Ama asıl tartışılması gereken, gerekliliği idi. Ne yazık ki, gerek kent, gerek ülke yönetimi, "gereklilik" tartışmasına girmeyi sevmiyor, yararlı da bulmuyor.
"Madem bizi seçtiniz, kararları biz veririz" hakim anlayış.
Peki, diyelim ki haklılar ve Çamlıca'ya cami yapılması gerekli. İyi ama, bir de bu işin nasıl yapılacağı meselesi var.
Çamlıca camii örneğinde, bu sürece de keyfilik ve ölçüsüzlük damgasını vurdu.
Ortaya, tek özelliği Kahramanmaraş'ta "çok büyük" bir cami yapmış olmak olan bir mimar çıktı. Büyük bir özgüvenle "Çamlıca'ya ecdadımızın yaptıklarından da büyük bir cami yapacağız. En büyük kubbe, en uzun minare olacak" diye kolları sıvadı, "proje" çizmeye başladı.
Sonra, konumu itibariyle bu inşaat projesini yürütmesi gereken Üsküdar Belediye Başkanı "Tek proje yok, beş mimar proje çiziyor" dedi. Başkana göre "2000'li yıllarda Sünni İslam'ın tarifini" ifade edecek cami projesi Ramazan'dan sonra akademisyen ve din otoritelerinden oluşan bir "özel komisyon"a sunulacak, ve tabii nihai olarak Başbakan Erdoğan'ın da oluru alınacaktı.
Bu işlerden anlayanlar, "Bu projenin işvereni kim?", "Neden ulusal, hatta uluslararası bir yarışma açılmıyor?", "Neden saygın bir jüri kurulup, tartışmaların önü kesilmiyor?" diye soradursunlar, müjdeli haber geldi: Çamlıca camii için bir proje yarışması açılmıştı.
Hem de birinciye 300 bin olmak üzere, toplam 675 bin TL ödüllü, iddialı bir yarışma.
Bu meseleyi merak eden biri olarak, yarışma şartnamesini okudum. Okudukça müjdeli haber, yerini soru işaretlerine bıraktı.
Bir kere, "kabul edilen projede %40 iskonto" şartının daha baştan konmuş olması, kalitesizliğe davetiye gibi gözüküyor. Ama "bu mimarla müteahhitin derdi" deyip, geçelim.
İkincisi, bu dev eserin sahibi kim? Şartnameye göre Ataşehir'de kurulu İstanbul Cami ve Eğitim-Kültür Hizmet Birimleri Yaptırma ve Yaşatma Derneği. Bu uzun isim arkasında bütün İstanbul'u "selatin" camilerle donatma hedefini sezmemek mümkün değil. Başkanının adı Vahap Kanitoğlu. Eğer bir tesadüf değil ise, kendisini Refahyol döneminde rahmetli Başbakan Erbakan'ın gözükara koruması olarak tanımıştık. Gölcük Donanma Komutanlığı kapısında bir itiş-kakışa karışmış sonra "askeri mahkemede yargılanan sivil" olarak 28 Şubat literatürüne adını yazdırmıştı.
Jüride kimler var?
Ancak, bizi asıl ilgilendirmesi gereken işin başka bir boyutu:
"İstanbul'a değer katması, sembol olması, kültürümüzün gelenek zincirine orijinal yeni bir halka ilave etmesi" beklenen bu eseri belirleyecek olan jüri kim?
Ne de olsa "Çamlıca'nın aradığı siluet"i bu jüri belirleyecek.
İlk bakışta her şey güzel; iki mimar, iki yüksek mimar, mimarlık alanından iki akademisyen.
Ama internetin başında yarım saat geçirip, kim kimdir diye bakınca ortaya çıkan durum şu:
Biri TOKİ Başkan Yardımcısı... Biri eski TOKİ başkan danışmanı, şimdi Çevre ve Şehircilik Bakanı'nın Müsteşar Yardımcısı... Bir diğeri İstanbul Yenileme Kurulu üyesi, eskiden sermayesinin %49'u TOKi'ye ait Emlak Pazarlama Proje Yönetimi şirketinin Genel müdürü. Bir dördüncüsü Emlak Konut GYO'da Etüd Proje Müdürü.
TOKİ kökenli ya da TOKİ bağlantılı bu "bürokrat"ların karşısında mimarlığın namusunu kim kurtaracak? Alanı mimarlık olan iki üniversite yöneticisi. (ki birinin Uzmanlık alanı Kerkük kenti ve Kerkük edebiyatı.) Geriye bir serbest mimar kalıyor. O da, "banı"sı Başbakan Erdoğan olan Ataşehir Mimar Sinan camiinin mimari Hilmi Senalp.
"Bozacının şahidi TOKİ'ci" desem, "Erken davranıp haksızlık yapıyorsun, hele bir sonuca bakalım" denilecek ama... Elinizi kalbinize koyup söyleyin: Bu maç baştan tek kale oynanacak gibi görünmüyor mu? Diyeceksiniz ki, "Zaten Belediye Başkanı söylemiş, son kararı Başbakan verecek!" Bari o zaman "yarışmakla" vakit kaybetmesek!