KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, seçim için öngördüğü zaman diliminin hâlâ 2022 sonbaharı olduğunu söyledi. Ayrıca Ağırdır, muhalefetin durumuna bakarak, Türkiye için bir değil, belki de iki seçimin ufukta olduğunu, ancak ikinci seçimden sonra yeni bir inşa sürecinin başlama ihtimalini göz önünde bulundurduğunu aktardı.
Ağırdır, muhalefetin sınır ötesine asker gönderme tezkeresi sürecindeki tutumunu değerlendirdi. Muhalif blokun ittifakını 'buzlu yolda arabayı önce kaymadan yolda tutabilmek' metaforuyla açıklayan Ağırdır, "Muhalefetin bu tercihlerine bakarak şöyle bir öngörüye doğru geliyorum. Artık önümüzdeki dönemde sekerek seçim olacak. İki seçimden bahsediyoruz belki de. Birinci seçim bu gidişatın durdurulduğu aşama. Asıl inşayı ise ikinci seçimden sonra konuşacağız. İlk seçim durup bir soluklanma olacak. Kurumsal onarımlar belki ikinci seçimden sonra olacak. Tarihi bir seçim olacak söylemleri de var ya, belki peş peşe iki seçim olacak. Ben hâlâ 2022 sonbaharını öngörüyorum. Asıl ondan sonraki seçimi konuşuyor olacağız belki de. Muhalefete bakınca sanki kaçınılmaz olan böyle bir şey gibi geliyor bana" diye konuştu.
KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, ekonomik gidişatın iktidarı seçime götürüp götürmeyeceğini, 4 yıldır tutuklu Osman Kavala ve 5 yıldır tutuklu Selahattin Demirtaş nezdinde, her kesimden adalete yönelik yükselen sesleri ve muhalefetin tezkere farklılaşmasının anlamını Sayıların Dili’nde Murat Sabuncu’ya yorumladı.
Bekir Ağırdır, Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) ekim ayına ilişkin yıllık yüzde 19,89 enflasyon açıklamasını "Sayıların güvenilir olmadığı çok açık" diyerek yorumladı. Hane halklının yaklaşık yarısının borçlu olduğunu söyleterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Aşağı yukarı hanelerin yarısı borçlu. Bu hanelerin de yüzde 80'i, tüm hanelerin yüzde 40'ı borcunu ödemekte zorlanıyor. 2018'den 2021'e bile hanelerin borç yükü iki katına çıkmış durumda. Sayıların güvenilir olmadığı çok açık. Burada bir tartışma olduğunu sanmıyorum. Uluslararası kurumlar sayılara göre karar alıyor, kredi kuruluşları sayılara göre karar alıyor. Yunanistan'da sayıları yanlış yayınladığı için çok sayıda bürokrat sonradan mahkum oldu. Enflasyon yeni enerji zamlarıyla yükselecek. Bütün dünyada aritmik bir ekonomik hareket var. Hem iklim değişikliğinin ürettiği sorunlar, bir yandan pandeminin etkisi, tedarik zincirlerinin aksaması nedeniyle üretimde sorun var. Bir yandan pandemi nedeniyle duruş kalkışlar hizmet sektörünün gelirlerini azaltıyor. Bütün devletler çılgınca paralar basıp hanelere dağıttılar. Bu da enflasyon olarak da dönüyor bir yandan. İktidarın tercihleriyle bizdeki problem daha da artıyor. İktidarın hem döviz kurlarını dengelemede, hem enflasyonu dengelemede artık mahareti yok. Bunu perdelemek için bu bir tercihmiş gibi söylemler var. Burada bile temel iki problem var. Hikayenin çalışabilmesi için yatırımların sürüyor olması lazım. Sorunları çözmek adına artık iktidarda bir maharet yok. Durumu kurtarmak adına tercihmiş gibi bir dil tutturuluyor. Ben gerçek olduğunu düşünmüyorum. Güven ortamı tesis edilmeden ne yurt dışı yatırımcı yeni yatırım yapmıyor. Bütün hanelere değer hale geldiği için insanlar 6 ay sonrasına güvenemiyor. Sayıları bile bilerek manipüle ediyorsunuz algısı yerleştiği sürece ortamın pozitife dönme ihtimalini görmüyorum. Önümüzdeki dönemde hem enflasyonun hem işsizliğin artacağını beklemek mümkündür diye düşünüyorum."
Ağırdır, TCMB kadrolarının tutmayan enflasyon tahminleri hakkında "Bir şeyleri eksik yaptığınızı söylediğimizde karakterinizi eleştiriyor değiliz belki de, maharetinizi eleştiriyoruz. Merkez Bankası'nın kadroları enflasyona dair doğru öngörüde bulunamıyorlarsa, gelecek tahminlerine nasıl güveneceğiz? Benim sorunum, TCMB'nin kadrolarının öngörülerini tutturma mahareti yoksa nasıl güveneyim ülkenin geleceğine?" dedi.
Gerçekleri manipüle edilmiş sayılarla yönetmeye çalışmanın 'dehşet bir yanılgı' olduğunu savunan Ağırdır, şöyle konuştu:
"Ülkenin insanları da, yatırımcıları da, şirketleri de devletin birtakım hesaplamalarına göre pozisyon alıyor. Doğal olan da bu zaten. Gelir dağılımı giderek bozuluyor ve daha kötüsü kalıcılaşıyor. Aynı zamanda insanların beklentilerini biçimliyor. Beklentiler olumsuza döndükçe insanların tercihleri o olumsuz beklentiye göre şekillenmeye başlıyor. Bu gerçeği sanal uyduruk sayılarla yönetmeye çalışmak, 85 milyonun algısını yönettiğini sanmak dehşet bir yanılgı. Sokağa çıktığımızda her birimiz görüyoruz durumu. Toplumun da gerçeklikle ilişkisi bozulmaya başlıyor. Hiçbir kurum ya da birey geleceğe güvenle bakmadığı zaman, geleceği inşa etmek mümkün olmuyor ki. Sadece gençler değil, ülke insanının yarısının artık ülkenin geleceğine dair bir umudu yok."
KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Hem dünya karmaşık, bir yandan da bizim iktidarımızın tercihleri nedeniyle oyunun dışına çıkmak zorunda olduğumuz alanlar var. Türkiye bunu taşıyamaz ki. Türkiye öyle bir ülke değil. Bütün bunlardan kendimizi soyutlayıp bambaşka bir ülke olacaksınız, yerli milli markalar üreteceksiniz. Bu memleket insanının beklentilerine, hak ettiklerine haksızlık. İktidar bütün aktörler bir yana, sanki Avrupa Birliği defteri kapansın istiyor sanki, iktidarın şu an tek bir kolladığı şey var, Amerika'nın tepkisi. Bir şekilde onların gönlünü almaya çalışıyor. Affedilemeyecek şey, bilerek yanlış yapmaktır. Seçmen de bunu fark ettiği anda affetmiyor. Bilerek yanlış yapıyorlara gelindiği andan itibaren, o ilişkiyi tamir etmenin yolu yoktur. Yapılanlar ve yanlışlar bilinçli olarak yapıldı algısı yerleştikçe, yatırımcılarda kararlar ona göre veriliyor. Sonuçları da daha ağır olan bir problem."
"Tartışmalarda alınan farklı pozisyonların muhalefette tartışma yaratacağını sanmıyorum. En azından Akşener ile Kılıçdaroğlu arasında güven inşa edildiğini görüyorum, çok özel çatışmalar yaşanacağını beklemiyorum. CHP bugüne kadar sınır ötesi operasyonlara ve dokunulmazlıklara evet verdi. Son iki günde CHP tabanından baskı geldi, ilk alınan pozisyon evet demek yönündeydi. Nereden bakılıyor da, İyi Parti ve CHP hükümetin bu tercihine evet diyor? Asıl orada tartışılması gereken bir siyasi tercih meselesi var. Özü itibariyle ülkedeki bütün siyasi aktörler, güvenlik deyince sınır güvenliği olarak algılıyorlar. Mesele şurada, dünya bu konuda çalkalandı. İki olay oldu. Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra tüm dünyada güvenlik tekrar tartışıldı. Güvenlik denen şey sadece sınır güvenliğinden mi ibarettir? Enflasyonu yanlış yönetiyor olmak ulusal güvenlik içinde yer almalı mı almamalı mı? Ya da pandemiyle ilgili önlemleri zamanında almamak ulusal güvenliğin içinde düşünülmeli mi? Bugün güvenlik denen şey sadece sınır güvenliğinden ibaret değil. Ülkenin huzuru, çeteleşme, uyuşturucunun yaygınlaşmasını da böyle görmediğiniz zaman sıkışıyorsunuz. CHP ve İyi Parti'nin sorunu hem beka meselesini hem güvenlik meselesini iktidardan farklı düşünemiyor olması. Bugün Türkiye'nin güvenlik kavramına çok daha geniş bir yerden bakmalıyız meseleye. 11 Eylül saldırıları diye bir şey oldu. Başta Amerika güvenlik ve terör meselesini başka yerden tanımlar hale geldi. Amerika ülkeleri işgal etti, darmadağın etti. Ama kendilerine yakın olan cihatçıları kontrol altında tutabileceğini düşündü. Bu da başka bir radikalliği besliyor. Türkiye'nin seçtiği yol, dışarıya karşı yaptığı her şey içerideki kendi Kürt meselesini de dışarıya taşımak. Muhalefetin başka bir siyaset ve politikalar dizisi üretmesi lazım. Yalnız devletçi bakıştan kurtulmaları lazım. Muhalefet sadece Cumhurbaşkanının adı değişti diye ertesi gün bambaşka bir ülkeye uyanacağını bekliyorsa yanılıyorlar. Asıl muhalefetin ayrışması, geleceğe dair ütopyayı yazmaya başladığı zaman ortaya çıkabilir. Uzak duruyorlar ki, herhalde çatışma olmasın. Muhalefetin bunu şeffaf bir tartışma halinde yürütmesi gerekir. Ama muhalefet henüz bunu yapmış değil."
"Bir kere ekonomik kriz nedeniyle bile sokağa çıkacaklar. Parlamentoda belki yapılabilecek en doğru şey halkla temas etmektir. Ama Devlet Bey'in böyle bir arzusu var mı emin değilim. Salı çarşamba toplantılarında artık sadece karşılıklı atışma var. Artık onun için normaldir belki."
"Ne anlatılırsa anlatılsın, bu ülkenin bütün yurttaşları da yargı bağımsızlığından değil, siyasi hesaplaşmayla bu iki insanın içeride tutulduğu kanısında. Bu konuda bile hiçbir inandırıcılığınız kalmamış. Sembol haline dönüşmüş durumda Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala. Hükümet politikaları açısından bu iktidar siyasi alanı daraltmayı tercih etti. Bu gerektiğinde şiddetle, işsiz bırakarak ya da hapishanelere tıkarak. Bu ülkenin yurttaşları da görüyor, yurt dışındaki muhataplarımız da görüyor. Başka bir enerji üretiyor. İktidar Osman'ı, Selahattin'i hapiste tutmaya devam edebilir. Adli bir karar değil, siyasi bir karar. Cumhurbaşkanı'nın kendisinden başka kimse bilmiyor. Siyasi alanı daraltma çabası iktidarın lehine de çalışmıyor. Artık korku duvarı da çatlıyor. Hükümet politikalarına da inanç azalıyor. Sürdürülebilir bir durum konuşmuyoruz. Rasyonel akılla algılanabilecek bir şey değil."