Can Bonomo: Bence çok iyi bir sevgiliyim

Can Bonomo: Bence çok iyi bir sevgiliyim

Can Bonomo, geniş kitlelerce tanınmasını sağlayan müzisyenlik kariyerini yanı sıra şiir ve tiyatro oyunları yazıyor. ‘Senaryo doktorluğu’ yapıyor. ‘Star’ yakıştırmasını kabul etmeyen Bonomo, “Yıldızlar çok uzakta ve yalnızdırlar, ayrıca ölüdürler. Sadece çok uzakta oldukları için biz onları parlıyor görürüz, aslında ölüdür onlar. Ne kadar kötü bir şey o zaman. Ben yıldız olmak istemiyorum” dedi.

Kendisini iyi bir sevgili olarak tanımlayan Bonomo, hayatı daha uzun yaşamak istediğini söyledi. Can Bonomo’nun Radikal’den Armağan Çağlayan’ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Siz Eurovision’a katılmadan önce ne yapıyordunuz? Hayatın neresindeydiniz? Daha önce de müzik yapıyordunuz ama ben mi bilmiyordum?

Daha önce de müzik yapıyordum.

Ne yapıyordunuz?

Underground müzik yapıyordum. Daha albümüm çıkalı bir sene olmuştu. O albüm bize Altın Kelebek getirdi. Onunla biraz demografimiz genişledi. Fakat Eurovision çok büyük bir alan. Türkiye’nin ilgisi diğer katılan ülkelerden de cezbeden bir olay. Eurovision’a katıldığımız anda herkes tanıyordu. Daha önce yaptıklarımızı bilmiyorlardı. Daha önce yaptığımız müzikler çok büyük bir kısmın ilgisini çekmiyordu. Eurovision’dan sonra biz artık çok tanındık. Dolayısıyla artık çok büyük bir kitleye hitap ediyoruz. Müziğimizi değiştirelim demedik. Dolayısıyla ikinci albümü çıkardığımız sıralarda biz eski tanınırlığımıza geri dönmüş olduk.

Peki daha sonra TRT’nin katılamama kararı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu sene katılıyorlar ama...

Ben daha önce de Eurovision’u çok fazla takip etmiyordum. Şimdi de etmiyorum.

Size katılma teklifi geldiği zaman da mı takip etmiyordunuz?

“Katılır mısınız?” dediler. Katıldım.

Kim gitmeli bu sene sizce?

Hiç bilmiyorum.

Popüler kültürle hiç ilginiz yok mu? Mesela takip etmez misiniz ne oluyor diye?

Takip etmez olur muyum, tabi ki ediyorum. Ama yani müzik camiasında neler oluyor, kim ne yapıyor, kim giderse başarılı olur bunlar bence profesyonellerin işidir.

Benim fikrim var mesela? Herkesin hayatta böyle fikri vardır. Popüler kültür üstünde oturulup düşünülen bir şey değil. Fizik, kimya problemi değil ki!

Yok kesinlikle değil. Zaten haddimde değil.

Siz Seferad’sınız değil mi? Zor mu Türkiye’de Seferad olarak yaşamak? Hayatınızın bir döneminde bir zorluk yaşadınız mı? Ya da şimdi yaşıyor musunuz?

İşte şimdi çok zor oldu. Siz bu soruyu sorunca...

Çok güzel cevap. Hack’lendiniz. O hack’leyenlerin de kafası karışıktı galiba.

Çok karışıktı. Ama sonradan araştırdık bulduk ve çocuk olduklarını öğrendik. Ve tabi ki istersek dava da açabiliriz. Öyle bir hakkımız var. Ama böyle bir insanlık ayıbını yapan ‘faşist’ denilebilecek insana dava açarsanız, bir de bu çocuksa ve gidip 6 sene hapis yatarsa çocuk oradan daha da ‘faşist’ çıkar. Ama bu çocuk bir kız arkadaş edindiği zaman seneye unutacak bunları. Yani durduk yerde bir ‘faşist’ yaratmaya gerek yok.

Çocukça bir şeyle mi yapılmış, yoksa siyasi bir fikir mi var?

Siyasi bir fikri yok. Olamaz da zaten çocuğun. Benim kafamdaki siyasi fikirler daha yeni yeni oturmaya başlıyor. 28 yaşına geldim. 17-18 yaşında bir çocuğun çok kesin bir siyasi görüşü olamaz.

Benim o yaşlarda var mıydı diye düşündüm. Vardı.

Hala aynı mı?

Kısmen aynı. Bazı bakış açılarım değişti tabi!

17 yaşında faşist olsaydınız…

Sizi çok daha farklı hayal etmiştim.

Ne gibi?

Daha konuşkan.

Hastayım. Kötü bir günümdeyim.

Daha enerjik. Çünkü gördüğüm resim hep öyle. Sizde, sahnede başka hayatta başka olanlardan mısınız? Hani vardır ya öyle.

Sahne bizim parladığımız yer tabi ki. Orada muhteşem bir enerjiyle çıkıp derdimizi anlatmamız gerekiyor. Hayattayken, hayır sahnedeki kadar renkli değilim. Ama bugün biraz hastayım. Normalde bu kadar durgun değilim. Ama öyle deli deli de bir adam değilim. Ben dinlemeyi severim.

Giyinme biçiminiz, dövmeleriniz falan, deli birisini gösteriyor.

Bir dönem, bundan yaklaşık 4 sene önce çok deli deli giyinirdim. Halim tavrım aynıydı. İmajım daha farklıydı. Şimdi öyle giyinmek istemiyorum.

Yaş?..

Bilmiyorum yaşla ilgili mi? Genç hissediyorum. Yaşlı hissetmiyorum kendimi. Ama sadece biraz daha büyüdüğümü düşünüyorum. Veya o çocuk tuttu diye geçmişimi taklit etmek de istemiyorum. Yani ben öyleyken çok ilgi vardı üzerimde. Şimdi tekrar onu içimde bulamıyorum.

Bu da zor bir şey. Yani “kendi kendimi tekrar etmemeliyim” duygusunu yaşamak da çok zor. O duyguyu yaşamasanız belki de hala öyle giyineceksiniz. Bu da bir baskı.

Öyle olduğunu düşünürseniz baskı olur. Ben bunu bir baskı olarak görmüyorum. Olduğum gibi davranmayı tercih ediyorum. Her zaman böyle yaptım. Benim yaptığım her işin altında bir samimiyet var. Her yaptığım iş bir öncekinin üzerine bir şey katmalı. Ve daha gelişmiş olmalıyım.

Siz ne mezunusunuz?

Bilgi Üniversitesi. Sinema, sanat tarihi ve görsel sanatlar.

Hiç müzikle ilgili bir eğitim?

Hayır. Küçük yaştan beri gitar eğitimi alıyorum ama dışarıdan. Öyle diplomam yok.

Yaptığınız resimleri gördüm.

Öyle mi? Beğendiniz mi?

Çok güzel.

Sağ olun.

Demek ki sanata karşı ailede mi bir eğilim var?

Annem ressamdı. Dedem de ses sanatçısıydı. TRT’de. Vokallik yaparmış. İzmir Radyosu’nda. Anneannem kıskanınca bırakmış.

Siz de birisi sizi kıskansa bırakır mısınız?

Beni neden kıskansın?

Bazı insanlar var ki sevgilisini başkalarıyla paylaşmak istemez. Bundan daha doğal ne olabilir. İzmir’de mi büyüdünüz?

İzmir’de büyüdüm. 17 yaşında geldim. Üniversiteyi kazanırım umuduyla geldim buraya. Çalışmaya başladım. Radyoculuk yaptım 4 sene kadar. Üniversiteyi kazandım. Yerleştim. 11 sene falan oldu işte.

Sürekli kendini basından saklamak, az konuşmak falan bu bir strateji mi? Yoksa “hem bu çemberin içindeyim hem de dışında kalayım” mı?

Ben sizi çok iyi tanımıyorum. Tabi ki kim olduğunuzu çok iyi biliyorum fakat yeni tanıştığım insanla biraz kısıtlı konuşuyorum.

Ben genel olarak soruyorum. Öyle bir hal var gibi. Çok az röportajınız var mesela.

Bir iş ortaya koyuyorum ben. Bu işi önce kendim için yapıyorum. Daha sonra insanlarla paylaşmak için yapıyorum. İnsanlarla paylaşmak istediğim o noktada basın önemli bir değer. Onlarla konuşmak, derdimi onlara anlatmam gerekiyor. Albüm çıkardığım zamanda genelde ya da yeni bir iş ortaya koyduğumda... Ama işte az röportaj vereyim, böyle konuşayım, konuşmayayım gibi bir şey yok. Konuştuğum zaman ben buyum.

Kendinizi bu piyasada ağır bir rekabetin içinde hissediyor musunuz?

Bu bahsettiğiniz piyasada ben aslında yokum. Piyasadaki bir değer değilim. Alternatif müzik yapan başka bir grup var. Biz de çok kalabalığız. Ama biz o kadar göz önünde değiliz. Pop müzik yapıyor olsaydım çok büyük bir rekabet içine girmiş olurdum. “Aman bu yaz nasıl bir şarkı yapayım da bütün gece kulüpleri beni çalsın”... Tahmin edebiliyorum çok zor bir şey. Ama ben sadece kendime dair bir şeyler anlatmak istiyorum. Bu işin de çok küçük bir kitlesi var zaten. O insanlar beni dinleyip severlerse memnun oluyorum.

Çok küçük derken ne mesela bunun kitlesi? Mesela atıyorum, bir CD ne kadar satıyor?

Hiçbir fikrim yok.

Sormaz mısınız?

Yok sormam. Tabii ki benim de işimle ilgili kaygılarım var, kaygısız bir adam değilim. Ama bu onlardan bir tanesi değil.

Konserde bilet sorar mısınız?

Sahneye çıkmadan önce insan var mı diye sorarım.

“Yok bir tek biz” derlermiş!

Oluyor bazen. Çok kalabalık dedikleri zaman da keyfim yerine geliyor. Çünkü anlatmak istiyorum ve dinleyecek çok insan varsa mutlu oluyorum.

Alternatif müziğin çok fazla yapıldığı mekan da yok değil mi Türkiye’de? Nereden para kazanıyor alternatif müzik yapan insanlar?

Çok zengin olmak zorunda değil canım herkes. Nisan-mayıs dönemlerinde üniversite festivalleri oluyor.

Herkes zengin olmak zorunda değil ama herkes kendine yetecek kadar da para kazanmak zorunda. Hani bir de insanların kafasında bir algı var ya “Can Bonomo ooo...”.

Ev Konserleri yapıyorum mesela.

Ev konserleri mi?

Online konser. Çok eğlenceli.

Nasıl bir şey?

2011 yılındaydı yanlış hatırlamıyorsam, bir gün benim evimde müzik yapıyoruz. Ve gittikçe de daha kalabalıklaşmaya başlıyoruz. İnsanlar video çekiyorlar. Diyorum ki “Ne yapacaksınız ki bu videoları?”. “İnternete koyacağız bunları falan” diyorlardı. Dedim “O zaman bunu canlı yayınlayalım, herkes izlesin”. Ve ben bunu söyledikten beş dakika sonra canlı yayındaydık. Ben resmi sayfalarımdan duyurdum canlı yayında olduğumuzu. 100-120 kişi izlemeye başladı birden. Sonra gittikçe arttı. Sayaç binleri gösterince basçı dedi ki “Abi ayağımızda çorap var, istersen kapatalım artık”. Daha sonra bunu organize bir şekilde yapmaya karar verdik. En son 1 ay önce yaptık, yayını 55 bin kişi izledi.

Ama bu insana para kazandıran bir şey değil, değil mi?

Sponsorlar var. İnsanların da çok hoşuna gidiyor. Bizim ev halimizi izliyorlar. Çok samimi buluyorlar.

Bugüne kadar kaç bin kişi seyretti en çok?

55 bin en fazla.

Eviniz villa mı? Eğer apartmansa alt komşular rahatsız olmuyor mu?

Bir kere yaptığımızda aşağı katta oturan Japon bir çift çaldı kapıyı. Arkadaşım içeri koşarak geldi “Abi Japonlar geldi” dedi. “Ne diyorsun” dedim. “Çağırın gelsinler” dedim. Biz salonda tıkış tıkış duruyorken, iki tane de Uzakdoğulu çift duruyordu arkamızda. Müziği duyup katılmak istemişler!

Apartmanda mı yaşıyorsunuz?

Apartmanda. Ertesi gün de gazeteye manşet oldu. Çünkü ben Instagram’a koydum, dedim ki “Uzakdoğulu komşularımız da bizi yalnız bırakmadı”. “Can Bonomo’nun evine Japon baskını” şeklinde manşet oldum. Ne kadar yaratıcılar.

Sizin şiir kitabınız da var, değil mi?

Kitabımın editörlüğünü Küçük İskender yaptı. Bir buçuk-iki sene önce çıktı. Şimdi yenisini yazmaya oturdum. Ot dergisinde yazıyorum ayrıca. Şiir kitabını yazmaya oturdum daha yeni. Onu askıya aldım. Şu an bir oyun yazıyorum. Tiyatro oyunu.

Siz mi oynayacaksınız?

Hayır, ben sadece yazıyorum. Senaryo doktorluğu yaptım ben uzun süre.

Ne demek o?

Bir filmin veya dizinin senaryosundaki karakterizasyon, iniş çıkış, çatışma gibi değerlerine çözümler bulan hem de insanların daha ilgisini cezbedecek bir hale koyacak kişi!

Niye bu işi yapmıyorsunuz? Şu an çok para kazandırır.

Para kazandırıyor evet.

Televizyon sektörü dizi üstünde dönüyor.

Yaptıklarım var. Ama söyleyemiyoruz. Filmler için de yaptım. Bütün senaryolar yazıldıktan sonra bize geliyor. Bir ekip olarak çalışıyoruz. Senaryoyu baştan sona okuyup iki ayrı şekilde değiştirmeye çalışıyoruz. Birincisi senaryonun sanat değeri atıyorum 10X para tutuyorsa, bunu nasıl aşağı çekebiliriz öyküyü sarsmadan. Öykünün daha akıcı olabileceği konusunda tavsiyeler veriyoruz senariste.

Bence de çok önemli. Senaryo kötüyse yaptığınız yatırım da…

O kadar ufacık hatalar batırabiliyor ki güzel işleri. Çok takip etmiyorum dizileri. Ama filmlerde çoğu zaman görüyorum bunu. “Ah be şu yüzden bu film 500 bin az izlenecek” diyorum. Öyle durumlar söz konusu olabiliyor.

Pahalı bir şey mi bu? Mesela atıyorum bir dizinin senaryo doktorluğu kaça yapılır?

Hiç bilmiyorum ki. Oyuncuların aldığına yakın alıyordur veya senaristin.

Bu dramaturjiyle aynı şey mi?

Hayır, ama bilmen lazım onu da. Senaryo doktorunun yapımcılar tarafından istenmesinin sebebi: Senaryo doktoru bir filmin 75 binlik bir sahnesini bir manevrayla 20 bine indirebilir.

Dizi seyrediyor musunuz?

Yok.

Hiç? Ben senaryo doktoru olsaydım bakardım.

Ama çok uzun süredir yapmıyorum zaten.

Siz de evinde televizyon olmayanlardan mısınız?

Yok var televizyonum. Playstation oynuyorum!

Çok garip. Son zamanlarda röportaj yaptığım insanlar hep aynı şeyi söylüyor “Televizyon izlemiyorum”. Bir tek kendim seyrediyormuş hissine kapılıyorum giderek!

Beni cezbeden bir şey yok. Eskiden vardı belki. Ama öyle bir arayış içerisinde değilim.

Siz ne yaparsınız mesela eve gidince? Ben ilk gider televizyon açarım.

Ben çalışıyorum. Ben hep yazıyorum. Bilgisayar oynarım.

Bu da başka bir bağımlılık. Televizyon da bir bağımlılık. Televizyona insana hayatta hiç katkısı olmayan bir bağımlılık. Ama bilgisayar oyunu da öyle.

Hiçbir katkısı yok. Belki analitik düşünmeyi de katleden bir şey bilgisayar. Çok korkunç bir şey.

Şiir?

Benim bir çalışma odam var. Her sabah kalkıyorum. İşe gider gibi, o odaya girip çalışıyorum. Kendi evimin içinde işe gidiyorum. Şiir yazıyorum. Şu an bir oyun yazıyorum mesela. Şarkı sözü de yazıyorum. Nereye gideceğini hiçbir zaman bilmiyorum. Enstrümanlarım da aynı odada duruyor. Ut alıyorum, çalıyorum. Gitar çalıyorum. Biraz daha gidip yazıyorum. Sıkılıyorum. Hiçbir şey çıkmıyorsa gidip bilgisayar oynuyorum biraz. Sonra tekrar yazmaya geri dönüyorum ve baya bir iş yerindeymiş gibi o orada duruyor.

Acayip bir disiplin.

Çok önemli olduğuna inanıyorum. En azından benim için, güzel çalışıyorum.

Mesela ben evde böyle bir şey yapabilir miyim diye düşündüm, zor. İkinci saatte dikkatim dağılır, giderim başka bir şey yaparım.

Ben yazdıklarımın yüzde 99.9’unu çöpe atarım. İstisnasız. Benim o yüzde 0.01’e ulaşmak için çok fazla ve sürekli yazmam gerekiyor. Ve benim her zaman yazıyor olmam gerekiyor.

Sıkıcı bir sevgilisiniz siz o zaman?

Bence çok iyiyim!

Düşünsenize, bir adamla evdesiniz ve sabah yataktan kalkar kalkmaz kendini bir odaya kilitliyor.

İşe gitseydim ne olacaktı? Bir mimar olsaydım, bir avukat olsaydım mesela?

O zaman başka bir mekândasınız. Ama siz orada aynı mekândasınız ve ulaşılmazsınız. Çalışıyorsunuz ve yaratıcılığın bölünmesi ve dikkatin dağılması gibi şeyler var. Mimar olsanız gelir odaya pat diye öper gider mesela!

O kadar da gestapo bir durumum yok! Tabii ki fireler veriyorum. Arada öğle yemeğine çıkıyorum. Arkadaşlarımı görmeye gideceksem hayır benim o saatlerde yazmam lazım demiyorum. Öyle o kadar acınası bir durum değil yani.

Neden şair olmak istiyorsunuz?

Çünkü çok seviyorum şiiri. Türkçeyi çok seviyorum. Ben İkinci Yeni’cileri çok seviyorum. Cemal Süreyalar, Turgut Uyarlar… Çok öykünüyorum onların yaşadığı o döneme. Birbirleriyle dost olmaları düşüncesi çok memnun ediyor beni. Cemal Süreya’nın bir şiirini okuduğumda mutlu oluyorum. Edip Cansever’in bir şiirini okuduğumda diyorum ki Cemal’in arkadaşı da ne güzel yazmış. Müthiş bir şey bu. Ve şu an nadiren bulunan bir şey.

Roman da okuyor musunuz?

Tabii.

Ne okuyorsunuz mesela?

Müzikte de, kitapta da benim çok seçkim yok. Onu okuyayım, bunu okuyayım diye... Çok heyecanlandığım yazarlar vardır, kitaplarını beklediğim. İhsan Oktay Anar mesela. Yazsın da ben okuyayım mesela. Hep yazsın. İyi bir yazar olmak istiyorum ben de. O yüzden çok yazıyorum. Çünkü bir işi 1 milyon saat yaparsanız o işte mükemmel olabilirsiniz. Saatimi tamamlamaya çalışıyorum.

Bu sizin bir teziniz herhalde. Dünyada böyle bir tez var mı?

Var. Bu bir tür deyiş zaten.

Ben bu tür idealler için yaşlıyım zaten ama gençken de böyle ideallerim olmamıştı benim.

Bu bir ideal meselesi mi acaba? Bilmiyorum. Evet, evet bir idealim var. Ben şair olmak istiyorum. En azından şair olarak ölmek istiyorum. Planlı bir hayat yaşamıyorum, bunu biliyorum.

Ama bu bir plan.

Ama bu benim master planım işte!

Ama bu da çok büyük bir plan. Ben şair olarak ölmek istiyorum demek.

Bu benim yapmak istediğim müthiş projem.

Ne eğlendirir sizi?

Arkadaşlarım.

Ama nasıl?

Sohbet ederek. Hobilerden bahsediyorsanız eğer paraşütçüyüm ben. Çok rahatlatıyor beni.

Niye?

Ölmüyorsunuz çünkü bir şekilde…

Adrenalinle ilgili hiçbir şey yapamam ben. Deli miyim mesela?

Delilikle ne alakası var? Hakikaten yok. Bunu yapmak için çok deli olmak lazım gibi bir şey değil bu. 4 kilometre yükseklikte seyreden bir uçak birden kapısını açıyor. Aşağı görüyorsunuz ve orası çok yüksek. Ve biliyorsunuz ki pasaja girdiğiniz anda yere atlayacaksınız ve bu ne kadar büyük bir özgürlük tahmin ediyor musunuz?

Benim bulunduğum yerden hiç özgürlük gibi gözükmüyor, öyle söyleyeyim.

Uçmak özgürlüktür öyle düşün. Bu gerçi düşmek!

Ölüme meydan okumak gibi bir şey mi bu?

Hiçbir şeyin böyle büyük bir söylem olduğunu düşünmüyorum. Yaşarsın ve ölürsün, budur yani. Bu eğlence. Uçağın kapısını açıp atlamak büyük bir eğlence.

Eğlence anlayışlarımız farklı. Eğlence sektöründe çalışınca beni de çok az şey eğlendiriyor. Bir arkadaşım şarkı söylerken filan seyretmeyi hiç sevmem ama, böyle ekstrem sporlara da yönelmedim hiç.

Arkadaşlarınızı seyretmek hoşunuza gitmiyor mu?

Çok gitmez.

Ne hissediyorsunuz?

Çünkü birisi bir şey söylüyor ve o sahnede tepki veriyor. Biliyorum ki o gerçek tepki değil. Mesela ben sizi şu an izlemeye büyük bir keyifle gelirim. Ama sizinle çok yakın olduktan sonra gelirsem inandırıcılığını kaybediyor!

Sahneye çıkan herkes çıktığı andan itibaren artık “kendisi” değildir. Çünkü sahnede herkesin bir prezantasyonu ortaya çıkar. Bunu yöneten bir alter ego da olabilir. Ve o kişi sahnenin tozunu attırıp sahneden inince yanınıza da gelebilir. Ben bu prezantasyonu izlemeyi çok seviyorum. Bu yüzden yakın arkadaşlarımı sahnede izlemek benim çok hoşuma gidiyor. Rıza Kocaoğlu benim çok yakın arkadaşım. Şu an bir tiyatro oynuyor ve müthiş bir oyun. Ve benim orada onda gördüğüm çok daha başka bir şey. Seyirciden daha farklı seviyorum o şeyi. Ben sahnede çok farklı biri olamıyorum. Ama benim tanıdığım çok insan da onlar da aynılar sahnede. Fatma benim çok yakın arkadaşım.

Fatma’dan umudum yüksek.

Müthiş bir ses. Müthiş bir kadın. Son çıkan albümümde back vokal yaptı bana. Beraber çalıştık. O kolarasyonu Çok seviyorum mesela. Fatma ile yakın arkadaş olmayı, Can Temiz’le yakın arkadaş olmayı çok seviyorum. Çünkü masaya bir şey koymaya çalışıyoruz. Bir şey anlatmaya çalışıyoruz. Ve ne kadar iyi dost olursak birbirimizi o kadar iyi tanıyoruz. Ve birbirimizin anlatılarına o kadar iyi yardımcı olmaya çalışıyoruz. Eğer biz önümüzdeki 10-15 sene sonra güzel bir yere gelirsek bizim Can’la olan bu iletişimimiz Cemal Süreya ile Edip Cansever arkadaşlığı gibi olacak. Ne kadar mutluluk verici.

Biraz ütopik ama güzel.

Evet ama biraz ütopik diye neden vazgeçeyim ki? Ben deniyorum, bana bir şey olmuyor. Kimseye bir şey olmuyor.

Sanki şey gibi: Başka bir dünyada yaşıyorsunuz ve konser için veya bir başka şey için buraya sonra tekrardan dönüyor gibisiniz. Kendinize kurduğunuz dünya var, orada yaşıyorsunuz.

Kendi kendime yarattığım güven alanım var. O alan içerisinde şiir yazıyorum, o alan içerisinde arkadaşlar topluyorum. Ve her işimi o güvenli alanda halletmeye çalışıyorum. Onun dışına çıkmamaya çalışıyorum. Çünkü çıktığım zaman rahatsız ediyorum kendimi. Mesela bu röportaja ilk başladığımız zamanda çok rahatsızdım. Ama şu an biliyorum ki siz iyi bir insansınız. Ve rahat hissediyorum kendimi. Her şeyi o güven alanı içerisinde yapıyorum. Belki dediğiniz o paralel dünya budur. Bir süreden sonra ‘insan sarrafı’ oluyor insan ama ben daha o mertebede değilim. Birisi kolayca kandırabilir veya dolandırabilir beni. Saf bir insanım.

Ne konuda kazıklayabilir ki sizi insan?

Dost kazığı derler ya. Dolandırmaktan bahsetmiyorum.

Sizin parayla da aranız kötüdür?

Çok kötü. Öğrenmeliyim onu. O listemde var. Bu masada herkeste bireysel emeklilik var mı?

Bende var. (ARKADAN SES: Bende de var. ARKADAN SES: Bende yok.)

He, iyi bari.

Ama bu genç olmakla ilgili. Yaşlandıkça benim artık kendim için bir şey yapmam gerekiyor diyor insan.

İşte şu an ben onu demeye başladım. Ama hangi adımı atmak? Ne yapmam gerekir?

Ama sanırım bu duygu aileden gelen bir şey. Ben memur bir aileden geliyorum.

Siz X kuşağındasınız. Ve bir biriktirme söz konusu. Ama Y kuşağında böyle bir şey hiç söz konusu değil. Annemiz, babamız savaş görmedi, apolitik bir jenerasyonuz zaten.

Ben hiç Y kuşağının politik olduğunu düşünmüyorum.

Hevesli bir jenerasyonuz aslında. Etken ve edilgen bir durum söz konusu.

Ama o heves çok sabun kabuğu türünden bir heves.

Galiba.

O yüzden bizim hayatımızda da Y kuşağı bir şeyi değiştirmiyor.

Her şeyden biraz biraz anlayıp hiçbir şeye tam olarak vakıf olamamak. Ama buradan bir şeyler çıkarmak lazım. Bir şeyler yapmamız lazım. Ben onu istiyorum ama bu işte benim nihai planımın bir parçası. Belki bir şey değiştirebilirim. Ne güzel olur. Artık doktor olamam, iş işten geçti. Ama şair olabilirim. Ben ailemden çıkan ilk üniversite mezunuyum. Anneannem de benimle çok dalga geçerdi. Okudun da ne oldun? Sanatçı oldun. Dalga geçiyordu. Ben de ona “Okudum da doktor oldum” diyordum. “Ne doktoru be?”. “Senaryo doktoru oldum. O da doktor, o da doktor.”

Bir yandan da popüler kültürün çok da göbeğindesiniz. Bu entelektüel olma durumu, şiir yazmak, popüler kültüre biraz tezat sanki! Yormuyor mu sizi?

Memnun bir adamım ben.

Hiç öyle gözükmüyor. Bence çok sorgulayan bir haliniz var. Bu kadar düşünen ve yazan bir insanında böyle olması çok normal.

Agnostik olmalı zaten, sanat üreteceğim diyen bir insan. Ben kendimi sanatçı olarak da görmüyorum. İcracı diyeceğim. İcracı olmak istiyorsanız agnostik olmalısınız. Sürekli olarak sorular sormalısınız. Bazı şeylerin altında ne yatıyor araştırmanız lazım.

Çok da romantik bir adamsınızdır siz?

Belki de ama realitede aslen beslendiğimiz şeyler. Bir şeyin reel olması ve bizim onu bükmemiz, kırmamız gerek. Biz gerçeklerden de yararlanıyoruz. Ve asıl yararlanmazsak bu üretime büyük bir sekme olarak yansıyabilir. Ben dolayısıyla romantik olduğumu düşünmüyorum. Romantizm edebiyat akımı sadece!

Böyle başka bir evrende yaşıyorsunuz gibi ya, sanki bu hayatta birçok şey sizi kırıyormuş gibi ama bu kırılma sizin sanki bilmemenizden kaynaklanıyor gibi bir duygu geldi üzerime.

Bilmediğim birçok konu vardır tabii. Ama bu beni çok saf ve iyi bir insan olarak portreleyen bir şey ama belki de o kadar da iyi niyetli değilim. Her zaman çok iyi bir insan değilim. Evet, safım ama bazen istemeden insanların kalbini ben de kırabiliyorum. O naiflik, evet insanın kalbini kırabilecek bir şey. Bir şeyleri bilmeden yapan ve bilmediği bir şey başına geldiği zaman üzülen adam çok saf ve naif bir adamdır. O kadar naif olduğumu düşünmüyorum.

Gerçek hayatla da bağlantım var diyorsunuz yani?

Var tabii ki. Kesinlikle var. Bankaya filan gidiyorum ben. Yani öyle şeyler de yapıyorum.

Ama sevmiyorsunuzdur.

Hayır, sevmiyorum. Toplantılar, bilmemler filan...

Röportajlar?

Hayır, sohbet etmeyi ben çok seviyorum. Bu başıma bela getirmeyecekse bu iyi bir anı olarak kalacaktır. Sizinle tanışmış oldum.

Ne gibi bir bela getirebilir?

Öyle oluyor bazen. Bir röportaj yapıyorsunuz ve facia çıkıyor ortaya.

Sizin de otokontrolünüz gelişmiş ama.

Reflekslerimi daha törpülemeye başladım. Çünkü idmanlıyım bu konuyla ilgili. Ama bu mesleki bir deformasyon. Çünkü hayatımda da bunun zararını görüyorum. Ketum biri oluyorsun çünkü. İçine kapanıyorsun, çok içine kapanıyorsun. Zaten benim mesleğimin bir durumu bu. İnsanlarla iletişimin seni kötü yerlere götürmesi ya da senin canını acıtması seni daha çok kapatıyor.

Star olmanın belası.

Star olmak ne demek? Star değilim ben. Olmak istemiyorum. Star ne demek?

Merak edilen, yıldız!

Bu başarılı olmaksa ve iltifat niteliğinde kullanılıyorsa güzel. Ama bence imge olarak çok kötü. Yıldızlar çok uzakta ve yalnızdırlar, ayrıca ölüdürler. Sadece çok uzakta oldukları için biz onları parlıyor görürüz, aslında ölüdür onlar. Ne kadar kötü bir şey o zaman. Ben yıldız olmak istemiyorum. Ben şair olmak istiyorum. Sevilen bir şair.

Hayatta ölüler, bir tek sahnede canlılar. Doğru. Ama piyasanın içinde birçok insan da ona ulaşmak için çalışıyor. Çünkü piyasaya girme sebebi bu. Oraya geliyor ve birisi onu itmesin diye bir de orada savaşıyor.

Birisi şair olmak ister, birisi ölü. Bunu anlayabiliyorum. Niyet meselesi sadece. Hayattan istediğim şey başka benim. Yıldız olmak istemiyorum, biliyorum.

Hiç ölmek istediniz mi?

Hayır. Hayat çok güzel bir şey. Deli gibi güzel. Keşke daha fazla yaşayabilsek. 90 yaşına kadar mesela. Çok içersen 70! Bizim ailede tüm erkekler sirozdan öldü. Kadınlar kanserden. Ölmese ne güzel olur.

Türkiye’nin içinde bulunduğu durumla ilgileniyor musunuz?

Tabii ki. Burada doğdum, burada öleceğim bunu biliyorum. Kesinlikle bunu biliyorum. Ne olursa olsun burayı çok seviyorum.