Radikal gazetesi yazarı Cengiz Çandar, Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) Kobanê’ye yönelik saldırıları karşısında hükümetin tavrını eleştirerek, “PKK'yi IŞİD ile ‘eşit’ görür ve ‘terörist’ olduğunu söylemeyi her vesile ile ihmal etmezseniz ve PYD'yi bile bu nedenle ‘çizer’ ve hatta Kobani'yi ‘gözden çıkartırsanız’; PKK lideri ile birlikte, Türkiye'deki ‘çözüm süreci’ni, tüm Kürtleri aldatmadan, nasıl ‘barış’ yolunda ilerletirsiniz?” diye sordu.
Çandar’ın Radikal’de “Nereye kadar” başlığıyla yayımlanan (26 Ekim 2014) yazısı şöyle:
Tayyip Erdoğan, Obama’ya “Birinci tercih ÖSO (Özgür Suriye Ordusu), ikinci tercih peşmerge” diye söylemiş olduğunu açıkladı. PYD’de “silah yardımına karşı olduğunu” da ABD Başkanı’na bildirmiş. Amerikan yönetiminin, Tayyip Erdoğan’ı ve Türkiye’deki AKP iktidarını, “müttefik bir ülke”de “görünür vâdede alternatifi görünmeyen” ve dolayısıyla “katlanılması mecburi” ama bir “başağrısı” olarak gördüğüne dair sayısız örnek, her gün gerek Amerikan basınına yansıyor, gerekse Amerikan sözcüleri tarafından –sözlerini ne kadar dikkatle seçerlerse seçsinler- anlaşılır biçimde dile getiriliyor. Washington’un Türkiye’nin Cumhurbaşkanı'na ve iktidarına karşı izlediği yöntem; kaale almamak ve bildiğini okumak ile çeşitli baskı yöntemlerine başvurarak istediğini yaptırmak arasında gidip geliyor. Tabii, Türkiye’nin “eşsiz jeopolitik değeri” ve NATO müttefiki olması özellikleri, Washington’a “ipleri kopartmadan” bir yol tutturmak konusunda zorluyor. Bu zorlanma halini de, her vesilede görebilmek mümkün. Örneğin, New York Times’ın dünkü yazımızda geniş yer verdiğimiz önceki günkü “Kobani niçin kurtarılmalı?” başlıklı başyazısında yer alan şu ifadeler, Amerika’nın “Türkiye başağrısı”nı yeterince yansıtıyor olmalı: “Amerikan operasyonunun büyük kayıp parçası, Kobani’deki Kürtlere yardımdaki kayıtsızlığı Amerika’nın stratejisinde süregelen zayıflıklıkları ortaya çıkartan Türkiye’dir… Türkiye en iyi zamanlarda bile sıkıntı veren bir NATO müttefiki olmuştur. İşler, Suriye cumhurbaşkanı Başar el-Esad’ın İslam Devleti’nden (IŞİD) daha büyük bir tehlike olduğunda ısrar etmesi ve çeşitli Kürt gruplar ile karmaşık ilişkilerinden ötürü daha da kötü hale gelmiştir. Türkiye uzun vakitten beri, ilk amacı Esad rejimini devirmek olan İslam Devleti’ni (IŞİD), Suriye sınırlarından militan, silah ve para geçmesine izin vererek güçlendirmiştir.”
Bu bakış açısı, herhalde, New York Times yazı kurulu tarafından değil, Amerikan yönetiminin bir çok unsuru tarafından da paylaşılmaktadır. Tayyip Erdoğan, böyle bir bakış açısına sahip yönetimin başındaki Obama’ya “önce ÖSO” diyerek, kendince “uyanıklık” yapıyor. Yani, “Kobani’de IŞİD’e karşı PYD değil de, ÖSO savaşsın; birlikte destek olalım” demiş oluyor. Bu “uyanık” önerideki cesareti, kuşkusuz, Obama’nın Suriye’de IŞİD hedeflerinin bombalanmasına paralel olarak, ÖSO imasıyla Esad rejimine karşı “ılımlı muhaliflerin destekleneceği”ni belirtmiş olmasından alıyor. Ne var ki, şu sırada ÖSO, bir bakıma, yeniden inşa halinde. Doğru dürüst işleyen bir komuta-kontrol mekanizması yok. Temmuz 2012 ile Temmuz 2013 arası ÖSO, iç çekişmelerle felç oldu. Suriye’nin kuzeyinde onun yerini, Türkiye’deki iktidardan da destek gören “militan İslamcı” örgütler aldı. Zaten, bu desteğin bir bölümünün IŞİD’e kaydığı öne sürülüyor. Hele hele, 2014 Ağustos ayında, yani şunun şurasında iki ay önce IŞİD’in üst-düzey komutanlarından biri, Abu Yusuf, “Amerikan, Türk ve Arap subayları tarafından eğitilen ÖSO mensuplarının bir çoğunun IŞİD’e katılmakta olduğunu, Doğu Suriye’de artık Özgür Suriye Ordusu kalmadığını, Doğu Suriye’deki ÖSO’nun tümünün IŞİD’e dönüştüğünü” açıklamıştı. Bu yılın şubat ayından itibaren ÖSO’nun tepesinde de değişiklik oldu ve General Selim İdris’in yerini General Abdülilah Başşar aldı. Aralık 2012’den itibaren, ÖSO’nun üst komuta heyetinin üçte ikisi, Selim İdris’in iki yardımcısı Suriye Müslüman Kardeşleri ile ilgiliydi. Tayyip Erdoğan’ın ve AKP iktidarının “ÖSO aşkı”nı, bu “Müslüman Kardeşler ağırlığı” ile açıklamak doğru olabilir. Obama’nın “Suriye muhalefetine destek” açıklamasından sonra, son birkaç aydır yeniden palazlanmakta olan ÖSO’da 20-25 kendi başına hareket eden grup söz konusu. Acaba, Tayyip Erdoğan, Kobani için hangisini uygun görüyor? Bu grupların içinde en güçlüsü IŞİD ile Halep cephesinde çatışmış ve diğerlerine oranla en iyi eğitilmiş ve Amerikan yapımı TOW (BGM-71) füzeleri elde etmiş olan Hareket Hazm. Hareket Hazm’ın dışında Kataib Şems el-Şimal (Kuzey Güneşi Tugayları), ki, bu grup gayet anti-İslamcı bir tavır içindedir ve ÖSO’nun daha önceki komuta heyetini İslamcılarla işbirliği yapmış olduğu için eleştirmektedir, Tecemmu Fecr el-Hurriya (Özgürlük Şafağı Topluluğu), Liva Cephe-tül Ekrad (Kürtler Cephesi Tugayı), Tecemmu Thuwar el-Şimal (Kuzey Devrimcileri Topluluğu), Liva Thuwar el-Rakka (Rakka Devrimcileri Tugayı) gibi, merkezi komutanlığa bağlı olmasa da, “ÖSO namına” hareket eden birimler var. Bunların hemen tümü, IŞİD’e karşı ve birçoğu Halep ve çevresindeki Kobani’de IŞİD ile çarpışan YPG’nin müttefiki, onunla birlikte hareket eden veya yakın geçmişte birlikte hareket etmiş olan güçler. Örneğin, Rakka Devrimcileri Tugayı, Rakka’nın IŞİD eline geçmesinden sonra Kürt bölgelerine iltica ederek, mücadelelerini oradan sürdürdüler. Dolayısıyla, Tayyip Erdoğan’ın hangi ÖSO’dan söz ettiği meraka değer. Eğer yukarıda adı geçen ÖSO birimlerinin biri ya da birkaçını kastediyor ise, onlar zaten ya YPG ile birlikteler veya YPG’ye dayanma ihtiyacındalar. Önemli olan, Tayyip Erdoğan’ın, ÖSO ile Irak’tan gelecek peşmerge güçlerini –kerhen- kabul etmesine karşılık, Kobani için kan dökmüş olan ve Kobani ile birlikte, dolaylı yoldan, Türkiye’nin ve hatta AKP iktidarının selametini korumuş olan YPG’yi istememesi; istememek bir yana, YPG üzerinde en ağırlıklı örgüt olan PYD’yi “terörist” olarak gördüğünü defalarca ilân etmiş olması. PYD’ye yönelik bu tutum ve bakış açısı, birkaç yönden son derece sorunlu: Kobani, ABD’yi politika değişikliğine zorlayacak çapta ve boyutta, IŞİD’e karşı “destansı” bir savunmanın öznesi ise, bu savunmayı gerçekleştiren YPG’ye ve Kobani yönetiminde ağırlığı olan PYD’ye karşı bu “düşmanca” tavır ile, ne “anti-IŞİD koalisyon”da ABD ve diğer Batılı ülkelerle birlikte olunabilir ve, daha da önemlisi, ne Kürtlerin gönlü kazanılabilir; PYD’yi “terörist” olarak görme sebebi, PKK’yı da öyle görmek ise hatta PKK’yi IŞİD ile “eşitlemek” devam ederse, "Türkiye’deki süreç”in merkezine PKK lideri Abdullah Öcalan alınarak, çözüm yönünde nasıl ilerlenebilir? PKK’yi IŞİD ile “eşit” görür ve “terörist” olduğunu söylemeyi her vesile ile ihmal etmezseniz ve PYD’yi bile bu nedenle “çizer” ve hatta Kobani’yi “gözden çıkartırsanız”; PKK lideri ile birlikte, Türkiye’deki “çözüm süreci”ni, tüm Kürtleri aldatmadan, nasıl “barış” yolunda ilerletirsiniz? Muhatabınızı aldatmayı başaramazsanız ya da muhatabınız aldanmayı kabul etmezse, nereye kadar? Ne kadar? Bu kadar çelişki ve tutarsızlık ile, ne Obama, ne Kürtler, ne Türkler, hiç kimse, kandırılamaz.