MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, yeni anayasa tartışmalarına ilişkin olarak, "Her parti yeni bir anayasadan bahsediyor, o zaman bütün partilerin bir araya gelmesi milletimizin beklentisidir" açıklamasını yaptı.
Bahçeli, partisinin grup toplantısında konuştu.
Bahçeli, "Ne mutlu bizlere ki, bugünkü Grup Toplantımız Milliyetçi Hareket Partisi’nin 52’inci yıldönümüne tekabül ve tesadüf etmiştir. 9 Şubat 1969’da millet vicdanında filizlenen partimiz tam 52 uzun yıl içinde kökleşerek, gücüne güç ekleyerek, engelleri birer birer ekarte ederek bu zamana kadar ulaşmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi; müstesna bir şuurun aklıdır, muazzam bir duruşun adıdır, medyunu şükran duyduğumuz bir seciyenin ahlakıdır. Geçmişten geleceğe bir nehir gibi akan milli yolculuğun son yüzyılında söz sahibi olmuş Türk milliyetçilerinin ve son 52 yılına damgasını vurmuş Milliyetçi Hareket Partisi'nin öncelikli varlık nedeni, kahramanların taşıdığı milli bekanın yıkılmadan devamını sağlamaktır. Türk tarihinin bize yüklediği misyon budur." dedi.
Bahçeli, "Bu misyon, büyük Türk milletinin elden ele taşınan mukaddes bir emaneti ve her neslin diğerine devretmek zorunda olduğu bir ata yadigârıdır.Biz, dünyanın en gözde ve en zorlu coğrafyasında yaşayan, bundan böyle de yaşamak zorunda olan bir milletiz. Ne tarihimizi, ne coğrafyamızı ne de kimliğimizi değiştirme imkânına veya istediğine sahibiz. Ama hep birlikte bu gerçeklerle daha müreffeh, daha gelişmiş, daha güçlü bir geleceği inşa etmek elimizdedir. Biz bunun için varız, bunun için de var olmaya devam edeceğiz. Dünyanın, ülkemizin ve milletimizin yaşadığı sorunları ve tehlikeleri bilmeden veya yorumlamadan partimizi anlamanın mümkün olmadığı açıktır." diye konuştu.
Bahçeli, "Milliyetçi Hareket Partisi’nin tarihi köklerini, siyasetinin derin manasını değerlendirmekte güçlük çekenler varsa, onlara söyleyeceğim söz, milliyetçilerin hiç olmadığını varsaydıkları bir Türkiye'nin özellikle son 1,5 asrını tahayyül etmeleri ve neyin eksik kalacağını düşünmeleridir. Türk milliyetçileri olmasaydı, devrilen bir imparatorluğun altından yeni bir devlet nasıl çıkardı? Balkan Savaşları’nın ızdırapları, Birinci Dünya Savaşı’nın kayıpları, mütareke yıllarının acıları nasıl ve hangi vasıtalarla telafi edilebilirdi? Bugün bol keseden sallayan lafazan ve laçka siyasetçilerin bunlara verilecek bir cevabı var mıdır? Biliyor ve görüyoruz ki, Türk milletinin ezeli meziyetlerinden, emsalsiz faziletlerinden, yüksek kabiliyetlerinden habersiz olanların milli ve manevi değerleri bilmesi, bunlara riayet ve sadakat göstermesi hayal ötesi bir beklentidir. Bir defa herkesin kabul etmesi, değilse bile anlaması gereken husus şudur:- Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye'nin lehine ve yararına olmadığına inandığı her tahrik veya her teşebbüs karşısında tek başına da kalsa sonuna kadar direnmiştir.Bu meşru direniş ve mücadele bundan sonra da aynen korunacaktır. " ifadesini kullandı.
Bahçeli, "Türkiye üzerinde plan yapanlar, milletin vermediği yetkiyi almak için kuyrukta bekleyenler, demokrasi dışı arayışlara heves edenler, aynı zamanda dış güçlerden namertçe medet umanlar, alayınızı uyarıyorum; girdiğiniz yolun sonu uçurum, akıbetiniz mahvoluştur. Cumhur İttifakı düşmeden, Milliyetçi Hareket Partisi teslim alınmadan bu vatanı bölemezsiniz, bu devleti yıkamazsınız, bu milleti karanlığa çekemezseniz. Yaparız diyen varsa hodri meydan; son neferimize kadar da mücadeleye seve seve atılmaya billahi varız ve buradayız." görüşünü savundu.
Bahçeli, "Türk milletinin hassasiyetleriyle oynamak, milli güvenliğimizle ve iç barış ortamıyla kutuplaşmak hiç kimseye bir fayda sağlamayacaktır. İkazla hatırlatıyorum, Türkiye düşmanlarının dolduruşuna gelip maşalık görevine talip olanlar maşeri vicdan önünde sonuna kadar hesap vereceklerini unutmasınlar. Bugün, Türk milletinin üzerinde oynanan oyunların başlangıcının 20.yüzyılın başındaki jeo-politik, jeo-stratejik senaryolarda saklı olduğunu görmeden bugünü yorumlamak zordur. Bizleri doğru bir sonuca götürecek yaklaşım, Türk milliyetçiliğinin, Türk tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti içindeki yerinin doğru analizinden geçmektedir. Bu bizi vazgeçilmez bir gerçeğe ulaştırır ki o da, ebedi vatanımızda, Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında, milli birlik ve kardeşlikle yaşamaktan başka tercihimizin olmadığıdır. Buna tamam diyen kim varsa geleceğimiz bir ve aynıdır." düşüncesini dile getirdi.
Bahçeli, "21.yüzyılın rotasını çizmek, geçmiş yüzyılların acı ve tatlı tecrübelerinden sonuçlar çıkarmak ancak sorumlu, ahlaklı, milli ve dirayetli fikir ve siyaset adamlarının marifetidir. Bu marifet Milliyetçi Hareket Partisi’nde vardır. Bu marifet Cumhur İttifakı’nda mahfuzdur.Partimizin 52.kuruluş yıldönümünün hayırlara ve nice başarılara vesile olmasını gönülden diliyorum. Tarih boyunca Türklüğü yaşatmak uğruna hayatlarını feda eden kahraman ecdadımızı; bölücü terörle mücadele ederken şehit düşen kahraman güvenlik güçlerimizi rahmet ve minnet duygularımla yâd ediyorum. Partimizin kurucu Genel Başkanı Merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey’e ve ebediyete irtihal etmiş bütün dava arkadaşlarıma Cenab-ı Allah’tan rahmetler diliyorum." değerledirmesini yaptı.
Bahçeli'nin konuşmasından başlıklar şöyle:
"Büyük İslam düşünürü İbni Haldun’a göre siyaset; “Dünyevi maslahatların celbi ve zararların defi hususunda akli düşüncenin gereğine göre halkı sevk ve idare” etmektir. Siyasetin bir başka önemli tasvir ve tanımı ise Farabi’ye aittir. Fazıl siyaset ile cahil siyaset ayrımını yapan bu büyük düşünürümüz, fazilet, saadet ve toplum kavramlarını siyasetin üç sütunu olarak değerlendirmiştir. Bu kapsamda dünyada fazilet, ahirette saadet doğru siyasetin neticesidir.
Balasangunlu Yusuf’un, “Bilgi ve akıl insan için firendir; freni olan kötü işler yapamaz” sözü, bir yönüyle hem İbni Haldun’un hem de Farabi’nin siyaset anlayışıyla örtüşmektedir. Akıldan, faziletten, bilgiden, kültürden ve halkın öz değerlerinden mahrum bir siyasetin karmaşa ve kargaşaya hizmetkârlık yapacağı tarihi hükümlerle ve belgelerle ortadadır.
Cumhur İttifakı’nın iki ana paydaşı olan MHP ile AK Parti dışındaki partiler Türk siyasetinde çölleşmenin, hatta içten içe çürümenin yegane failleridir. Bu partilerin siyasetleri tutsak, filleri tuzak, akılları kiralıktır. Ne dedikleri bellidir, ne de duruşları berraktır. Türkiye gittikçe ağırlaşan, ağırlaştıkça istikametinden sapan bir siyaset sorununun tüm emarelerine muhataptır.
Siyasete hâkim olan dağınıklıklar, sorumsuz beyanlar, hazırlıksız teklifler, ani kopuşlar, kısır kavgalar, derin çatlaklar, gün aşırı değişen ilişki ağları, gayri meşru emeller, gayri ahlaki irtibatlar demokrasi kültürümüz açısından kaygı vericidir. Malum partilerin paçaları tutuşmuş gibi kapı kapı dolaşmaları, telaş içinde birbirlerine gidip gelmeleri, kameralar karşında zoraki gülümsemelerle poz vermeleri bugünlerde oldukça sıklaştı ve yoğunlaştı. Doğrusunu isterseniz merak ediyoruz, bayram değil seyran değil, bunların kulağına kimler neyi fısıldadı da ortalığa düştüler?
Üçüncü yol arayışları, koltuk kavgaları, çıkar mücadeleleri, yeni ittifak kurma niyetleri, parti içi kaynamalar derken, siyasetin zillet ayağı toz duman içindedir.
Bu arada CHP ile HDP arasındaki görüşme trafiği ve sonrasındaki sisli, bir o kadar da sinsi manzara gözümüzden kaçmamıştır. HDP heyetinin CHP yönetimiyle görüşmesinden hemen sonra, aşinası olduğumuz müşterek basın toplantısı CHP’nin kurnazlığı nedeniyle yapılamamış, HDP kendi çalıp kendi oynamıştır. Anlaşıldığı kadarıyla CHP Genel Başkanı, HDP’ye karşı siyasi koronadan dolayı sosyal mesafe koymuştur. Bu ne yaman bir çelişkidir? Bu nasıl bir ittifak ortaklığıdır?
İçeride can ciğer kuzu sarması, dışarı çıkınca ne sen tanı beni, ne de ben seni. Görünen gerçek işte budur. CHP ile HDP kimi kandıracaklarını zannediyorlar? Madem basının ve hatta milletimizin karşısına çıkmaya yüzünüz yok, cesaretiniz yok, yüreğiniz yok, o zaman niye görüşüyorsunuz? Nasıl bir karakter taşıyorsunuz?- Hadi korkuyorsunuz diyelim, neden yürek yemiş gibi konuşuyorsunuz?
Birbirine kefil olamayanlara, birbirine sahip çıkamayanlara, birbirinin yanında dahi duramayanlara Türkiye emanet edilir mi? Millet CHP-HDP-İP arasındaki dalavereye hiç kanar mı? Bu orta oyununa hiç aldanır mı?
Arka kapıda buluşmayın, aile fotoğrafına girmekten kaçınmayın, mertseniz, üzerini örteceğiniz bir ayıbınız yoksa çıkın sahneye de boyunuzu görelim, kaç kilo olduğunuzu öğrenelim. Aynı tutumu terörist Demirtaş ile kahvaltıya hazırlanan İP’in başkanından da bekliyor, bunu istiyoruz. Kaçak güreşmeyin, minderden kaçmayın, kıvraklıklar yapmayın.
Hadi buyurunuz, bizim ittifakımız, ittifak ortağımız bellidir. Bizim hedeflerimiz, 2023’deki Cumhurbaşkanı adayımız da bilinmektedir. Allah’a şükürler olsun ki, saklayacak, gizleyecek, korkacak hiçbir açığımız, hiçbir zaaf veya yanlışımız yoktur. Sayın Cumhurbaşkanımızla ihtiyaç hasıl olduğunda görüşürüz, konuşuruz, ülke meseleleri hakkında fikirlerimizi paylaşırız. Aramızda pazarlık yok, ihtilaf yok, utanacağımız bir konumuz yok.
CHP Genel Başkanı kapalı devre siyaset alışkanlığını terk etmelidir. Dürüst olmalıdır, şeffaf olmalıdır, demokratik olmalıdır, PKK’dan FETÖ’ye kadar terör örgütleriyle arasına duvar örmelidir. HDP’yle CHP ve İP arasındaki yasak ilişkinin bir bedeli de olmalıdır. CHP’nin HDP ile görüşmesi demek PKK’yla teması demektir.
Zillet ittifakının görünmeyen ortakları PKK’dır, FETÖ’dür, Sorosdur, rant ve faiz lobisidir. CHP Genel Başkanı son günlerde paniğe kapılmış ve su kaynatmıştır. Üslubu HDP’li bir bölücünün üslubuyla iyice aynılaşmıştır. Buradan baktığımızda CHP ile HDP’yi ayırt etmekte zorlandığımızı, devamlı birbirlerine karıştırdığımızı özellikle ve altını çizerek ifade etmek istiyorum. Buna da hayıflanıyor, üzülüyoruz.
Zira CHP’ye bakınca Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü görmemiz gerekirken, onun eserlerine ve emanetlerine düşman kesilmiş mihrakların köşe başlarını nasıl da tuttuğunu endişeyle takip ediyoruz. CHP savruluyor, bu partinin küçük kuklası İP sallanıyor. Bu gidişle CHP’nin HDP tarafından asimile edilmesi, sömürge partisi haline dönüştürülmesi sanıyorum kaçınılmazdır. Tavsiyem CHP yönetiminin Kandil’e değil Anıtkabir’e bakması, terör örgütlerinden değil Kuvayı Milliye’den feyz almasıdır.
Yine bir başka tavsiyem, demokrasiyi ABD’de değil, iradenin ve egemenliğin tek sahibi büyük Türk milletinin varlığında arayıp bulmasıdır. CHP Genel Başkanı, geçen hafta İzmir Çiğli Tramvay Hattı’nın Temel Atma Töreni’nde yapmış olduğu konuşmayla HDP’yi temsil ettiğini gıyaben de olsa bir kez daha ispatlamıştır.
Kılıçdaroğlu, uluslararası piyasaların İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne Hazine’ye verdiklerinden daha düşük faizle kredi verdiklerini söyleyerek ya siyasi kulvarındaki değişikliği teyit etmiş ya da Farabi’nin cahil siyaset kavramına yeni bir boyut eklemiştir.
Gerçek olan şudur: CHP Genel Başkanı’nın, Hazine’nin tahvil ihracı ile uluslararası finansman kuruluşlarından proje kredisi sağlanması konusundaki ayrımı bilmediği ya da çarpıttığı ortaya çıkmıştır. Çok taraflı kalkınma bankalarından yapılan özel amaçlı proje finansmanı kredilerinin şartları ile bütçe finansmanı amacıyla yapılan hazine tahvil ihraç getirilerinin mukayesesi tarihi bir hatadır.
Kılıçdaroğlu’nun ekonomiden anladığı buysa, vay milletimizin haline, vay CHP’ye oy veren vatandaşlarımızın kırılan hayallerine. Bunlar Martın sonu bahar diyorlardı, kast ettikleri meğerse kara kışmış, bıçak gibi ayazlara ön hazırlıkmış. İzmir Büyükşehir Belediyesi, devlet içinde devlet değildir. Devlet tektir, herkes duysun ve bilsin ki bu devlet Türkiye Cumhuriyeti’dir. Eğer belediye dış finansman kullanacaksa, bunun izin mercii, onay makamı Hazine ve Maliye Bakanlığı’dır. İzmir’de özerk bir yönetim kuruldu da bizim mi haberimiz olmadı?
Bu sorumsuz, sakat ve sorunlu açıklamayla Kılıçdaroğlu ne yapmaya çalışıyor? Neyin kozasını örüyor? Nereye varmak istiyor? CHP’li belediye başkanları, belediye işlerinden başka her şeye burunlarını sokmaktadır. Kimisi 2023 yılında iktidar değişikliği olacak der, kimisi rektörlere mektup yazar, kimisi de bir yalana bin yalan katıp milleti aldatır. Bu devran böyle gitmeyecek, bu kervan bu şekilde ilerlemeyecek. Demokratik hesaplaşma vakti geldiğinde, kimin alnı ak, kimin yüzü kara, kimin başı dik kimin boynu eğik milletimizin hakemliğinde herkes görecek, suyu çekilen zillet ittifakı karaya vurup dağılacaktır.
Türk gençliği bizim öz güvenimiz, istikbalimizin güvenceleridir. Onları heba edemeyiz, israf edemeyiz, geleceklerini riske atamayız, atanlara da göz yumamayız.Yumarsak eğer bunu tarihe anlatamayız, bunun hesabını Mahkemeyi Kübra’da veremeyiz. Gençlik kanın hızlı kaynadığı bir dönemdir. Hepimiz bu evrelerden geçtik, onlar ne yaşamışsa biz de benzerlerini tecrübe ettik. Türk gençliğinin heyecanlarını, hedeflerini, duygusallıklarını, hayata ve hadiselere eleştirisel ya da tepkisel bakışlarını istismar etmek isteyen grup veya örgütler her zaman var olmuştur.
Biz yurt odalarında bir simidi bölüşüp yiyen, soğuk kış günlerinde bir paltoyu sırayla giyen, sıcak bir çay içmek için borç para isteyen bir geçmişin içinden gelen camiayız. Parası olan olmayana verdi, olan daha çok paylaştı, böylece azımız çok oldu. İşsizliği, parasızlığı, açlığı, çaresizliği, gurbeti, hakkının gasp edilmesini sorarım sizlere, ülkücülerden daha iyi bilen var mıdır?
Bunların hiç birisi yasa dışı örgütlere sempati duyulmasının gerekçesi olamaz. Biz öğrenciyi de biliriz, teröristi de biliriz. Biz mazlumları da tanırız, zalimleri de tanırız. Boğaziçi Üniversitesi’nde yasal ve meşru sınırlar çerçevesinde ataması yapılan rektöre itiraz edenlerin ana dinamiği, provokasyon merkezi, saldırı üssü marjinal örgütlerdir.
Bir öğrencinin DHKPC ile ne işi olur? İstanbul’a okumak, hayatını kazanmak, milletine ve ülkesine hayırlı bir evlat olmak için gelen bir gencimizin yasa dışı sol örgütlerin yuvalandığı hücre evleriyle ne bağı olacaktır? İnsanlık düşmanlarının değirmenine su taşıması, militan açığını takviye etmesi akılla, mantıkla, insanlıkla izah edilebilir mi?
Rektör atanması “Yasal olabilir, ama demokratik değil” diyenler, kendi fikir ve düşüncenizden başka her görüşe hazımsızlık ve tahammülsüzlük göstermeniz demokrasinin neresiyle bağdaşmaktadır? Katil polis demek, mesela İstanbul Kadıköy’de polis otolarını taşlamak, esnafa saldırmak, sivillere sataşmak ifade ve düşünce hürriyetinin neresine sığmaktadır? 1 Şubat’taki olaylarda gözaltına alınan 108 kişiden 101’nin Boğaziçi Üniversitesi’yle ilgisi ve ilişiği yoktur. Bu 101 kişinin 79’u DHKPC ve TKP-ML örgüt üyesidir. Evlatlarını üniversiteye gönderen muhterem analarımız, çocuğunuz bu örgütlerin eline düşerse bundan memnun olur musunuz? Taşlarla, sopalarla sokak sokak polislerle çatışmalarından, geleceklerini kaybetmelerinden mutluluk duyar mısınız?
Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin evlatlarını serbest bırakın diyor. Kendisine göre hava hoş, başkalarının sırtından kurban kesmesi kolay. Muhterem analarımız, çağrımı tekrarlıyorum: Evlatlarınıza siz sahip çıkın. Ne Kılıçdaroğlu’nun eline ne de onun bunun keyfine bırakın.
Öğrenci başka, terörist başkadır. Dost başka, düşman başkadır.Hain başka, kahraman başkadır. Bunların birbirine karıştırılması felakettir. Öğrencilerimizin haklı, meşru, ahlaki ve hukuki endişelerine kulak vermek elbette görevimizdir Zira onlar geleceğin Türkiye’sinin mimarları olacaktır. Fakat terör örgütüyle irtibat ve iltisakı olanlar öğrenci değil, suçludur. Bununla birlikte öğrenci olmayan, herhangi bir üniversiteye kaydı bulunmayan yasa örgüt mensupları ne arıyor üniversite kapılarında? Devletin güvenlik güçleri bu kepazeliğe sessiz mi dursun? Türkiye kapanın elinde mi kalsın? Kalabalığı toplayıp sabah ilk gelen üniversitelerde derebeylik mi ilan etsin? Kılıçdaroğlu diyor ki: “Öğrenciler ne yaptı Allah aşkına? Cam çerçeve mi kırdılar? Toplantı ve gösteri yaptılar. Anayasal haklarıdır.” Dostlarıyla iktidar olacağını söyleyen Kılıçdaroğlu, ekonomiden anlamadığı gibi, zahmet edip Anayasa’yı da okumamış.
Anayasa’nın 34. Maddesi “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı”na dair hükümdür. Bu hakkın nasıl ve hangi hallerde sınırlandırılacağı bellidir. Anayasa’nın 14.Maddesi, temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamamasıyla ilgili kuralları şöyle anlatmaktadır: “Anayasa’da yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.” “Anayasa hükümlerinden hiçbiri, devlete veya kişilere, Anayasa’yla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasa’da belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.”
Boğaziçi Üniversitesi’nde fitne düzeneği kuran, devletle öğrenciyi cepheleştirmek için kolları sıvayan, cılızlaşan olayları diğer illere ve üniversitelere taşımak için fırsat kollayan, buradan bir halk hareketi çıkar mı diye bekleyen, buna destek olan kim varsa alçak ve hain bir projenin figüranıdır.
Türkiye, Anayasa’da güvence altına alınan temel hak ve hürriyetleri koruma konusundaki iradesini gerçekleştirmekte olduğu reform adımlarıyla göstermiştir.
Terör örgütleri ve terörle bağlantılı çevrelerin bu alanlardaki istismarına karşı mücadeleden geri dönüş düşünülemeyecektir.
İstanbul’da sokağa çıkan HDP milletvekillerinin eğitimle, öğretimle, öğrenci haklarıyla, üniversiteyle ne alakaları vardır? HDP, CHP, İP, ne geleceği ne de devası olan diğer icazetli partilerin Türkiye’nin karışması amacıyla kaosa oynadıkları inkar edilemez bir gerçektir. ABD’nin, AB’nin, hatta Birleşmiş Milletler’in bu çerçevede açıklama üstüne açıklama yapması içişlerimize küstahça karışmanın yanı sıra, şirret bir tezgahın varlığına işarettir. Avrupa Parlamentosu Türkiye eski Raportörü Piri’nin Boğaziçi Üniversitesi’nde konuşlanan örgütlere, Sorosçu Osman Kavala’ya, terörist Demirtaş’a destek açıklaması sadece mizah dergilerine konu olacak bir meczupluktan ibarettir. Ve değersizdir.
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün endişe duyduklarını ileri sürmesi de çelişki yumağıdır. Bu sözcünün, daha bir ay önce Kongre binalarına yapılan baskını, yaşanan çatışmaları, beş kişinin ölümünü, hatta Biden tarafından darbe iddialarını hafıza kayıtlarından çıkardığı anlaşılmaktadır. Bize göre herkes kendi işine bakmalı, kendi önünden yemeli, kendi söküğünü dikmekle meşgul olmalıdır.
Hiç kimse bize demokrasi dersi veremez, vermeye cüreti yetmez. Kimin ne kadar demokratik olup olmadığını, insanlık değerlerine ne kadar saygı duyup duymadığını dünya alem bilmekte ve görmektedir.
Tüm dünyada LGBT haklarının koruyucusu olacaklarını söyleyenlere sesleniyorum; Müslüman Türk milleti bu oyuna gelmez, bu zokayı yutmaz, bu kirli kampanyanın tuzağına düşmez. Gösterdiğimiz haklı tepkiler, terör örgütlerine yönelik haysiyetli sözlerimiz Okyanus ötesinden cevaplanıyor.
Biz teröristlere yükleniyoruz, dijital terör, dijital faşizm, despot nitelikli post truth dönemin elebaşları oklarını bize yöneltiyor. Demokrasiden, haktan, hukuktan, özgürlükten bahsedenler ifade ve düşünce hürriyetine keyfi olarak kast ediyorlar.
Geçen hafta Twitter, bazı paylaşımlarıma sansür uyguladı, kısıtlama getirdi. Demek ki çok doğru yoldayız, sözümüz ve tespitimiz çok isabetliymiş.
Varsın kısıtlasınlar, isterse bütün mesajlarımı kaldırsınlar, merhum vatan şairimiz Namık Kemal’in dediği gibi; “Felek her türlü esbâb-ı cefasın toplasın gelsin, dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten.” Twitter’in beğenmediği şu mesajımı yeri gelmişken tekrarlamakta fayda mülahaza ediyor ve boyun eğmeyeceğimizi haykırıyorum:
“Sırtlarını ajanlara, zalimlere, karanlık çevrelere dayamış olanlar evlat değil başı ezilmesi gereken yılanlardır. Yasa dışı eylemleri diğer üniversitelere teşmil etmek için kuyruğa girenler bunun bedelini acıklı şekilde ödemelidir.” Görüşüm aynıdır, düşüncem aynıdır, beklentim aynıdır. Nitekim teröristlerin başı ezilmelidir. Biz Türkiye’yiz, Türk milletiyiz, her gün korkakça yaşamaktansa bir gün kahramanca şehadeti dileriz.
Anayasa deneyimimizin 145 yıllık bir mazisi vardır. Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu kuşkusuzdur ve yeni hükümet sistemiyle bu durum zorunlu bir hal almıştır. Parlamenter sistemin izlerini silmek, kalıntılarını temizlemek lazımdır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ruhuna ve dokusuna uygun yeni bir anayasa yazılması geniş bir uzlaşmayla sağlanmalı ve milletimize kazandırılmalıdır. Cumhur İttifakı olarak bu konuda anlayış, hedef ve ilke birlikteliğimiz çok nettir.
Bu arada yeniden anayasa yazılmasını ikinci cumhuriyet olarak tercüme edenlerin ciddiye alınacak hiçbir yanları olmayacaktır. Aynı şahısların darbe anayasasıyla ülke yönetimine talip olmaları tutarsızlık ve tenakuzdur. Cumhuriyet nedir diye sorsanız iki cümle kuramayan siyasetçilerin işlemeye başlayan süreci hezeyanla perçinlenmiş polemiklere hapsetme niyetleri siyasi hafifliğin sonucudur.
Bunlar itibarsızdır, ipe un sermekle meşguldür. 2 Şubat 2021 tarihinde yaptığımız yazılı basın açıklamamızla yeni anayasa çalışmalarına bakışımız kamuoyuyla paylaşılmıştır. Sayın Cumhurbaşkanımızla görüşmemiz de verimli ve yapıcı bir atmosferde geçmiştir.Anayasalar, bir ülkenin işleyiş ve ilerleyişinin, toplumun bir arada yaşama iradesinin siyasi ve hukuki belgesi olup değişmeyecek veya yeni baştan yazılamayacak metinler değildir.
Canlı ve gelişen dinamik süreçlere tabi olan toplumun, değerlerin, çağın, yönetim yapısının ve zamanın yönüne ve yönelişine uygun olarak anayasaların da değişime uğraması veya yeniden yazılması kaçınılmaz olduğu kadar da doğaldır. Gelişmeler, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle birlikte yeni bir anayasa yazılmasının mecburiyet olduğunu göstermektedir. Artık bu bahsi muhkem ve müstesna bir uzlaşma ve demokratik imkanlarla kapatmanın vakti gelmiştir.
Her parti yeni bir anayasadan bahsediyor ya da değişmesini öneriyor. O zaman tutarlılık gereği bütün partilerin Anayasa’nın ilk dört maddesine bağlı, vatandaşlık tanımına sadık bir siyasi tutumla bir araya gelmesi milletimizin talep ve beklentisidir.
Milliyetçi Hareket Partisi yeni baştan anayasa yazım sürecine vardır ve çalışmalarına samimiyetle, önyargısız şekilde başlamıştır. Unutmayalım ki, kuvvete dayanmayan adalet aciz, adalete dayanmayan kuvvet zalimdir. Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken hepinizi saygıyla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum."