye giderken ikisinin de dörder arkadaşı gelirdi. 10 kişinin donunu çorabını yıkadım ben. Şimdi Türkan teyze diye etrafımda pervane olan bir sürü doktor ve akademili çocuk var. İki evlilik yaptım, ilkinde dokuz yıl evli kaldım. Eşim belli bir düzeyde kalmak isteyen biriydi, öyle kaldı. Benimse kendimi geliştirme hırsım vardı. Onun beklentisi ev hanımı olmamdı. Anne de oldum, iş kadını da, ev kadını da. Bunların hepsini birlikte yapmayı öğrendim ben. Bir tek o tablonun içinde eş bulunduramadım. İkinci eşimden de boşandım. Bir erkeğin her dakika yanımda olup beni sevmesini seçmedim. Bu bir tercih meselesiydi...”