50. sanat yılını kutlayan Cahit Berkay: Artık albüm çıkartmak istemiyorum

50. sanat yılını kutlayan Cahit Berkay: Artık albüm çıkartmak istemiyorum

Dila Hatun, Devlerin Aşkı gibi filmlerin müzikleriyle hafızalarda yer eden Moğollar grubunun efsane ismi Cahit Berkay, 50. sanat yılını kutluyor. Artık albüm çıkartmak istemediğini söyleyen Cahit Berkay, “12 şarkı yapıyorsun; biri ikisi dinleyiciyle buluşuyor gerisi çöpe... Eski usul 45’lik yapacağız, ya da 4 şarkılık maxi single” dedi. 

“Vicdandan önemli bir şey yok. Vicdan yoksa dindar da, ateist de, solcu da olamazsın diyen” Berkay, “Sevmeyi bileceksin, hem kendini hem yanındakini, hem ülkeni hem dünyayı. Kimse sadece iyi müzik yapıyorsun diye bunca yıl seni dinlemez, insanı alkışa sevk eden değerler bunlardır” diye konuştu. 

Evrensel’den Devrim Acaroğlu’na konuşan Cahit Berkay’ın açıklamaları şöyle: 

 

 

 

Isparta’dan Başbakan falan çıkıyor da rockçu nasıl çıkabildi, üstelik o senelerde?

Isparta’da doğduğum için çok şanslı hissederim kendimi çünkü türkülerle büyüdüm. Babamın dayısının oğlu Erdoğan Abi, Uluborlu’da yaşardı. Isparta’ya geldiğinde bizde kalırdı. Sazını sırtında taşır, hiç ayırmazdı yanından. Onun bağlamasını çalmaya çalışırdım. Bağlama benden büyük tabii. Ne kolum yetiyor ne kucağıma yerleşiyor.

 

Cura olsaymış iyiymiş...

Cura olmadığı gibi divan sazıydı, dev gibi. Babam İstanbul’a gelip gittikçe terzi malzemeleri getiriyor, bana da hediyeler... Bir seferinde teneke trampet, bir seferinde ağız mızıkası. Bir keresinde radyo getirdi. Her pazar sabahı Muzaffer Sarısözen’in programı var. ’50’li yıllar... Anadolu karış karış dolaşılıyor, türküler derleniyor.  Her programda mutlaka 3-4 yeni türkü oluyor. Türkülerin içinde geçti çocukluğum. Kulak da var biraz. İlkokulda mandolin korosuna girdim, bir sene sonra solist oldum falan. Yani Isparta’dan Demirel çıktı da, biz de çıktık. Ki o Demirel’i de arar duruma geldik, o da ayrı mesele.

 

Isparta geçmişi, türkülere aşinalık, bağlama çalıyor oluşunuz Moğollar’a ve Anadolu Rock’a bir katkı sundu mu?

 

Tabii ki sundu. Bizim Moğollar’ı kurma nedenimiz, yurt dışına gidip orada müzik yapmak, meşhur olmak, çok para kazanmak. 20’li yaşların başındayız. Yurt dışının formatı belli; gitar, bas, davul ve klavye. Biz kendimizi daha orijinal ve ilginç kılmak için Batı müziği enstrümanlarının yanına bağlama koyduk, yaylı tambur, kabak kemane koyduk. Rahmetli Engin (Yörükoğlu), asma davul, darbuka, kaşık, zil çaldı. Bunlar bizi birdenbire herkesten farklı yaptı. Hâlâ bize benzer bir grup olduğunu sanmıyorum. İlk kapısını çaldığımız plak şirketinden o gün kontrat aldık. 1971 yılında “Academie Charles Cros” büyük plak ödülünü aldık Fransa’da.  Bağlamanın çok faydası oldu. Ama sadece Avrupa’da değil Türkiye’deki insanlara da çok ilginç geldi, üzerlerinde koyun postu olan uzun saçlı adamların ellerinde bağlama var.

 

Türküyle ilişkiyi hep sürdürdünüz mü?

 

59’da İstanbul’a geldikten sonra koptum. Komşumuzun yeğenleri Almanya’dan gelmişti. Ellerinde bir gitar var. Benim hayalim akordeondu ama gitarı görünce fikrim değişti. Babamdan gitar istedim. Klasik pazarlıklar yapıldı, “Oğlum sınıfı geç” dendi. Harıl harıl çalıştık, geçtik sınıfı ama bu sefer de ailenin ders alacak durumu yok. Yalan olmasın iki ders aldım ama sonra kendi başıma öğrendim. Arkadaşlar kahvehaneye giderken ben evde gitar çalışıyordum. 

 

Batı müziğine yöneldiniz tabii elinizde gitar olunca...

 

Tabii. Bağlamadan uzun süre koptum. Ta ki Selçuk Alagöz’le ’65’te çalışmaya başlayana kadar. O yıllarda Hürriyet gazetesinin Altın Mikrofon yarışması çok önemliydi. Bu yarışmanın şartı Batı müziği enstrümanlarıyla ya türkü ya da sanat müziği aranje edip çalmak. Finale kalan on grup 15-20 şehirde turneye çıkıyor, izleyen insanların oylarıyla birinci seçiliyor. O vesileyle tekrar türkülere döndük. Ondan sonra bağlamayı yanımdan eksik etmedim.

 

“Kaç kuşak dinlendik artık hesaplayamıyorum”

 

Neydi Moğolların diğerlerinden farkı?

 

Bir kere Türkçe söylüyorsun, kendi bestelerini çalıyorsun. Anadolu’dan beslenerek ritmik çeşitlilik ve armonik kurgular yaptığın zaman “bizden bir şey” oluyor.

 

Türkü dinleyen Anadolulunun da kendinden bir şeyler bulmasını hedeflediğiniz anlaşılıyor zaten. Kimse türküleri rezil etmişler diyemez sizin için...

 

Dediler ama (gülüyor). Muhafazakârlar dedi, yine derler. O zamanlar müzik mağazalarında rock diye bir bölüm yoktu. Anadolu Pop diyorduk. Hippi felsefesi bütün dünyayı sarmıştı. Barış isteyen o kuşak Vietnam Savaşı’nı durdurmuştu. O kuşak babadan oğula geçen yaşam biçimini, düşünce tarzını değiştirdi. Ben babama benzemeyeceğim diyen gençler önce saçlarını uzattılar. Bunu müziğe uyarlarsan; bize “Türküleri bozuyorsunuz” dediler. Biz de “Umurumuzda bile değil” dedik. Kendi müziğimizi bulduk. O zamana kadar öyle bir müzik yoktu. Sevmeyi sevdirmeyi bilemiyorsan, karşındaki sevgiyi ıskalıyorsan ruhun ve kalbin odun gibidir, vicdanın yoktur. Vicdandan önemli bir şey yok. Vicdan yoksa dindar da olamazsın ateist de solcu da... Sevmeyi bileceksin, hem kendini hem yanındakini, hem ülkeni hem dünyayı. Kimse sadece iyi müzik yapıyorsun diye bunca yıl seni dinlemez, insanı alkışa sevk eden değerler bunlardır. Isparta’dan çıkıp İstanbul’a geldik, yurt dışına da çok çıktık ama çizgimiz hiç değişmedi. Satar diye değil, kendi içimize sinen müziği yaptık ve onu paylaştık. Eğer Moğollar hâlâ ayaktaysa bunun nedeni yaşamla bağı ve samimiyetidir. Kaçıncı kuşak dinliyor bizi artık hesaplayamıyorum ama hâlâ liselerden çağırıyorlar.

 

“Banka müdürü olmuş hâlâ pop dinliyor”

 

Bu kadar şaşalı bir dönemin ardından ’70’lerin ortalarına geldiğinde bir anda nasıl sönümlendi Anadolu Pop?

 

Siyasi kargaşanın en yoğun yaşandığı dönemden bahsediyoruz. Yavaş yavaş kulüpler kapanıp diskoteğe dönmeye başladı. O dönem ayakta kalabilmek için slogan taşıyan müzik yapıyor olman gerekiyordu. Toplum ikiye bölünmüştü çünkü. Ya sol içerikli söyleyecek ya da sağ. İki halde de kitle garanti. Sinema da etkilenince bu ortamdan, ben ’76-82 arası Fransa’da yaşadım. Barmenlik, garsonluk yaptım. ’82’de ülkeye geri döndüğümde müzik yapma şansı yoktu, sinema sıfırdı. Özel bir şirkette çalıştım önce, sinema kıpırdanınca bıraktım o işi. ’86’da Cem Karaca dönünceye kadar sadece dizi, film müziği yaparak yaşamımı sürdürdüm. Cem’le uzun süre çalıştıktan sonra ’93’te herkes yurt dışından döndüğünde, Kaan Ertem “Moğollar birleşsin” kampanyası başlattı ve Moğollar tekrar doğdu.

Şimdi deri pantolon giy, saçını uzat, rockçu oldun. Nerede içeriği, nerede muhalif ruhu. İyi müzik yapan gerçek rock grupları var tek tük, Mor ve Ötesi gibi. Ama genelde eski zamanlardan nemalanılıyor. Öyle olunca o zamanki müziğin başarılı olmasının nedeni olan içtenlik ve samimiyet ıskalanıyor. Cem Karaca ve Barış Manço kadar kimseler etkileyememiştir genç kuşakları. Hâlâ dipdiri şarkıları. Rock’un muhalif ruhunu taşımadan olmuyor o işler. Solcuyum demekle de olmuyor. Söylediğin sözün arkasında duracaksın.

 

Anadolu Popun sönmesi, Türk popunun Anadolu’suzlaşmasında darbenin hiç mi etkisi yok?

 

Olmaz olur mu? Çık buradan Atina’ya geç, kendi folkloru poptur. İtalya’ya geç, Fransa’ya,  İspanya’ya... Böyledir. Araplar sadece kendi müziklerini dinler zaten. ’80’in en büyük başarısı kuşaklar arası kültür akışını kesmesi oldu. Ve bunu bilerek yaptılar. Yozlaşmanın da temeli atılmış oldu. Kendi kültüründen uzaklaşınca gençler o boşluk tabii ki başka kültürlerle dolacak. Ama sen Amerikalı John gibi gitar çalamazsın. O adamın DNA’sında gitar var, seninkinde saz. Ama sen sazı tanımıyorsun, küçük görüyorsun. Beslenme çantanı kendi kültürünle dolduracaksın önce. Sonra istiyorsan başka kültürler de koy. Ben sana şapka çıkartırım. Çantan boşsa şimdiki popçuların şarkıları çıkar ortaya. İşin acı tarafı şu; dünyanın her yerinde teenage takımı pop dinler. Lise sonda ve üniversitede ise rock. Belki caz, klasik müzik. Bizde popla başlıyor, banka müdürü olmuş hâlâ pop dinliyor. Düşünebiliyor musun? Merak etmiyor, her şey para, her şey statü... Ben popa karşı değilim ama her şey pop oldu. Sanat müziği yok olmak üzere, meyhane müziği deniyor artık.

Her şey pop oldu dedik ama şu yanlışa da düşmeyelim; Doğu halkı, Karadeniz halkı kendi folklorik yapılarına acayip sahip çıkıyor. Oralarda hiç bir eksilme yok. Horon bilmeyen Karadenizli, halay bilmeyen doğulu olmaz. Benim söylediğim şey büyük şehirlerde kendini gösteriyor. Müzik de büyük şehirlerde zaten. ’60’lı 70’li yıllarda düğünde ya da bir lokantada on kişi bir tane şarkıyı ortak söyleyemez, bir oyunu uyumla oynayamazdı. Şimdi öyle değil. Kendi folkloruna merak artıyor.

 

’94’te tekrar buluştuğunuzda siyasi olarak daha sertleşmiştiniz. İlk Moğollar için solcu diyemeyiz ama artık her demokrasi etkinliğinde sahne alan, “Bir Şey Yapmalı” diyen bir Moğollar vardı. Nasıl bu noktaya geldiniz?

 

Olgunlaşıyorsun tabii. İlk çıktığımızda hiç bir siyasi kaygımız yoktu, sadece müzik yapalım diyorduk. ’68 kuşağının bir parçasıydık. Bu kuşak da solcu olmaktan çok; hümanist, barış isteyen, doğayı kollayan bir kuşaktı.

 

Rock performans isteyen bir müzik ve siz yetmişinizde hâlâ sahnedesiniz...

 

Bizim işin emekliliği yok. Bir defa sevdiğin iş. Yapabildiğim sürece yapacağım, ilgi de önemli tabii. İlgi de yine çoğalıyor. Üniversite rektörleri değişince, bütçeleri kendileri belirleyemeyince tak diye kesilmişti. Yine yurt dışından Amerika dâhil çok teklif var. Yine düşeceğiz yollara.

 

Yeni bir şeyler var mı?

 

Var. ’73 senesinde Cem’le (Karaca) beraber Ankara Güney Park’ta konser vermiştik. Ardından stüdyoya girmişiz ve altı parça kaydetmişiz. Bir tanesi sekiz dakika, bol yorumlu bir kayıt. İzzet Öz aradı geçenlerde, “Ben böyle bir plak buldum” dedi. Baktık, çok temiz. O albüm çıkacak.

Ne alaka diyeceksin ama bir Fenerbahçe marşı yaptım o çıkacak. Albüm çıkarmak istemiyorum artık. 12 şarkı yapıyorsun; biri ikisi dinleyiciyle buluşuyor gerisi çöpe. Eski usul 45’lik yapacağız, ya da 4 şarkılık maxi single. Moğolların da 50. yılı yaklaşıyor.

 

“Moğollar ismiyle Japonya’ya gidemezsin”

 

Şimdi olsa Moğollar koymazsınız isminizi sanırım...

 

Kesinlikle... Mesela bizim Japonya’ya gitme şansımız yok, çünkü husumet var aralarında. Gazete başlığını düşünsene “Moğollar geliyor”. Adamlar kaçar valla.  Moğolistan’da çaldık, onlar da başka şaşırdı. Yaşıtımız bir Hollandalı müzik yazarı tavsiye etmişti Moğolları. O zamanlar gaddar isimler modaydı zaten: Apaşlar, Haramiler falan... Moğolistan’da da sordular neden diye, gaddar diyemezsin (gülüyor). Orada da; Moğol cengaver demek dedik.  İlerisini düşünmemişiz hiç, bir gaftır. Bir ara ismi değiştirmeyi düşündük ama olacak iş değildi.

 

“Filmin içine girmen lazım”

 

Neredeyse filmin önüne geçecek başarıda film müzikleri yapmanızın sırrı neydi?

 

Benim melodi uydurma yeteneğim var öncelikle. Sadece bir kaç Kemal Sunal filmi dışında filmi izlemeden müziğini yapmadım. Montaj masasında kaba montajı izlerdik, arkada asistan senaryodan replikleri okurdu. Henüz seslendirilmemiş olurdu. Filmin içine girmen lazım müziğini yapabilmek için. Duygunun müzikal karşılığını bulmak için hissetmen lazım.

Akın Film’in Sahibi İrfan Önal, “Buna öyle bir müzik yapacaksın ki insanlar sinemadan ıslıkla bu melodiyi çalarak çıkacaklar” derdi mesela. Dila Hatun,  Devlerin Aşkı, Bodrum Hakimi üçlemesi onun işleri idi, o melodiler öyle çıktı. Bodrum Hakimi için “Öyle bir müzik yapacaksın ki bu, Yunan olacak ama Yunan olmayacak” demişti. Allah Allah... Nasıl olacak o iş... Dinle şimdi melodiyi, dediği oldu. Çok stresli bir iştir, “Eyvah ne halt yiyecem” duygusu çok olur. Gündüz çalışamazsın; tüpçü geçer, sucu geçer. Geceleri çalışa çalışa öyle alışıyorsun ki hâlâ sabaha kadar otururum.

 

Şimdilerde var mı dizi ya da film...

 

Dizi zor çünkü çıplak bir buçuk saat sürüyor. Yayımlanmadan önceki akşam dokuzda veriyorlar sabah dokuza istiyorlar. Uzak durdum çünkü zaman dar olunca kaliteden ödün veriyorsun, sonra “Cahit şişirmiş” oluyor.

 

“Dijital ruhu öldürdü”

 

O günlerin müzikal ortamı, grup içi ilişkilerle bugünü mukayese etmeniz gerekse aklınıza ilk neler gelir?

 

Büyük bir arkadaşlık ve sağlam dostluk ortamı vardı aramızda. Çizdiğimiz yola ters gelen birisi varsa hemen kapıya koyuyorduk. İş disiplini her şeyden önce geliyordu. O zaman yaşam analogdu bugün dijital. Stüdyoda hepimiz canlı çalardık. Hatta ilk kayıtlarda solist bile içerideydi. Doğru çalıncaya kadar kayıt yapıyorduk. Şimdi yapılan albümlerde müzisyenler birbirlerini görmüyorlar bile. Dijital çağın kolaylıkları malum ama ruhu öldürdü. Analog sesle dijital ses arasında büyük sıcaklık farkı vardır. Analog dolgun gelir, sarar seni. Dostluklarda da aynı şey söz konusu oluyor. Bazen neden eskisi gibi şarkılar çıkmıyor diye soru soruyorlar. Çıkmaz tabii. O zaman bir kız arkadaşınla muhabbet edebilmem altı ayını alıyordu. O da her şey yolunda giderse. Bizden evvelki kuşak daha da kötü, mendille haberleşiyorlar. Aşk, sevgi kolay elde edilemiyordu, öyle olunca şarkı sözleri daha güçlü ve kalıcı oluyordu. ‘Kafiye uysun gerisi önemli değil” denmiyordu. Hepsi için söyleyemem ama genelde uyduruk kaydırık sözler yazılıyor şimdi. İnsan nasıl yaşarsa müziği de ona uygun oluyor elbette. Pek bir şey de yaşanmıyor artık. Merhaba dedikten iki saat sonra yatağa giriyorlar. Şarkı da o kadar olur işte. Bizim zamanımızdaki pop şarkıları da yıllarca dinlenirdi. Bazıları hâlâ söyleniyor.