T24 Haber Merkezi
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle ayçiçek yağında arz sorunu olduğu ve fiyatının artacağı iddiası sonrası market kuyrukları hakkında konuşurken, CHP'yi sorumlu tuttu. "Sanal ve sipariş yağ krizinin orkestra şefi yine CHP olmuştur" diyen Bahçeli, "Vurguncuların yakasına yapışmak zorundayız, karaborsa şebekelerinin üzerine gitmeliyiz. Spekülatörleri doğduklarına pişman etmeliyiz. Marketlerde yağ kuyruğu oluşmasına kim sebep olmuşsa, bunun bedelini Türk mahkemeleri önünde ödemelidir" dedi.
Partisinin grup toplantısında gündeme dair konuşan MHP lideri Bahçeli, marketlerdeki yağ kuyruklarının, "ilkel görüntüler oluşturduğunu ve yürek sızlattığını" söyledi. Bahçeli, "CHP'liler diyor ki 'millet evine ayçiçek yağı alamaz haline gelmiştir'. Kemal Derviş'in yetiştirmesi demiş ki, 'Savaş Ukrayna'da, ambargo Rusya'da, kıtlık ve kuyruk Türkiye'de'. Bugünkü CHP varken düşmana gerek yoktur" dedi.
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in "Putin'in kafasındaki Rusya'nın eksik parçalarının Kars, Erzurum ve Ardahan olmadığını kim rahatlıkla söyleyebilir?" sözüne isim vermeden atıfta bulunan Bahçeli, "Bu görüşte olanların sığınağı ve umudu Batı emperyalizmidir" dedi.
Bahçeli, NATO'ya da yüklenirken, "NATO olmasaydı, darbelere cesaret eden, demokrasi dışı arayışlara merak salan çıkabilir miydi? Bugüne kadar Türkiye'nin milli güvenliği, toprak bütünlüğü saldırıya uğrarken NATO neredeydi? ABD ne yapıyordu? Teröristlere silah yardımını, lojistik desteği hangi maksatla veriyordu? Kimse bizim aklımızla alay etmesin" dedi.
Bahçeli'nin açıklamasından satır başları şöyle:
"Türkiye, siyasi ve stratejik konumu gereği Rusya ile Ukrayna arasındaki vahim çatışmaları yatıştıracak, arabuluculuk yapacak tek ülke olarak öne çıkmıştır. Rusya'nın operasyonları son bulmalı, ateşkes ortamı tesis edilmelidir. Savaşın ekonomik, ticari ve insani faturanının gittikçe ağırlaştığı görülmektedir. Masumlar hedef alınıyor, can kayıpları fazlalaşıyor.
Sadece Türkiye'ye gelen Ukraynalı sayısı 20 bini bulmuştur. Putin'in müzakere çağrılarına olumlu cevap verip, masalara heyetlerini gönderirken; diğer yanda askeri operasyonların belirlenen planlara uygun devam ettiğini söylemesi ikircikli bir tutumdur.
Görüşmeler bugüne kadar sonuç vermemiştir. Hatta ikinci görüşmede üzerinde anlaşılan geçici ateşkes kararı bile ihlal edilmiştir. Dün, Rusya'nın geçici ateşkes kararı alması, pek çok kentte insani koridorun açılacağını duyurması ilk bakışta iyimser değerlendirmelere nefes aldırmış olsa da, bu gelişme daha şiddetli çatışmaların habercisi niteliğini taşımaktadır.
Rusya'nın hem diyaloga açık olduğunu söylemesi hem de saldırılarına devam etmesi stratejik oyalamadan başka anlama gelmemiştir.
Rusya'nın iddia ettiği gibi iki taraflı bir anlaşmazlık değil, tek taraflı işgal durumu söz konusudur. Ukrayna topraklarına musallat olan Rusya'dır.
ABD, AB ve NATO; günü kurtarmanın çatışmaları, kızıştırmanın, kendi aralarındaki zedelenen ittifak gücünü temerküz etmenin hevesindedir.
Ukrayna Cumhurbaşkanının 5 Mart'ta 'ölümlerden NATO sorumlu' beyanı her anlamda düşündürücü çıkış olarak değerlendirilmelidir.
Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin 3 alternatif senaryo dahilinde sonuçlanabileceği görülüyor:
1-Ukrayna'nın tamamıyla egemenlik haklarını yitirmesi ve kukla bir yönetimin iş başına getirilmesi.
2- Ukrayna'nın ikiye bölünmesidir. Bu kapsamda Rusya'nın Karadeniz kıyısından Ukrayna'nın doğusunu içine alacak bölgeyi kontrol etmesi beklenecektir.
3- Minsk 2 anlaşmasında kararlaştırılan Donetsk ve Luhansk Ukrayna tarafından özerkliğine yönelik anayasal değişikliklerin yapılması ve Kırım'ı doğrudan tanımasıdır.
Bu 3 senaryo dahilinde kalıcı çözüm arayıcılıkları muhtemelen önümüzdeki günler mesafe alacaktır.
Ukrayna'nın işgali, benzer skandalların dünyanın farklı coğrafyalarında sahnelenmesine emsal teşkil edecek.
Barış yanlısı olmak, huzurlu bir dünyanın yegane çaresidir.
Rusya-Ukrayna arasındaki çatışmanın kazananı değil, sadece kalabalık kaybedenler kulübü olacaktır.
Türkiye başta olmak üzere, pek çok ülke bu savaşın ekonomik, ticari, insani ve diplomatik temelli vahim sonuçlarına maruz kalmaktadır. Gelişmelerin seyri bunu göstermektedir.
Buğday ithalatımızın yüzde 87'si Rusya ve Ukrayna'dan, doğalgazın yüzde 40'ı, petrolün yüzde 25'i Rusya'dan temin ediliyor. Bu ülkeden gelen 7 milyon turist ağırlanıyor. Savaşın sürmesi, uzaması, ticaret kanallarını tıkayacak, ülke ekonomilerini koronadan sonra öngörülmesi zor olan şiddetli bir türbülans sokacak.
Bugünkü riskli ve sisli gündem akışı içinde, bilhassa stokçuluk ve spekülasyon yaparak haksız kazancına haysiyetsiz kazanç eklemenin hesabını yapan damgalı ahlaksızların bitleri kanlanmıştır. Bunlarda vatan sevgisi, Allah korkusu, utanmaları yoktur. İnsanımızın refahına, gıda güvenliğine ket vuranların gözünün yaşına bakılmamalıdır.
Talebi kamçılayarak ayçiçek yağının fiyat artışını tetikleyen fırsatçılar, rafların boşalmasıyla birlikte, internette oluşan karaborsada sanki altın satar gibi yağ satanlar onurlarını da satmışlardır.
5 litrelik yağın fiyatı bir günde 150 lira sınırına dayanmıştır. İstanbul ve Ankara'daki marketlerde milletimizin asaletine yakışmayan ilkel görüntüler hepimizin yüreğini sızlatmıştır.
Sosyal medyadan provokasyon rüzgarı estirilmiştir. Yağ fiyatlarının zamlanacağı, stokların tükendiği iddia edilmiştir. Tarım ve Orman Bakanlığı bu yalanı tekzip etmiş olsa da marketlerde izdiham olmuş, insanlarımız birbirine girmiştir.
Ülkemizde 1 ya da 1,5 aylık ayçiçek tohumu ve yağı kaldığına yönelik iddialar yalandır, aldatmadır. Çok nazik ve hassas günlerden geçtiğimiz sırada iç işgal cephesinin yağ üzerinden gerçek dışı beyanlarla toplumsal panik halini körüklemesi şerefsizliktir.
CHP yönetiminin bu yalana sarılarak 'yönetmiyorsunuz, sebep yağ fiyatları, hayat pahalılığı sonuçtur, Türkiye bunu hak etmiyor' sözleri bühtandır, kaos çıkarmaya yönelik alçak bir kumpastır. Siyaset yapmak soysuzluğa hizmet değildir. Muhalefet demek ayağımıza pranga vurmak değildir.
Sanal ve sipariş yağ krizinin orkestra şefi yine CHP olmuştur. Ey CHP, bir kez olsun bizi şaşırtın, numune de olsa bizi yanıltın. Bu kadar mı nefret dolsunuz, bu kadar mı öfkenize yenildiniz? Akaryakıt ve yağ kuyruğundan bahseden siyasi keneler, siz söyleyin; kimin kuyruğu, kimin uyruğu kimlerin uydusu oldunuz?
CHP'liler diyor ki 'millet evine ayçiçek yağı alamaz haline gelmiştir'. Kemal Derviş'in yetiştirmesi demiş ki, 'Savaş Ukrayna'da, ambargo Rusya'da, kıtlık ve kuyruk Türkiye'de'. Bugünkü CHP varken düşmana gerek yoktur. Bugünkü CHP vaziyet almışken, milli ekonomimizini, güvenliğimizin, dayanışma ruhumuzun dış kaynaklı saldırılara uğramasına ihtiyaç yoktur. Zalimlerin vekâleti CHP'dedir. Küresel emperyalizmin kanlı eli CHP'nin üzerindedir. Dünyanın bu zorlu döneminde ülkemizde muhalefet kisvesi altında fitneye muhafızlık yapmak adamlık, mertlik, insanlık değildir.
Kılıçdaroğlu sorun çözme konusunda iddialıyım demeyi bıraksın. Ülkenin başına püsküllü bela olan CHP'nin ağırlaşmış sorunlarını çözmeye çalışsın.
Ucuz yağ almak için marketlere yığınak yapılması, insanlarımızın birbirinin üstüne çıkma pahasına yağ almak için telaşlanması sağduyumuzu yansıtmayan köhne görüntülerdir. Yağsız yemek olur da, yarınsız Türkiye olmaz! Yağımız da var, yakacağımız da, unumuz da, tuzumuz da var.
Bitkisel Yağ Sanayicileri Derneği'nin, Azak Denizi'nde Türkiye'ye ait 15 geminin geçmesine izin vermemesiyle ülkemizdeki yağ stoklarının azaldığını ve nisana yetecek kadar yağımızın kaldığını açıklaması sorumsuzluktur.
Günü saati geldiğinde, tansiyon düştüğünde, Azak Denizi'nde bekletilen gemilerimiz limanlarımıza gelecektir.
Türkiye'de toplumsal huzuru bozmaya, gerçekleri çarpıtmaya çalışanlar vatanperver olmayan çevrelerdir.
Patlıcanın, soğanın, domatesin yerini şimdi de yağ mı aldı? Gerekirse kendi yağımızda kavruluruz, yüreklerimizin yağını eritiriz, ama arık etten yağlı tirit olmayacağını biliriz, bu tiplerin yüzlerine vururuz.
Bir eli yağda bir eli balda olan çapulcuların ortalığı velveye verip bunun üzerinden siyasi rant ilan elde etme niyeti yüzsüzlüktür, art niyettir, Türkiye'nin sırtına hançer vurmaktır.
Vurguncuların yakasına yapışmak zorundayız, karaborsa şebekelerinin üzerine gitmeliyiz. Spekülatörleri doğduklarına pişman etmeliyiz.
Marketlerde yağ kuyruğu oluşmasına kim sebep olmuşsa, bunun bedelini Türk mahkemeleri önünde ödemelidir.
Emperyalizmin dönen çarkında yağ olanların, Batı'ya yağcılık yapanların tuzaklarını bozacağız.
Biz yağa değil, kana bakarız kana. O kan ki tertemiz millet iradesidir. Muhtaç olduğumuz kudretin ta kendisidir. Yağdan yeni bir kriz çıkarmanın hesabını vereceksiniz.
Tarih, demokratik bir düzenin otoriter, totaliter ve köktenci bir düzene, serbest tartışma ve milli irade yoluyla dönüştüğüne bugüne kadar şahitlik etmemiştir.
Birinci Dünya Savaşı Avrupa’nın, daha genel bir tabirle Batı’nın güç dengesini nasıl değişime uğratmışsa, İkinci Dünya Savaşı ve sonuçları da sadece Avrupa’nın değil, dünyanın güç yapısına yeni bir şekil, yeni bir içerik, yepyeni bir ivme katmıştır.
1939 yılında milletlerarası politikanın kuvvet odakları altı devletten ibaretken, 1945’ten sonra sahnenin ışıkları yalnızca iki devleti aydınlatmaya başlamıştır.
Bunlardan birisi olan Sovyet Rusya’nın savaş sırasında ve sonrasında küresel bir güç haline gelmesi esasen Batı’nın eseri olmuştur.
Ukrayna’da yaşanan savaş, bize göre karmaşık ve çok kutuplu bir dünyanın cümle kapısıdır.
İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan dünya düzeni her yerinden çatlamaktadır.
Türkiye her ihtimali göz önüne alarak geleceğe hazırlanmak, karşısına çıkan her meseleyi vatan coğrafyasının bin yıllık jeo-politik müktesebatıyla okumak ve yorumlamak durumundadır.
Bunu yaparken Türk dış politikasının temel prensibi olan Türk devletinin milli çıkarlarını her mülahazanın üstünde tutmak esastır, önceliklidir.
Devletimizin tarihsel çıkarlarından, egemenlik haklarından, milli güvenliğinden taviz verilemez, bu gerçeğe asla yüz çevrilemez.
Çok şükür mevcut devlet yönetimi bu çizgidedir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk diyor ki:
“Milletlerin siyasetinde ancak menfaatler vardır. Kimsenin kimseye dost olmayacağını bilmek lazımdır.”
Dostluk ve müttefiklik ilişkisi karşılıklıdır, yükseldiği alan eşitliktir.
Kaldı ki milletlerarası kabul ve teyit edilmiş münasebetlerin temel prensibi milletlerin hak eşitliğidir.
Kim bize dost ise tavrımız dostanedir, kim bize düşmanlık yapıyorsa pozisyonumuz ona müzahir ve muvafık olmalıdır.
Bir tarafın devamlı taviz verdiği, devamlı geri adım attığı, devamlı mahkum olduğu bir diyaloğun ne dostlukla, ne müttefiklikle, ne de komşuluk değerleriyle bağı olacaktır.
Yüzümüze gülüp arkamızdan dolap çevirenlerin sakalımızı yolmalarına, bununla da kalmayıp kolumuzu kesme emellerine gözümüzü yumamayız, tahammül edemeyiz, böylesi bir teslimiyete seyirci kalamayız.
Çünkü biz bağımsızlığına düşkün büyük bir milletiz.
Türkiye’nin dış politikası gerçekçidir, dinamiktir, milli ve ahlaki değerlerle perçinlenmiş halde geniş bir açıya sahiptir.
Takip edilen milli siyasetimiz, devlet ve millet yapımıza tamamen mutabık ve müstenittir.
Yani hürriyete, insan haklarına, demokrasiye, milli iradeye, milli birlik ve bütünlüğe dayanmaktadır.
Partiler üstü siyasetimiz milli sınırlarla mahdut değildir.
Aziz Atatürk’ün dediği üzere, “Milli siyasetimizin tatbik ve takibinde, her şeyden evvel kendi kuvvetimize müsteniden muhafaza-ı mevcudiyet etmek söz konusudur.
Boş hayallerin peşinden koşup milli gücümüzü heba ve heder edecek ne hakkımız ne de halimiz vardır.
Tam bağımsızlıktan başka ikinci bir tercihimiz söz konusu değildir.
Ya bu vatan üzerinde bağımsız ve onurluca yaşayacağız, ya da azgınlaşan tehditlerin yaktığı vahşet ateşinin içine hep birlikte atlayıp seve seve şehadeti kucaklayacağız.
Bazı aklıevvellerin, bir kısım zeka fukaraların; 'Putin'in kafasındaki eksik parçaların Kars, Ardahan, Erzurum olmadığını kim söyleyebilir' Türkiye'yi ve Türk milletini tanımadıklarının beyanıdır. Bu görüşte olanların sığınağı ve umudu Batı emperyalizmidir. Biden muhalefetinin Batı'daki etki ajanlığına talip olarak 5. kol faaliyetine teşne olması, beka düzeyinde bir tehdittir. Kar, Ardahan, Erzurum Türk'tür. Bu vatan topraklarında kuşku uyandırmak kötülüğün kötüsüdür. Dalımızı kıranın ağacını kökten sökeriz! Dikkatleri Ukrayna'dan Türkiye'ye çevirme gayesi taşıyanlar ya gafletin ya ihanetin içindedir.
Bazı cahil işbirlikçiler de çıkmış, 'NATO üyesi olmasaydık ABD'nin Türkiye'yi çoktan parçalayacağını' iddia etmiş. Program moderatörleri bu sözde uzmanları ne zamana kadar TV'ye çıkartacaktır? 1952'ye kadar NATO mu vardı? 15 Temmuz gecesi bombalar fırlatan, korsan uçak uçuran teröristler nerenin ve kimin namına işgale girişmişlerdi? FETÖ'yü üzerimize salan kimdir? Hain Fethullah Gülen'i besleyen kimlerdir? NATO olmasaydı Türkiye bölünürdü demek Türk milletine hakarettir.
NATO olmasaydı, darbelere cesaret eden, demokrasi dışı arayışlara merak salan çıkabilir miydi? Bugüne kadar Türkiye'nin milli güvenliği, toprak bütünlüğü saldırıya uğrarken NATO neredeydi? ABD ne yapıyordu? Teröristlere silah yardımını, lojistik desteği hangi maksatla veriyordu? Kimse bizim aklımızla alay etmesin. Aklımız Türk'tür, aklımızda olan Türkiye'dir.
Yine Aziz Atatürk diyor ki: “Esas olan Türk milletinin şeref ve haysiyetle yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla temin olunabilir. Ne kadar zengin ve refaha kavuşturulmuş olursa olsun, bağımsızlıktan mahrum bir millet medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık olamaz.” Halihazırda Türk dış politikası dar bir coğrafi muhitin içine hapsedilmeden, uzun vadeli hedef ve tedbirleri ile küresel bir çerçeve içinde milli ve manevi şuurla tanzim edilmiştir.
Oncu değiliz, buncu değiliz, Türk oğlu Türk’üz. Mazlumlar neredeyse elimizi oraya uzatırız. Haksızlık neredeyse ve her kimden geliyorsa duruşumuzu ona göre belirleriz. İçimize kapanamayız, hadiseleri tribünden izleyemeyiz.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aynen dediği şudur: “Dünyanın falan yerinde bir rahatsızlık varsa, bana ne? dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla alakadar olmalıyız.”
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, ne işimiz var Suriye’de, ne arıyoruz Libya’da, ne yapıyoruz Irak’ta sözleri bizatihi Aziz Atatürk’le taban tabana zıttır, bütünüyle çelişmektedir Biz dost çemberini genişletip barışın tarafı olmalıyız. Cumhuriyet’in kuruluş döneminden beridir Türkiye’nin güvenlik politikaları barışla daima beraber ele alınmış, birlikte değerlendirilmiştir. Barışsever olmak insanlığın yüksek bir seviyesidir. Geniş dünya görüşüne dayanan dış politika kapsamında diplomasi ve diyalog adımlarıyla çözemeyeceğimiz hiçbir sorunun olmayacağını bir an olsun hatırımızdan çıkarmamalıyız. Eğer milli bağımsızlığımızı korumak için savaş kaçınılmaz ise, merhum Hüseyin Nihal Atsız’ın dediği gibi, buyursunlar, bizim için savaş düğündür. Bu suretle güle oynaya vatanımızı, namusumuzu, bayrağımızı, milli haklarımızı kahramanca savunuruz. Ölürsek şehit, kalırsak da gazi oluruz.
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, siyasi istikrarsızlık yıllarına duyulan özlem, müdahale edilen, iradesi ipotek altına alınan bir döneme özentidir. Aynı yoldan giderek farklı yola ulaşılamaz. İki yanlıştan bir doğru çıkamaz. Parlamenter sistem günahıyla sevabıyla Türkiye'de miadını doldurmuştur, onarım imkanı kalmamıştır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yönetim hayatımıza kalıcı soluk, güçlü irade, etkin ve hızlı karar alma mekanizması kazandırmış parlak bir reform olarak baştacı haline gelmiştir.
2. 28 Şubat bildirisiyle açıklanan Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, omurgası kırık, hedefleri döküktür. Hiçbir şey söylenmemiştir. 6 partinin kuru gürültüsü, CHS'ye karşıtlık üzerine bina edilmiştir. Etki tepki üzerine şekillenmiş bir sistem teklifidir. Zillet ittifakı şuursuzdur.
6+1 formatı, zillet ittifakı milletimizin beklentilerini dünyanın yeni eğilimlerini, devletimizin yüksek hedeflerini, CHS'e niye gerek duyulduğunu anlamadan mahrumiyet içinde kıvranmaktadır.
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem'in gerçek ismi, güçlendirilmiş palavra sistemidir. Güçsüzleştirilmiş Türkiye'ye çağrıdır. Kılıçdaroğlu geçen hafta yine boşluğa düşmüştür. 'Belçika'da aylarca hükümet kurulamadı, seçim yapıldı aylar geçti. Ama bir Allah'ın kulu mahvolduk devlet bitti demedi. Almanya'da koalisyon için 4 5 ay beklediler. Almanlar çıkıp 'mahvolduk, Almanya'da şunlar kesildi, para değeri düştü' diye bir şey söylemedi.' Kılıçdaroğlu istikrarsız hükümet dönemlerine geri dönmek istiyor. Krizler olsun, hükümetler düşsün, koalisyon pazarlıklarında kavga gürültü olsun hesabı yapıyor. Türkiye'nin geriye sarmasını istiyor. Kılıçdaroğlu, geçti Bor'un pazarı, sür merkebini Kandil'e! Bitti o sıkıntılı günler, geride kaldı kurulamayan hükümetler dönemi... Zilletin güçlendirilmiş palavra sistemi çürük elmadır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi gelecek nesillere en büyük armağandır. Zillet ittifakı kabul etse de etmese de Türkiye'nin istikameti dosdoğrudur. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi lider ülkenin tescilidir.
Meclis'e gelirken yolda bir siyasi partinin afişini okudum. 'Pazar seçim olsa DEVA hazırdır' diyor. Elimde bir kalemim olsa altına yazardım, 'Pazar günü seçim yok, hayırlı uykular.'
12 Mart’ta, İstiklal Marşımızın TBMM’de merhum Hamdullah Suphi Tanrıöver’in heyecanla okuyup, dönemin mebusları tarafından ayakta alkışlanarak kabul ettiği tarihi bir dönüm noktasını hayranlıkla anacağız.
Yürekleri bağımsızlık için çarpan kahramanlarımızın cephelerde savaşmaya devam ettiği, zaferin henüz gerçekleşmediği bir sırada yazılan bu muhteşem manzume, başarıya olan milli inancın ve kararlılığın tecellisidir.
İstiklal Marşımız, Milli Mücadele’yi ruhunda hissederek mısralara döken bir mütefekkirin şahsi hissiyatı ve yalnızca yaşadığı dönemin hatıralarını yansıtan bir eser değil, aynı zamanda ayağa kalkmaya karar vermiş Türklüğün bedeli kanla ödenmiş bağımsızlık beyannamesidir.
İstiklal Marşımız, milli yükselişin sembolüdür.
Onu layıkıyla anlayabilmiş yüksek vicdanlarda Türk milletinin geleceğine olan inancın da abidesidir.
Mısralara dökülerek tarihin içinden gelen bu kutlu ses, "Ezelden beri hür yaşamış" milletimize zincir vurmaya hala çabalayan çevreler için de caydırıcı ve uyarıcı bir anlam ihtiva etmektedir.
İstiklal Marşımızın anlamından habersiz olanlar Türk milletinin en umutsuz anlarda neleri başarabileceğini bir kez daha ibretle hatırlamalıdır.
Bugün hepimize düşen en büyük görev, İstiklal Marşımızda anlamını bulan mücadelenin şuuruna vararak ecdadımızın emaneti olan vatanımıza sahip çıkmak ve Cumhuriyetimizi sonsuza kadar yaşatmaktır.
“Korkma” diye başlayan dizeler, bugün de en çok ihtiyaç duyduğumuz manevi heyecanın başlangıcıdır.
Temennim, milletinin kudretinden habersiz, tam bir teslimiyetle ülkemizi felakete sürüklemeyi amaçlayan zillet faillerinin bu tarihi mesajı layıkıyla idraki ve nedamet göstermeleridir.
Tarihin her döneminde olduğu gibi, bugün de “yurduna alçakları uğratmamak uğruna göğüslerini siper eden” bütün aziz şehitlerimize, kahramanlarımıza ve bir fazilet timsali olan vatan şairimiz Merhum Mehmet Akif Ersoy’a en derin şükran hislerimle Cenab-ı Allahtan rahmetler niyaz ediyorum.
12 Mart 1921’de, Büyük Millet Meclisi’nin birinci dönem mebusları tarafından İstiklal Marşımızın kabulünün 101’inci yıldönümünü gururla kutluyor, o müstesna günleri, bu kutlu çatı altında bir kez daha iftiharla anıyorum.
Ayrıca bütün kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü gönülden tebrik ediyor, saygılarımı bahusus paylaşıyorum.
Kadınla şiddetin birlikte anılmadığı huzurlu ve güvenli bir geleceği inşa ve ihya çabalarına canla başla destek olacağımızın sözünü veriyorum.
Kadına yönelik şiddetin engellenmesi amacıyla TBMM gündemine gelecek yeni düzenlemeyi kararlılıkla destekleyeceğimizi, kadınlarımıza kalkan ellerin kırılması, katillerin en ağır biçimde cezalandırılması amacıyla elimizden gelen her çalışmayı yapacağımızı buradan ifade ediyorum.
Unutmayınız ki, kadınlar insandır, biz de insanoğluyuz.
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken siz değerli milletvekili arkadaşlarımı saygılarımla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum."