Can Dündar: En başından beri çıkışımızın Anayasa Mahkemesi kanalıyla olacağını düşünüyordum

Can Dündar: En başından beri çıkışımızın Anayasa Mahkemesi kanalıyla olacağını düşünüyordum

Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) "hak ihlali" kararıyla özgürlüklerine kavuşan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül, Silivri Cezaevi'ndeki 92 günlük tutukluluk günlerini anlattı. Cumhuriyet'ten Aydın Engin'in sorularını yanıtlayan Dündar ve Gül, İddianameyi avukatlardan değil Sabah gazetesinden öğrendiklerini söyledi. “İddianameyi görür görmez çıkacağımızı anladım” diyen Can Dündar, “Ben baştan beri bizim çıkışımızın Anayasa Mahkemesi kanalıyla olacağını düşünüyordum. Ama tam zamanını kestiremiyordum, bu kadar erken de beklemiyordum itiraf edeyim” diye konuştu. Erdem Gül ise, 470 sayfalık iddianameyi 15 dakikada okuduğunu söyleyerek, “Bir gün çıkarız diye düşünüyorduk elbette. Ama bir ağırlaştırılmış müebbet, bir müebbet ve 30 yıl filan isteniyor. Çok ciddiye almadım” dedi.

“Koridorda karşılaştık. Atak yaptık, sarıldık, hemen ayırdılar. Beni Erdem'den koruyorlar. Bir saldırı olmuş, Ankara'da sınırım. Alaattin Çakıcı'ya biri kalem mi saplamış, bir şey yapmış. O yüzden ‘çok yüksek güvenlik’ten ‘iyice çok yüksek güvenlik’e geçilmiş.”

 

Dündar ve Gül'ün Silivri'deki 92 günlük tutukluluk günlerini anlattığı beş günlük söyleşinin üçüncü bölümü şöyle:

 

 

Tecrit üstünde çok vurgulu duruyorsun Can. Haklısın da. 2001’deki o kara ünlü “Hayata Dönüş” operasyonuna yol açan direniş de tam bu nedenleydi: Tecrit... Bu konuyu biraz daha açalım mı?

Can Dündar : Tabii. Önce şunu söyleyeyim: Biz çok şanslıydık, gidenimiz gelenimiz çoktu. Orada hiç geleni gideni olmayan, cebinde 5 kuruşu olmayan, bir mektup zarfına parası yetmeyen insanlar var. Bu insan bir yerde unutulmuş, tek başına yaşıyor. Öldürülme korkuları var, zehirlenme korkuları var. Gece yarısı ateşin çıksa, yere düşsen sesini duyuramazsın, ölür gidersin. Bu korkunç bir şey. Oysa görünüşte hiçbir şey olmadı. Sadece yalnız kaldın. Yalnızlaşmak korkunç bir şey. Diyelim para buldunuz, televizyon aldınız ama bilgisayar yok, daktilo yok, internet yok, çamaşır, bulaşık makinesi, yani şu yüzyılda insanoğlunun keşfettiği hiçbir şey orada yok. Öyle bir yerde tek başına bırakıyor seni devlet. Bir de mesela gardiyan diye biri var. Filmlerde, Erdem’in bahsettiği yerli filmlerde gardiyan çay getirir, sigaranı yakar, derdini paylaşırsın, bir türkü söyler. Silivri’de bunların hiçbiri yok.

 

"Otomatize olmuşlar..."

 

Mutlak bir tecritten bahsediyorsun.

Erdem Gül: Orada bir kamera var ve kamera sürekli sana bakıyor. Kamera bakıyormuş gibi bir sistem yaratılmış ve onlar otomatize olmuşlar artık.

Can Dündar: İnsanlar bunun için öldüler. Bizi orada assalar ve intihar etti deseler hiçbir şey kanıtlanamaz.

Aynı koridorda yatan öteki tutuklularla tanışmanız nasıl oldu?

Erdem Gül: Bizim koridorda sekiz tane hücre var. Gelirken baştan itibaren görerek geliyoruz. Zaten şöyle bir şey, her hücrenin kapısında fotoğraf ve isimler var. Bir numara Süleyman Karaçöl, iki numara Gültekin Avcı. Uzun süre bizim Nokta’cı arkadaşlarımız Murat ve Cevheri vardı. Bizim arkamızda birtakım polisler olduğunu tahmin ediyoruz.

Cemaatçi diye tutuklanan polisler mi?

Can Dündar: En son MİT TIR’larında yakalanan silahlarla ilgili Jandarma Kriminal’den bir albay geldi. Onun da tek suçu “Evet TIR’larda mühimmat yakalanmış” diye bir rapor vermiş

Tanışma dedim ama bu anlattıklarınız gerçek bir tanışma değil.

Can Dündar: Camdan öyle el sallıyorduk. Allah kurtarsın, geçmiş olsun, bu kadar...

Erdem Gül: Ses de az geliyor zaten, camın ardından boğuk geliyor. Gelip geçerken oradan görüyorsun

Can Dündar: Avukat görüşmelerinde, onların da avukat görüşmeleri varsa oradan uzaktan el sallayıp

Erdem Gül: Biz Can’la ayrı kaldığımız ilk 40 günde bize iki avukat aynı anda geldiyse el sallaştığımız oldu.

Ama ilişki el sallamadan ibaret...

Can Dündar:  Bir kere bir koridor boşluğunda gördük birbirimizi, atak yaptık, sarıldık, hemen ayırdılar. Beni Erdem’den koruyorlar. Bir saldırı olmuş, Ankara’da sanırım. Alaattin Çakıcı’ya koridorda biri kalem mi saplamış, bir şey yapmış. O yüzden “çok yüksek güvenlik”ten “iyice çok yüksek güvenlik”e geçilmiş. Biz koridora girdiğimizde Erdem’in de avukatı varsa onları bekletiyorlar, koridorlarda bile yalnızsın yani.

 

Gazetede bize avukatlar “Aynı hücreye kondular’ diye haber verdiler. Ne zamandı bu?

Erdem Gül:  4 Ocak olmalı yanılmıyorsam. Girdiğimizin ikinci haftasında bize spor hakkı verdiler. Haftada iki gün spor yapabilirsiniz dediler. Pazartesi günü 14.30, Çarşamba günü 15.00 mesela. Çarşamba günkü açık spor, Pazartesi kapalı salonda. Biz açık bölümü daha çok seviyorduk. Kantinden top aldık.

Salon mesela bir basketbol sahası kadar var mıydı?

Erdem Gül: Halı saha kadar. Öbürü de salonda yani voleybol salonu filan kadar. Zaten voleybol filesi de vardı. Biz Can ile karşılıklı voleybol ağının üstünden futbol oynardık.

Ben aynı koğuşa ne zaman kondunuz diye sormuştum..

Erdem Gül: 4 Ocak’ta. O gün sporumuz vardı. Sporumuzu yaptık, geldik hücrelerimize mi diyeyim, dublekslerimize mi diyeyim, her neyse, cezaevi müdürü geldi. Bana “Ya size iyi bir haber var” filan dedi. “Nedir” dedim ben, ‘Sen o dilekçeyi vermiş miydin’ diye sordu. “Evet” dedim. Aslında dilekçe yazmamıştık daha. Müdür bize , “yazın” diyor. Dilekçeyi hemen hızla yazıp verdim. Ondan sonra “Ne zaman olur, bugün olur mu” diye sordum. Az sonra hızla geldiler; çay yapmıştım; çayı içemeden “Hızlıca gel” dediler.

Yani sen Can’a gittin?

Erdem Gül:  Evet, ama günübirlik misafirliğe değil, yatıya gittim...

 

"Telif hakkı ödemeyen savcı"

 

Ve iddianame yazıldı. İddianameyi size avukatlar mı getirdi?

Erdem Gül: Hayır, Sabah gazetesinden öğrendik.

Nasıl yani?

Erdem Gül: Haberini orada gördük. İki Cumhuriyet alıyoruz, gerisi tek tek. Toplam 15 gazete okuyoruz. Ben iktidar yanlısı gazetelerden başlıyorum, Cumhuriyet’i en son okuyordum, Can tersini yapıyor...

Can Dündar: Ben öbürlerini zaten okumuyordum. Sinirimi bozmamak için. Erdem’den alıyordum o haberleri.

Erdem Gül: O gün Can dişçiye gitmişti; ben yalnız olduğum için sabah gazetesinde gördüm. İddianameden önce bizim için tek müebbet isteniyordu, iddianameyle müebbet sayısı ikiye çıktı. Cebir ve şiddet eklendi

 

"15. dakikada bıraktım"

 

İddianame size fiziksel olarak ulaştığında ilk tepkiniz ne oldu? Ürküntü mü, yoksa gayri ciddi mi buldunuz?

Erdem Gül: Hukuki metinler konusunda ben daha çok metin okuyordum. Okumam gerekiyor bir de, belge okumaya yatkın bir tarzım var, merak da ediyorum onları. İlgimi heyecanlı bir şekilde çeken iddianameler olmuştu geçmişte. Bizimkini 15. dakikada bıraktım, Can şahit. Okunmuş kitapların arasına bıraktım. Ondan sonra belki bir kere elime aldım, o da uzun uzun üzerinde durmadım. 470 sayfalık iddianamemiz topu topu 20 dakikamı almıştır.

 

Son kısmını okuyunca duygu ne?

 

Erdem Gül: Bizim içimizde şöyle bir şey oldu. Bir gün çıkarız diye düşünüyorduk elbette. İstek olarak içimizde var. Ama bir ağırlaştırılmış müebbed, bir müebbed ve 30 yıl filan isteniyor. Çok ciddiye almadım.

Can Dündar: Ben hem sevindim, hem üzüldüm. Sevindim çünkü içinde hiçbir şey yok. Sıfır. Dedim ki “Yırttık biz bu iddianameyle”. Görür görmez çıkacağımızı anladım. Hiçbir şey bulamamışlar ve bir komplo kurmaya da vakit bulamamışlar ya da becerememişler. Bir yandan da üzüldüm. İddianame neredeyse benim yazılardan oluşuyor. O yazıları ben biraraya getirmek istiyordum. Kitap yapacaktım, savcı benden önce davranıp, telif de ödemeden 52 yazımı bir araya getirmiş. O da bir emek ama ben iddianameyi hâlâ okumadım desem inan. İçeride daha ciddi şeyler, hoşuma giden şeyler okudum.

 

Bu iddianameden bir şey çıkmaz dedin mi?

Can Dündar: 1-2 yıl hapis isteseydi ciddiye alırdım. İki kere müebbet isteyince, tamam çabuk çıkarız buradan dedim...

 

Gayri ciddi bir şey...

 

Yani üzerine çizme, not alma gibi bir şey yok. Siz iddianame üstünde çalışmadınız. Tembel tutuklular oldunuz?

Erdem Gül: Ben şimdi sana çok temiz bir şekilde, kullanılmamış halde elimizdeki iddianameyi verebilirim.

Can Dündar:  Gayri ciddi bir şey, hiç okumaya değecek bir şey değil.

 

Anayasa Mahkemesi raportörü hak ihlali olduğunu belirten bir rapor verdi. Bence hukuksal anlamda örnek bir rapor verdi. O raporun içeriği size ulaştı mı?

 

Can Dündar: Evet tabii. Erdem’le aramızdaki en büyük farklılık orada doğdu. Ben baştan beri bizim çıkışımızın Anayasa Mahkemesi kanalıyla olacağını düşünüyordum. Ama tam zamanını kestiremiyordum, bu kadar erken de beklemiyordum itiraf edeyim. Erdem ise hep bizim doğal mahkememizle tahliye olacağımızı düşünüyordu. İlk başta ben de 25 Mart’ı bekliyordum. Duruşma gününe kadar olan günleri sayıyorduk. Ben araba plakalarını iyi bilmem. Erdem “Bugün Sinop’tayız, yarın Sivas, öbür gün Tekirdağ diye sayıyordu mahkeme için. Anayasa Mahkemesi öne alınca ben saymayı güne değil şafağa düşürdüm. Ben 3 sayıyorum, erdem hâlâ 30 sayıyor. Bana “Uçup durma, çok fena çakılacaksın” diyordu. Bense “oldu bu iş; bitti bu iş” havasındayım. Olmasaydı ben çok fena çakılacaktım.

Erdem Gül: Bu hayal kırıklığı meselesi, sen iyi bilirsin Aydın Abi, hapiste o duyguyla baş etmek daha zor olabilir. Ama Can bana “Boş ver çakılayım, sen beni düzeltirsin” dedi, çakılmayı göz aldı.

Can Dündar:  O da güzel, insani bir his. Yani uçmak şeyse ya bırak tadını çıkaralım, ne güzel uçuyoruz işte. Sonra çakılırsak çakılırız; n’apalım yani?

 

“Gardiyanlarda mahkûm”

 

Hapishane yemekleri ile aranız nasıldı?

 

Erdem Gül:  Can’ın benden daha iyiydi

 

Ne demek bu? Yemekler lezzetli miydi yani? Hiç inandırıcı değilsiniz...

Can Dündar: Havyarlar biraz tatsızdı. Ben çok seçmem ama kötüydü tabii yemekler. Kötü ve yağlıydı. Çok tuzluydu

Erdem Gül: Ben tuzdan biraz rahatsız olurum. Bir tane genç bir görevli geldi, “Abi yemekleri nasıl buluyorsunuz” dedi. “Biz aç kalmamak için yiyoruz” dedim. “Abi görmüyor musunuz yemeklerin kötülüğünü” dedi. “Sen bu yemeklerden mi yiyorsun” diye sordum. “Evet dedi, “Abi lütfen dilekçe verin, siz dilekçe verirseniz yemekler düzelir”. Yani onlar da mahkûm orada.

Can Dündar: Ben girerken racon neyse ona uymaya çalışacağım demiştim. Bunun içinde sigara da var, yağlı yemekse o da var. Duvara çizik atmak da var. Tespih çekmek de var. Volta atmak da var. Girmişin artık sızlanma ve ne gerekiyorsa yap.

 

Peki yemeklere operasyon yaptınız mı? Kıdemli hapishaneciler öyle der. Yemeklere operasyon yapılır...

Can Dündar: Onu çok tavsiye ettiler. Özellikle Tuncay Özkan “Sakın ha yemeyin, zehirlenirsiniz, yıkayın mutlaka” dedi. Biz hiç öyle bir şey yapmadık. Ama ben yağını döküp baharatla destekleyip, nane kekikle tanınmaz hale getirme yöntemiyle hallettim daha çok.

Beraber olunca sorumlu kimdi yemekten, yani aşçıbaşı?

Erdem Gül: Bir tane ısıtıcımız vardı zaten, altta su, üstte çay ve kahve yaptığımız. Tek bir ısıtıcımız vardı. Eski anlatımlardan biliyorum, onun üstünde çeşitli yemekler denemişler. Ama biz 90 günlük süre içinde hiç bunlara girişmedik. Hiç uğraşmadık. Zaten biz her türlü yemeğe fit olacak kadar açlık çekmedik. Ayrıca Can meyveye epey düşkün, Can gidince manav bölümünün satışlarında ciddi bir düşüş olmuştur.