Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar, TSK'daki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimiyle ilgili olarak "'Askeri dikta mı, polis devleti mi? Seç birini' diyorsanız, benim tercihim (c) şıkkı olur: Hiçbiri! Darbeciyle aynı safta görünmeme kaygısıyla, böyle katı bir otoriterleşmeye, hukuksuzluğa, cadı avına, idam hazırlığına göz yumarsak, demokrasiyi dualar eşliğinde gömmüş oluruz Darbenin panzehiri sivil darbe değildir" dedi.
Can Dündar'ın, "Düşmanına benzeyen savaşı kaybeder" başlığıyla yayımlanan (28 Temmuz 2016) yazısı şöyle:
Bir uçurumun kenarından döndük. Darbeciler kazansaydı: Bombaladıkları Meclis’i kapatacaklardı. Sıkıyönetim ilan edip ellerindeki listelere göre kendilerine yakın komutanlar, rektörler, valiler, hâkimler atayacak, hukuku ayaklar altına alacaklardı. Bir cadı avında darbeye direnen herkesi hapse atacaklardı. Kendilerinden olmayan yayınları yasaklayacak, gazetecileri tutuklatacaklardı. Avrupa’yla ilişkileri askıya alacak, idam sehpaları kuracak, kötü muamele ve işkenceye yeniden başlayacaklardı. Müdahale sırasında ölen darbeciler kahraman sayılacak, darbeye direnenler “Hainler Mezarlığı”na gömülecekti. Boğaz Köprüsü’nün adı, halka sorulmadan değiştirilecek, “Yurtta Sulh Köprüsü”olacaktı.
***
Çok şükür ki kazanamadılar. Hükümet son anda uyandı, halkı sokağa çağırdı. Darbeyi şiddetle bastırdı. Sonra? Hemen OHAL ilan edip Meclis’i atlayarak kararnamelerle ülkeyi yönetme yetkisi aldılar. Darbecileri cezalandırma adı altında başlayan cadı avında ellerindeki listelerden muhalif saydıkları subayları, akademisyenleri, mülki idare amirlerini, hâkimleri içeri alıp kendilerine yakın kadrolar atadılar. Gazeteleri kapattılar, gazetecileri gözaltına aldılar. İşkence izleri ekrana yansıdı. Öldürülen darbeciler için “Hainler Mezarlığı” açıldı; direnirken ölenler şehit sayıldı. Cumhurbaşkanı, “İdam cezası önüme gelirse onaylarım” dedi. Avrupa, bu gerçekleşirse üyelik görüşmelerinin duracağını açıkladı. Ve Boğaz Köprüsü’nün adı, halka sorulmadan değiştirildi: “15 Temmuz Şehitleri Köprüsü.”
***
Tamam, arada önemli bir fark var: Biri seçimle gelmiş bir hükümet; öbürü silah zoruyla iktidar olmaya çalışan bir çete... Bize düşen, her zaman darbeciye karşı seçilmişin hakkını savunmaktır. Ama ya seçilen, kendisini iktidara taşıyan demokrasiyi hiçe sayarak Meclis’i bertaraf ediyor, yargıya, medyaya, üniversiteye, sermayeye el koyuyorsa? Fırsattan istifade daha da despotik bir rejime hazırlanıyorsa? Bu durumda, “Demokrasi bayramı kutluyoruz” diye meydanları dolduranların, “Dur bakalım, biz bunun için mi yattık tankların önüne” demesi gerekmez mi? Bu sonucu öngördüğü için “şenliğe” ortak olmayanları suçlayabilir miyiz? Darbe gecesi saldırıya uğrayan Alevi mahallelerindekilere “Salayı duyduğunuz halde niye bayramı kutlamadınız” diyebilir miyiz? Birlik beraberlik havasıyla, “İdam isteriz” nidaları ve mehter marşları eşliğinde yürünen felaketi gözardı edebilir miyiz?
***
“Askeri dikta mı, polis devleti mi? Seç birini” diyorsanız, benim tercihim (c) şıkkı olur: Hiçbiri! Darbeciyle aynı safta görünmeme kaygısıyla, böyle katı bir otoriterleşmeye, hukuksuzluğa, cadı avına, idam hazırlığına göz yumarsak, demokrasiyi dualar eşliğinde gömmüş oluruz Darbenin panzehiri sivil darbe değildir. Darbenin panzehiri, yargının bağımsız, medyanın hür, Meclis’in devrede olduğu, diktanın değil, çoğulculuğun savunulduğu, kin ve intikam duygularının karşısına sağduyunun konulduğu, idam sehpalarının değil, diyalog köprülerinin kurulduğu ve köprülerin adının hep birlikte konulduğu bir özgürlükçü demokrasidir. İzzetbegoviç’in efsane teşhisiyle bitirelim: “Savaş, ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir.”