Türkiye Büyük Millet Meclisi, 100. yılını kutluyor. 23 Nisan Özel Oturumu İstiklal Marşı'nın okunmasıyla başladı.
Meclis'teki özel oturuma Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ve milletvekilleri katıldı. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan oturuma katılmadı.
Siyasi partiler adına konuşan isimler şöyle:
AKP Grup Başkanı Ankara Milletvekili Naci Bostancı, CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, HDP Eş Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Mithat Sancar, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yerine Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, İyi Parti Meclis Grubu Başkanı Orhan Çakırlar’ın yerine Grup Başkanvekili Lütfü Türkkan, Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş, Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici, Demokrasi ve Atılım Partisi adına İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Saadet Partisi adına Konya Milletvekili Abdulkadir Karaduman.
TBMM Başkanı Mustafa Şentop, "Siyasî partilerimizin çok kıymetli genel başkanları, Sayın milletvekilleri, Kıymetli misafirler, Yarınlarımızın ümidi olan sevgili çocuklar ve gençler, Aziz milletim, Bugün Millî değerimiz olan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’mızı kutlamak ve Yüce Meclîsimizin kuruluşunun 100. Yıldönümünü idrak etmek amacıyla bir araya gelmiş bulunuyoruz. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ve Türkiye Büyük Millet Meclisimizin 100. açılış yıldönümü milletimize, soydaş ve akraba topluluklara ve yüreğinde Türkiye sevgisi bulunan bütün dostlarımıza kutlu olsun." düşüncesini dile getirdi.
Şentop, "Sözlerimin hemen başında bir hususu ifade etmeyi lüzumlu görüyorum. Görüldüğü üzere bugün hem bu salonda, hem binanın dışında sınırlı bir topluluk ile birlikteyiz. Aslında niyetimiz ve hazırlığımız, bu bayramı ve yıldönümünü meydanlarda, milyonlarca vatandaşımızla birlikte kutlamaktı. Fakat, ülkemizi de etkileyen küresel salgın sebebiyle katılımı sınırlandırmak, bu kutlu yıldönümü için planladığımız etkinlikleri ileri bir tarihe ertelemek zorunda kaldık. İnşallah, bir süre sonra bu zorluğun da üstesinden gelecek ve bu yıl içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 100’üncü yıldönümünü planladığımız kapsamlı ve yoğun etkinliklerle kutlayacağız. Bugün, milletimizin her bir ferdinin göğsünü kabartacak ve yarına daha umutla bakmasını sağlayacak büyük ve önemli bir gündür. Bugünü büyük ve önemli kılan, bundan tam yüz yıl önce ve tam da bu saatlerde açılışı yapılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni inşa eden ceht, gayret ve mânâdır. 100 yıl önce vatan ilhak ve işgal, milletimiz esir olmak tehdidi ile karşı karşıyaydı. Büyük kayıplarla ve mağlup olarak çıktığımız Birinci Dünya Savaşı’nın sonucunda milletimiz, son hürriyet kalesi olan Anadolu’dan da sürülüp çıkarılmak istenmekteydi. Türkiye, ordusu terhis edilmiş ve silahlarına el konulmuş, başşehri işgal edilmiş, Meclis’i dağıtılmış ve iktisaden çökertilmiş bir manzara arz ediyordu. 19 Mayıs 1919’da Gazi Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıktığında görünen tablo buydu." ifadesini kullandı.
Şentop konuşmasında şunları kaydetti:
Fakat, istilacıların ve haysiyetlerini hırslarına kurban etmiş işbirlikçilerin hesaplayamadıkları husus, tarihi şeref levhalarıyla ve başarılarla dolu aziz milletimizin esarete boyun eğmeyen tabiatı ve manevî kuvvetiydi. Bu tabiatı bilen ve o manevî kuvvetin farkında olanlar, şartların umut kırıcı ve boğucu görünmesine aldırmadan kısa sürede bütün vatan sathını saracak olan Millî Mücadele meş’alesini yaktılar. O meş’aleyi yakan kadronun önderi ve Millî Mücadelenin Başkomutanı Gazi Paşa şöyle demekteydi, “Yemin ederek sizi temin ederim ki, bizim milletimizin manevî kuvveti, bütün milletlerin manevî kuvvetinden üstündür”. Milletimizin gayret ve cesaretiyle Samsun’dan başlayıp Amasya, Erzurum, Sivas ve nihayet Ankara duraklarından geçerek dalga dalga bütün vatan sathına yayılan, ‘ya istiklâl, ya ölüm’ şiarına bürünerek topyekûn bir dirilişe dönüşen Millî Mücadele, bugün idrak ettiğimiz yıldönümünün temelini teşkil etmektedir. Bütün aşamalarıyla birlikte Millî Mücadele’yi geçmişe ait bir hatıradan ibaret görmek doğru değildir. Samsun’da başlayıp İzmir’de zaferle neticelenen Millî Mücadele, tarihin belli bir döneminde başlayıp bitmiş bir süreç değil; istiklâl-i tam yolunda kesintisiz ve kararlı davranmayı zorunlu kılan şuurun adıdır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 100’üncü yılını idrak ederken bir önemli hususa değinmek zorundayız. Kurtuluşa inanmış kadronun öncülüğü ve milletin azmiyle kazanılan Millî Mücadelenin iki esası vardır. Bu esaslardan ilki, tam bağımsızlık hedefi; diğeri de, tam bağımsızlık hedefine yönelik mücadelenin millî iradeye dayanarak yapılması prensibidir. Bu tarafıyla Millî Mücadele, dünyadaki benzerlerinden ayrılır. 100’üncü yılını andığımız Gazi Meclisi’miz, Millî Mücadele’nin sonucu değil, bizzat merkezi ve karargahıdır. Neyi andığımızı ve kutladığımızı bilmeye mecburuz. Açılışının yüzüncü yıldönümünü idrak ettiğimiz bu Meclis, “Bağımsız yaşamaya malî durumumuz müsait değildir, zirâ çok borcumuz vardır” diyenlerin olduğu bir ortamda, her ne pahasına olursa olsun tam bağımsızlık uğruna her türlü mücadeleyi göze almanın sembolüdür.
Yüzüncü yıldönümünü andığımız bu Meclis, İttihatçılara duyduğu nefret ve iktidar hırsı sebebiyle işgal güçleriyle işbirliği yapan bazı fırkacılara karşı, Gazi Mustafa Kemal’in Amasya’da “Ortada İttihatçılık, İtilafçılık yoktur. Memleket meselesi vardır” iradesini rehber edinen bir merkezdir. Millî Mücadelenin merkezi ve karargahı olarak bu mukaddes hamleyi yöneten Birinci Meclisimizin bir diğer önemli hususiyeti de, farklılıklarını muhafaza ederek ortak bir millî hedefe yönelme kabiliyetidir. Şüphe yoktur ki siyasetin ve demokrasinin bir yanı çatışma, diğer yanı uzlaşmadır. Fakat bu farklılıkları, iflah olmaz bir kindarlığa; görüş farklılıklarını kan davasına dönüştürmek, neticesiz kalmaya mahkum olduğu gibi, milleti nifak tuzağına itmek anlamı taşıyacaktır.
Yüz yıl önce Millî Mücadele’yi yöneten Birinci Meclis’te, Mehmet Akif ile Cami Baykurt, Diyap Ağa ile Hamdullah Suphi, Hüseyin Avni Ulaş ile Kılıç Ali, Hasan Basri Çantay ile Mahmut Esat Bozkurt, Ali Şükrü Beyle Adnan Adıvar yan yana, omuz omuza istiklâl-i tam yolunda mücadele ediyordu.
İsimlerini zikrettiğim zevatın hiçbirisi, yanındakine benzeyerek ve dünya görüşünden yahut telakkilerinden vazgeçerek o Meclis’te değildi. Fakat, Sakarya Muharebeleri esnasında Meclis’in Kayseri’ye taşınması sözkonusu olduğunda Diyap Ağa, “Biz buraya ölmeye geldik ve ben son kurşunuma kadar savaşacağım” derken Mehmed Akif İstiklâl Marşı’nı kaleme alıp “Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım” diye millet adına kükrüyordu. Türkiye’nin varlığına, birliğine ve dirliğine kastetmedikçe; şiddeti bir yöntem olarak teşvik edip desteklemedikçe; millî gayelerimize ket vurmadıkça bütün farklılıkların bu çatı altında yer bulması, devlet ve millet olarak zenginliğimizdir. Birinci Meclisi vâreden, Millî Mücadeleyi başarıya ulaştıran ve gücümüzün mayası, işte bu ruhtur.
Son aylarda yaşanan ve insanlık için yeni bir tecrübe olan küresel salgın sebebiyle bir çok kimse, artık dünyada hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı iddiasındadır. Daha ileri giderek yeni küresel bir tasarımdan söz edenler bile çıkmaktadır.
Bu konular zamanla daha iyi tartışılacak, salgının boyutları ve etkileri daha iyi görülecektir. Fakat bu salgın vesilesiyle bir kez daha ve sarahaten ortaya çıkan tablo, bugün dünyada cari olan sistemin sürdürülebilir olmadığıdır. İnsanı, farklılıkları, yoksulları, hesaba katmayan; bazı insanların sadece haklara ve bazılarının da sadece görevlere sahip olduğu bu acımasız ve adaletsiz düzen değişmedikçe, küresel bir barıştan söz edilemez. Bugün, gelişmiş ülkelerin bile karşısında çaresiz kaldığı bu salgın, Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından ısrarla dile getirilen ‘Dünya beşten büyüktür’ tespitinin ve binlerce yıllık devlet anlayışımızın temel düsturlarından olan ‘İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın’ prensibinin önemini bir kez daha ortaya koymaktadır.
Fakat hadiseler ne yönde seyrederse seyretsin, Türkiye’nin bölgesel ve küresel düzeyde iddialarından sapmasına yahut vazgeçmesine yol açmayacaktır. İlhamını Millî Mücadele’den ve gücünü aziz milletinden alan Türkiye Cumhuriyeti, hegemon güçlerin kurduğu diplomasi masalarında artık bir sorun başlığı olarak değil, çözüme katkısı aranan bir aktör olarak bulunmaya kararlıdır. Bu kararlılığı yok saymaya veya sınamaya kalkan her kim olursa olsun, hesabının bozulduğunu görmeye mahkumdur. Yüz yıl önce ve tamamen tükendiği varsayılan bir dönemde azim ve kararlılığıyla ayağa kalkan, adeta küllerinden yeniden doğan Türkiye, bugün daha güçlü, daha coşkulu ve daha diridir. Yüz yıl önce, cephedeki askerinin yarasına tentürdiyot bulamadığı için naftalin basan Türkiye, bugün küresel salgın karşısında çaresiz kalan devletlere tıbbî yardımda bulunmaktadır.
Dünyanın ne yöne evrileceği hususu uzun uzun tartışılacaktır. Fakat Türkiye, yeni dünya düzeninde söz ve iddia sahibi olacaktır. Bu denli emin olmamızın iki esaslı sebebi vardır; evvela dünya artık bu çarpık ve adaletsiz düzenle daha fazla idare edilemez ve ikinci olarak da Türkiye, büyük ve diri bir hamle olarak insanlığın ufkunda parlamaktadır.
Bu vesileyle, Türkiye’nin büyük bir iddia olarak öne çıkmasına öncülük yapan, 15 Temmuz hain darbe girişimi başta olmak üzere bir çok krizde, liderliğiyle milletimizin önünü açan sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten başlamak üzere selefi vatanperver devlet adamlarımız gibi vatanı ve milleti herşeyin üstünde tutma basiretini gösterdiği için şükranlarımızı arzediyorum. Bugünü anlamlı kılan taraflarından birisi de, milletimiz için hayatî öneme sahip bu günün çocuklara armağan edilmiş olması. 1927’den bu yana bugün, çocuk bayramı olarak kutlanmakta. Türkiye’yi diğer devletlerden üstün kılan taraflardan birisi de, işte bu yaklaşımıdır. Türkiye Cumhuriyeti, 1927’de en önemli millî günlerinden birini çocuklar için bayram ilan etmiş ve çok erken denilebilecek bir tarihte, 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanımıştır. Çocuk ve genç, toplumunun geleceği, yarına ilişkin iddiasıdır. Bu yüzden, çocuklarımızı ve gençlerimizi millî ve manevi değerlerimizle donatıp, kendi ayakları üzerinde duran, istiklâl ve hürriyet aşığı, çağın gerektirdiği donanıma ve niteliklere sahip bireyler olarak yetiştirmeliyiz. Bu bakımdan eğitim kurumlarımıza, başta Millî Eğitim Bakanlığı olmak üzere bütün bakanlıklarımıza ve sivil toplum örgütlerimize büyük vazifeler düşmektedir.
Konuşmamın bu noktasında çocuklarımıza ve gençlerimize seslenmek istiyorum. Geçmişi parlak başarılarla ve insani değerlere saygıyla dolu bir milletin mensubusunuz. Tarihimizi öğrendikçe ve atalarımızı tanıdıkça, daha büyük işler yapmak kudretini kendinizde bulacaksınız. Başka milletleri ve toplumları küçük görerek değil, bütün insanlığın faydasına olacak insani erdemleri ve gayreti taşıdıkça devletimizi büyütecek ve güçlendireceksiniz. Atalarınızın, büyüklerinizin çetin fedakarlıklarla ve bedellerle kazandığı ve sizlere devrettiği vatanı, devleti ve medeniyet değerlerini daha ileri noktalara taşımak sizin elinizdedir. Evet, Türkiye vatanımızdır. Fakat Türkiye aynı zamanda vazifemizdir. Bayrağımıza duyduğumuz hürmet, vatanımıza duyduğumuz bağlılık ve milletimizi daha ileriye taşıma ülküsü, hayatımızı anlamlı ve yolumuzu aydınlık kılan hususiyetlerdir. Bu yolda başarılı olacağınıza inancımız tamdır. 23 Nisan 2020, Millî Mücadeleyi yöneten Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 100’üncü yıldönümü andığımız, gurur, sevinç ve bu Gazi Meclis’e emek verenlere şükran duyma günüdür. Bu vesileyle, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve mücadele arkadaşları olmak üzere, açıldığı günden itibaren TBMM çatısı altında görev yapmış bütün milletvekillerimizi ve devlet adamlarımızı; Büyük Türkiye yolunda şehadete yükselen, gazi olan; son olarak 15 Temmuz’da darbeye direnen bütün vatan evlatlarını rahmetle, minnetle ve şükranla anıyorum. Şanla, şerefle, sıhhat ve selametle, birlik ve beraberlik içinde, Büyük Türkiye yolunda Nice Yüzyıllara!"
AKP Grup Başkanvekili Naci Bostancı, "15 Mayıs’ta İzmir’in işgali milletin kalbindeki yarayı ateşli bir öfkeye çevirmiştir. 19 Mayıs’ta Samsun’a giden Mustafa Kemal, Kuvay-ı Milliye’nin ateşini yakmıştır. Rauf Orbay, Kazım Karabekir ve niceleri onun liderliğinde bir araya gelmişlerdir. Cumhuriyet fazilettir. Karar ve irade sahibi vatandaşların rejimidir. Cumhuriyet kurulduğunda halkın yüzde 80’ininden fazlası köydeyken, bugün şehirlerdedir. 100 yıllık birikimin ardından sayısız isimler vardır.İllaki siyasi tartışmalar olacaktır. Halefler seleflerinin rakipleri olsa da aslında gerçekte ortaklarıdır. Uzlaşmasız rekabet, demokrasilere halel getiren karanlık yanları ortaya çıkarır." dedi.
Bostancı, "Her türlü şiddet ve terör demokrasinin en büyük düşmanıdır. 100 yıllık Meclis tarihinin 18 yılında AK Parti olarak her insanımıza daha iyi bir hayat için çabaladık, emek verdik. Her alanda geçmişi incelerken, geleceğin muhasebesini yaptık. Rekabet ve eleştirileri siyaset zemininde yapmak, gerçeklikten kopmamak önemlidir. Cumhur İttifakı olarak durduğumuz yer güçlü bir Meclis’tir. 15 Temmuz hain darbe girişiminde de Meclis, direnişin bir sembolü oldu. Önümüzde yeni bir yüzyıl uzanıyor. Siyasal toplumun araçları, inanışları yeni bir düzen kazanıyor. Geçmiş asırlarda esir ticareti, köleciliğin yükünü taşıyanlar mültecilere karşı karşımıza çıkıyor. Irkçılık, düşmanlık, çıkar savaşları gibi durumların ne gibi felaketlere yol açtığını hepimiz görüyoruz. Başkasının acılarından sırça köşkler oluşturanlar oralarda asla rahatça oturamazlar." diye konuştu.
Bostancı, "Salgın olduğu bir dönemde bu oturumu yapıyoruz. İnsanoğlu tabiatla barışık yaşamanın önemini acı bir şekilde öğrenecektir. AK Parti olarak tam bir katılım gerçekleştireceğimiz 21.00’de herkesi İstiklal Marşı okumaya davet ediyorum. Yaşasın Cumhuriyetimiz, yaşasın demokrasimiz." ifadesini kullandı.
Meclis'in 100. yılında Meclis özel oturumunda konuşan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, şunları kaydetti:
Bugün sorunlarımız var. Sorunları ivedilikle çözmemiz gerekiyor. Bu bağlamda TBMM’ne 100. Yılında önemli görevler düşüyor. Bugün sorunlarımız var bunları ivedilikle çözmemiz gerekiyor. Sorunlarımızın kaynağı büyük ölçüde TBMM’yi etkisizleştiren darbeciler ve onların uygulamaya koydukları darbe yasalarıdır. Yaşadığımız sorunları sağduyu ile akılla mantıkla birikimle birlikte açmamız gerekiyor. Ön yargılarımızdan arınarak aşmamız gerekiyor. Ölçümüz vatanımızın çıkarlarını esas almak olmalıdır. TBMM’nin ikini yüzyıla adım atarken gelin bu anlayışla sorunları çözmeye çalışalım.
TBMM’nin açılışının 100. Yılında 16 maddelik bir çağrıyı sizlerin ve milletvekillerimizin bilgisine sunuyorum.
MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, "TBMM’nin mehabetini ve tarihimizde icra ettiği hayatî fonksiyonu gözler önüne seren bir analiz bugün için anlamlı olacaktır. TBMM’nin açılışının 100. yıldönümüne eriştiğimiz bu mesut günde, bu kutlu çatı altında sizlere hitap etmekten duyduğum bahtiyarlığı anlatmaya kelimeler yetmez. Şüphe yok ki bugün burada sizler de aynı hisleri duyuyor, aynı heyecanı yaşıyorsunuz. Yüreğinizin kabardığını; gözlerinizin şeref, gurur ve iftiharla nemlendiğini görüyorum. Bilirsiniz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluş hikâyesi öyle romanlarda, masallarda anlatılanlara benzemez. İnsanoğlunun gördüğü en büyük özgürlük ve demokrasi destandır bu... Bu destan, 'Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir.' düsturunu iki asrın idrakine söyleten necip bir milletin varlık kavgasını terennüm eder. Ne mutlu bize ki İstiklal Savaşı’nı zaferle taçlandıran Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100. yılını idrak eden günümüzdeki son millet temsilcileriyiz. Ne mutlu bize ki cesaret ve kahramanlıklarıyla dünyaya nam salmış bir milletin ahfadıyız." dedi.
Yalçın, "Mondros Mütarekesi’nden 23 Nisan 1920’ye gelinceye kadar baş döndürücü hadiseler cereyan etmiştir. İşgallere karşı yurdun dört bir yanında başlayan münferit direniş mücadeleleri, Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak cemiyetlerinin kurulmasıyla örgütlü bir vaziyet almıştır. Sıra, o dönemde Kuva-yı Milliye adını alan direniş gruplarının tek çatı altında toplanıp bir lider marifetiyle teşkilatlandırılmasına ve ortak hedefe kanalize edilmesine gelmiştir. Bu gaye doğrultusunda hayata geçirilen adımlardan ilki, Erzurum Kongresi’nde atılmıştır. Erzurum ve Sivas Kongreleri, Anadolu’ya “millî direniş” tohumlarını ekmeye başlayan Mustafa Kemal Paşa’yı Millî Mücadele’nin liderliğine taşıyan iki önemli olaydır. Yurt çapındaki direniş cemiyetlerini ve eylemlerini ortak hedefe yönelterek bir millî ülkü ve yönetim birliği yaratmayı amaçlayan Sivas Kongresi ise kurulacak millî Meclisin en geniş provası olmuştur. Mustafa Kemal Paşa, bir ulusal Meclisin ikinci provasını, 27 Aralık 1919’da Heyet-i Temsiliye Başkanı sıfatıyla Sivas’tan Ankara’ya gelip yerleştiği Ziraat Mektebi binasında yapmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Ankara’da kurulacak ulusal parlamentonun alt yapısını burada hazırlamıştır. Ziraat Mektebi, kısa zaman zarfında Millî Mücadele’nin merkez karargâhı hâline gelmiştir." diye konuştu.
Yalçın konuşmasını şöyle sürdürdü:
Buradan bütün vatan sathını kaplayan telgraf ağıyla Heyet-i Temsiliye, kısa sürede her yerde “kongre" adıyla anılmaya başlanmıştır. Ankara’yla irtibat kuranlar, “Kongre” ile haberleştiklerini söyleyerek meşruiyetin temellerini atmışlardır. Mustafa Kemal Paşa, Ziraat Mektebinde kendisini ziyaret eden gazeteci Yunus Nadi Bey’e, ”Bir devre yetiştik ki onda her iş meşru olmalıdır. Evvela Meclis, sonra ordu Nadi Bey… Meclis, hakikatlerin en büyüğüdür. Orduyu yapacak olan da millet ve ona niyabeten Meclistir.” diyerek açılacak millî Meclisin, kurtuluş mücadelesinin en meşru dayanağı olacağını anlatmıştır. Muhterem milletvekilleri, İlk Meclisin açılışı için Ankara’da toplanan milletvekillerinin hepsi, bölgelerinde seçilerek gelmişlerdir.
Bu nedenle birinci Meclis, millî iradenin tecelligâhıdır. Tarihte, hem bağımsızlık uğrunda savaş yapan hem de bunu millî iradeye ve meşruiyete dayandıran başka bir parlamento görülmemiştir. Bu yönüyle Birinci TBMM; fevkalade ve emsalsizdir. Bir ihtilal Meclisidir. İstila, zulüm ve esarete başkaldıran yegâne savaş parlamentosudur.
Vatanın harim-i ismetine dönük saldırılara karşı topyekûn direniş kararının temerküz ettiği meşruiyet abidesidir. Sivas Kongresi’nde vücuda gelen Heyet-i Temsiliye, 23 Nisan 1920’den itibaren yetkilerini TBMM’ye devretmiştir. Bütün direniş grupları, bütün Kuva-yı Milliye teşkilatları, TBMM çatısı altında toplanmış ve millî irade somutlaşıp perçinlenmiştir. Bu büyük tarihî gelişme, o güne kadar atılan adımların ve verilen mücadelenin meşruiyetini bütün dünyaya ispat imkânı sağlamıştır.
Birinci TBMM, ezilen ve sömürülen milletlerin umut ışığı, ilham kaynağı olmuştur. Zalimlerin ye’si, mazlumların sesi olmuştur. Birinci TBMM’nin en büyük hususiyetlerinden biri de kahramanlık ve fedakârlığıdır. Bu haliyle yiğitler ve serdengeçtiler Meclisidir.
Birinci TBMM; Vatanın bütünlüğü milletin bağımsızlığı uğrunda yârden, anadan, serden geçenlerin otağıdır. Millet temsilcileri Ankara yollarına düşerken yokluğu, açlığı uykusuzluğu, ölümü ve mihneti göze alarak hareket etmişlerdir. Milletvekillerinin çoğu, uzun süre Meclisin yakınındaki bir okul binasında ikamet etmiş, öğrenci yatakhanelerindeki basit ranzalarda yatıp kalkmışlardır. Hepsi de, asker karavanasında pişenlerden fazla olmayan tabldot yemekleriyle karınlarını doyurmuştur. Hepsi de öğrencilerin okula koştuğu gibi mahrumiyetler içindeki yasama görevine koşmuştur. Bu haliyle birinci Meclis, bir yokluklar Meclisidir. İki çorabından birini; ekmeğinin, aşının yarısını ama bütün ruhunu ve varlık azmini paylaşan yüce gönüllü bir milletin eseridir. 23 Nisan 1920 günü millet temsilcilerinin toplandığı salonda bulunan kürsü, Ankaralı bir marangozun Meclise hediyesidir.
Milletvekillerinin oturacağı sıralar Ankara Muallim Mektebinden, iki petrol lambasıyla sac sobalar kahvehanelerden temin edilmiştir. Büro eşya ve malzemeleri de resmî dairelerden getirilmiştir. Ankara’nın ve ülkenin mahrumiyetlerini yüksünmeden paylaşan milletvekilleri de, maaşlarının bir kısmını millî Mücadele için harcanmak üzere Meclis hükümetine bağışlamıştır. Saygıdeğer milletvekilleri, Birinci Meclis bir millî mutabakat parlamentosudur. Ortak emel için çarpan yürekler, aynı potada buluşmuştur. Cefayla, terle sulanan; kanla yoğurulup canla mühürlenen mübarek vatan toprağında; bin yıllık kardeşlik, yeniden güncellenmiştir.
Birinci TBMM, olağanüstü şartların Meclisidir. Koşullar icabı, fevkalade yetkilerle donatılmıştır. TBMM, yasama ve yürütme yetkilerini uhdesine almıştır. Hem kanun koyucu hem hükümettir. Olağanüstü işleviyle olağanüstü işler yapmıştır. TBMM açıldıktan sonra kırk yıllık bir parlamento gibi tıkır tıkır işlemeye başlamış, kısa sürede milletin mukadderatına vaziyet etmiştir.
Evvelemirde bir taslak hazırlanarak Türkiye devletinin ilk Anayasa’sı olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu kabul edilmiştir. “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir.” Düsturu bütün hakikat ve hikmetiyle TBMM’de tecelli etmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, mukaddes bir demokrasi mabedidir. İdealist ve %90’ından fazlası iyi eğitim görmüş insanlardan oluşan demokratik bir parlamentodur. Her ne kadar Mecliste Birinci ve İkinci Gruplar arasında şiddetli tartışmalar yaşansa da hiçbiri vatan sevgilerinden ve samimiyetlerinden taviz vermemiştir. Söz konusu vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı olunca bütün farklılıklar, değişik inanç ve düşünceler bir kenara bırakılmış; yürekler ortak vurmuştur. Millî Meclisin hamuru, mayası millettendir. Anahtarı imandan, kilidi vahdettendir.
Birinci TBMM bir kararlılık ve millî ant meclisidir. Orada edilen yeminlerden asla dönülmemiştir. Top sesleri Polatlı’dan duyulurken ve Ankara bir ara tehdit altına girmişken, milletin temsilcileri katiyen kenti terk etmemişlerdir. TBMM’nin kuruluş muştusu, 23 Nisan 1920’de cihana duyurulunca, âdeta milletimizin asırlık acıları dinmiştir. Millet Meclisinin açılışıyla ufukta parlamaya başlayan bağımsızlık ışığı Ankara üzerine aksetmiştir. 20. yüzyılı kucaklayan yeni bir Türk devletinin doğum sancıları Türkiye Büyük Millet Meclisinde başlamıştır. Birinci Meclis; Anadolu’nun tapusuna sahip çıkış, Türklüğün sonsuzluk kapısından giriş hamlesidir.
Birinci TBMM demek, zafer demektir. Zafere giden yolun taşları; adım adım, safha safha büyük bir kararlılıkla döşenmiştir. Bu vesileyle geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın 23 Nisan Bayramını kutluyorum. Mübarek Ramazan ayının Türk-İslam dünyasına huzur, sükûn ve sağlık getirmesini niyaz ediyorum. Sözlerime son verirken Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, kurucu Meclisin vekillerini ve çalışanlarını, canlarını feda eden kahraman şehitlerimizi rahmet, minnet ve saygıyla anıyorum. Hem bugünümüzü, hem de yarınlarımızı onlara borçluyuz. Ruhları şad olsun. 100. Yılını kutladığımız Gazi Meclisi saygı ile selamlıyorum.
İyi Partili Lütfü Türkkan, "100 yıl önce bugün Millet Meclisi’nin önünde dualar ve tekbirlerin ardından kurbanlar kesildikten sonra Mutafa Kemal Paşa kurdeleleri keser. Bundan 100 yıl önce 115 Milletvekili Ankara ulaşabildi. İşte o gün esir yaşamaktansa vatan sevdası için ölümü göze alanlar meclisin ilk oturumunu gerçekleştirdi. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e göre Meclis bir nazariye değil bir hakikattir. Hiçbir zaman Meclis’i ortadan kaldırmayı tek adam rejimi kurmayı düşünmemiş, hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir düsturundan vazgeçmemiştir." dedi.
Türkkan, "Demokrasiden beklediğimiz bütün çareler bütün sorunların bu Meclis’in çatısı altında çözülmesi ile mümkündür. Bugünkü demokrasimizin kalitesine ne pahasına olursa olsun güçlendirmek zorundayız bunun yolu da parlamenter sistemden geçer. Kurulduğu günden beri ülkemizin kaderine yön veren meclisimizin yetkilerini daraltacak başka hiçbir güç olmamalıdır. Parlamentonun yetkileri kısıtlandıkça demokrasi zemininden uzaklaşılmakta ve bu da sistemin bozulmasına neden olmaktadır. Muhalefeti dışlama abaları gün geçtikçe artmaktadır. Meclisimizin yetkilerini budamak yerine eskisinden daha güçlü ve yetkin hale getirmeliyiz. Sayısını bilmediğimiz Cumhurbaşkanlığı kararnameleri Meclis’i yıpratmaktadır. Ne denetim vardır ne de hesap verme. Bulunduğumuz coğrafya her zamankinden daha tehlikeli hale gelmişken, hiçbir tek kişinin bir ülkeyi yönetmesi doğru bir şey değildir. İvedilikle güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş sağlanmalıdır." düşüncelerini dile getirdi.
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “Bu kadar farklı kesimlerden ve düşüncelerden insanın müzakereyi ve mutabakatı bir kenara bırakmadıkları bir Meclis’i konuşuyoruz. Onun 100’üncü yıl dönümünü bugün kutluyoruz” diye konuştu.
Sancar açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
“O yöntemin neden bu kadar önemli olduğunu da biraz sonra açıklayayım. Ayrıca bu Meclis yasalcı bir Meclis; mesela 23 Nisan 1920’de açılıyor. 19 Nisan 1921’e kadar tam 109 kanun çıkarıyor. Bunların hepsi ismiyle müsemma kanundur, torba değil. Her birinin ismi var. Her birinin kanun usulüne göre, müzakere ve karara bağlanma yöntemi var. O nedenle yasalcı bir Meclis’tir. Meclis yetkileri kendinde topluyor, biliyorsunuz bir Meclis hükümeti sistemi var. Bu şu demektir, her türlü yetki devletin 3 önemli erki: yasama, yürütme ve yargı Meclis’te toplanıyor. Fakat bu yetkililere tekelci biçimde sahip çıkma anlayışını taşıyamıyor.
Yerel yönetimlere verdiği yetkiler bizatihi kendi yetkilerini sınırlamak anlamına geliyor. Yani kadiri mutlak yani otorite bir yönetimi tercih etmiyor. Tam tersine halk egemenliği mantığına uygun olarak yerellerde de halkın katılımını mümkün kılacak bir sistem oluşturuyor Meclis. O sistemin merkezinde muhtariyet var değerli arkadaşlar. Ve bunu 21 Anayasası apaçık yasaya bağlıyor. Yani özerklik ve bu özerkliğin nasıl yönetileceğini de ayrıca ayrıntılı olarak düzenliyor. Onda da şura yönetimini ortaya çıkarıyor. Aynen kendi işleyişini yerelde de kuruyor. Yani yerelde de vilayetler ve nahiyeler şuralarla seçilecektir. Şuralar seçimle gelecek, şuralarında reislerini seçmeleri kendilerinde olacak.
Neden yapıyorlar bunu? Oysa o zamanın liderleri, mesela milli mücadelenin lideri Mustafa Kemal Paşa, çok fazla yetkiye ve imkana sahipken, bunları neden paylaşıyor. Çünkü rıza istiyorsanız, çünkü birlik istiyorsanız, çeşitliliği, müzakereyi kabul edeceksiniz. Gerçek rıza ancak herkesin kimliğine eşit saygı herkesin iradesine eşit değer vererek sağlanabilir ve o şartlarda o ağır dönemde işte böyle bir ortak rızaya böyle bir güvene ihtiyaç vardır. Bu güven tepeden dayatmayla sağlanamazdı. Bu rıza zorla baskıyla tehditle ortaya çıkarılamazdı.