Celal Başlangıç: Cumhurbaşkanının yanından PKK'ye giden yol gittikçe kısalıyor

Celal Başlangıç: Cumhurbaşkanının yanından PKK'ye giden yol gittikçe kısalıyor

Celal Başlangıç*

2009'da Dersim'e giden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le kucaklaşan, elini öpmeye çalışan Ortaokul öğrencisi Uğurcan Koç bu görüntüden altı yıl sonra dağa çıktı. Eline silah almasından bir yıl sonra, önceki gün Dersim kırsalında öldürülen 13 PKK'liden biri de 21 yaşındaki Uğurcan'dı.Çok heyecanlı olmalıydı o gün; çünkü doğup büyüdüğü kentte ilk kez bir Cumhurbaşkanı görecekti.

Tarih 2009 Kasım’ıydı ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, devletin verdiği resmi adıyla Tunceli’ye, halkın dilindeki kadim adıyla Dersim’e gidiyordu.

Belli ki en şık giysilerini giymişti, çünkü bu ülkenin Cumhurbaşkanlarının pek sık uğradığı bir kent değildi Dersim. Bir tür lanetliydi çünkü.

Kente ilk sivil Cumhurbaşkanı olarak 1990’da Turgut Özal gitmişti. Elbette o tarihte daha doğmamıştı.

Ortaokul öğrencisi Uğurcan Koç, gidip “Munzur’un maruzatını” bildirmeyi planlıyordu Cumhurbaşkanı Gül’e.

Daha o yaşlarda muhtemelen kafasına koymamıştı dağa çıkmayı.

Tam Cemevi’nden çıkıyordu ki Gül, “Munzur’a baraj istemiyoruz” diye bağırdı Uğurcan.

Temiz giyimli, hafif topluca, 13-14 yaşlarında bir çocuktu kendisine bağıran.

El edip “Gel” dedi Cumhurbaşkanı Gül.

Bir solukta koştu yanına Uğurcan. Kucakladı karşısındaki şirin, girişken bu çocuğu Gül.

O da karşılıksız bırakmak istemedi bu sıcak kucaklamayı. Sarılıp iki eliyle, öpmek istedi elini.

O arada bir daha iletti “maruzat”ını; “Munzur’a baraj istemiyoruz, Munzur’a uzanan eller kırılsın!”

Cumhurbaşkanı Gül’le bu sıcak diyalogdan sonra kendisini görüntüleyen gazetecilerin objektiflerine dolu dolu bir zafer işareti yapmıştı.

Ama belli ki o anda da yoktu aklında Uğurcan’ın “dağa çıkmak”.

Biraz haylaz bir çocuktu. Ortaokul ikinci sınıfta bıraktı okulu. Bir süre sonra şehirlerarası otobüslerde muavin olarak çalıştı.

“Çözüm süreci”nin başladığı günlerde 18 yaşına gelmişti. Mahkemeye başvurup yaşını büyüttü, çünkü askere gitmek istiyordu Uğurcan…

Sizce askere gitmek için yaşını büyüten bir genç hiç “dağa çıkmayı” düşünür mü?

Sonunda gitti askere. Yani bildiğiniz “Mehmetçik” olmuştu. Ancak, aşırı kiloluydu. Bu nedenle askerliğinin bitmesine altı ay kala çürük raporu alıp “bitirdi” askerliğini.

Ancak ardında bıraktığı askerlikten kalma bir davası vardı Uğurcan’ın. Anlatılanlara göre askerliğini yaptığı bölgede bir bankın üzerine “PKK” yazdığı gerekçesiyle hakkında dava açılmıştı.

Tarihler 2015’in başını gösteriyordu ama askerden dönen Uğurcan yine düşünmemişti “dağa çıkmayı.”

Daha ortaokul öğrencisiyken doğup büyüdüğü kentte ilk kez bir Cumhurbaşkanı görüp “Munzur’a baraj istemiyoruz” demişti Uğurcan. Sadece Uğurcan değil, bütün kent halkı yıllarca mücadele edilmişti kutsalları saydıkları Munzur’a baraj yapılmasın diye ama çoğunu engelleyememişlerdi.

Yine de “dağa çıkmamış”tı Uğurcan.

Türkiye, “çöken çözüm süreci”yle, 7 Haziran seçimlerine doğru gidiyordu.

Belki de HDP’nin seçim kampanyasına katılan 20 yaşının başında bir gençti o günlerde Uğurcan.

Ama, Selahattin Demirtaş “Seni başkan yaptırmayacağız” dedikçe, HDP’nin barajı aşacağı anlaşıldıkça parti binalarında bombalar patlamaya başladı.

Belli ki HDP’nin 5 Haziran’da Diyarbakır’daki mitinginde bomba patlayıp beş kişi yaşamını yitirdiğinde de Uğurcan düşünmedi “dağa çıkmayı”.

Sonra 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin barajı aşması, AKP’nin TBMM’de tek başına iktidar olma şansını yitirmesi; HDP binalarına, Türkiye’nin batısında Kürtlerin evlerine, işyerlerine saldırılar, AKP sözcülerinin “Halk kaosu seçti” demesi de “dağa çıkma” fikrini belli ki henüz kafasına sokmamıştı Uğurcan’ın.

20 Temmuz’da Suruç’ta patlayan IŞİD canlı bombasıyla onlarca sosyalist ve anarşist genç katledildiğinde de henüz Dersim’in kent merkezindeydi.

24 Temmuz’da artık devrilen “çözüm masası”nın sıcak bir savaşa dönüştüğü; savaş uçaklarının dağları, taşları bombaladığı, özellikle HDP ve DBP gibi partilerin siyasi kadrolarına gözaltı ve tutuklamaların giderek ağırlaştığı “siyasi soykırım” günlerinde de Uğurcan “dağa çıkma”mıştı.

Ağustos ayının başında Varto’da öldürülmüştü PKK’li kadın Ekin Van. Çırılçıplak cesedi kentin ortasına atılmıştı. Öldürülüp işkence izleri bulunan çıplak bedeni devletin resmi görevlileri tarafından sosyal medyaya servis edilmişti.

Öldürülmüş bir PKK’linin çıplak bedeninin teşhirinden, 16 Ağustos’ta başlayan sokağa çıkma yasaklarından, Kürt kentlerine düzenlenen operasyonlardan sonra olmalı; “dağa çıktı” Uğurcan.

Kaç kişi duydu 2015’in Ağustos’unda 20 yaşındaki Uğurcan’ın “dağa çıktığı”nı!

Ancak DHA’dan Ferit Demir’in 25 Ekim 2016’da geçtiği haberden öğrendik ki meğer Uğurcan bir yıldır dağdaymış:

“Tunceli merkeze bağlı Kutu Deresi vadisinde 16-18 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilen operasyonda ölü ele geçirilen 13 PKK’lı teröristten birinin, yedi yıl önce ortaokul öğrencisi iken, Tunceli’yi ziyaret eden dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile kucaklaşan 21 yaşındaki Uğurcan Koç olduğu ortaya çıktı.”

Evet, 20 yaşında, 2015’in Ağustos’unda dağa çıkmıştı Uğurcan ve 2016’nın Ekim’inde, 21 yaşındayken Dersim dağlarında öldürülmüştü.

O dağda silahıyla dolaşırken Türkiye en kaotik süreçlerinden birini yaşamaya başlamıştı ve çatışmalı, kanlı süreç bugün de hala sürüyor.

Mahalleler, sokaklar, evler basıldı Kürt kentlerinde. Onlarca, yüzlerce, binlerce sivil Kürt siyasetçi gözaltına alındı, tutuklandı.

Kentlerde barikatlar, hendekler kurulmuştu. Kentler kuşatıldı, bombalar patladı, mahalleler topa tutuldu; artık yüzlerle değil, binlerle ifade edilen sayıda insan yaşamını yitirdi; siviller, yaşlılar, çocuklar… Kentlerdeki eli silahlı gençler, PKK’li gerillalar, askerler, polisler, korucular…

Türkiye bir kan gölüne dönüyordu giderek, kentler yakılıp, bombalanıp yıkılıyor, ölmeyip sağ kalanlar kendi topraklarında evsiz barksız sürgünlere dönüşüyordu.

O sırada Dersim dağlarındaydı Uğurcan ve yaşanan bu süreçte kaç Uğurcan “dağa çıkmış”tı kim bilir!

Kürtlerin seçtikleri belediye meclis üyeleri, il genel meclis üyeleri, belediye başkanları görevden alınıyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyordu Uğurcan elinde silah dağlarda dolaşırken.

Seçtikleri yerel yöneticilerin görevden alındığını, cezaevine atıldığını gören kaç Uğurcan’ın “dağın yolunu tuttuğunu” nereden bileceksiniz.

Sivil siyaset yapmak için, kendi siyasal örgütleri aracılığıyla kendi geleceklerini belirlemek amacıyla HDP’yi, DBP’yi kurmuşlardı Kürtler. HDP aracılığıyla Türkiye’nin batısıyla buluşmak, ülkenin bütününe bir yönetim modeli oluşturmak istiyorlardı. Zaten bugüne kadar kurdukları bütün partiler kapatılmıştı 1990’lı yıllardan bu yana.

Ama o ne? Aynı 1990’lı yıllarda olduğu gibi seçtikleri milletvekillerini cezaevine tıkmak için bir “dokunulmazlık kaldırma kumpası” kurulmuştu. Yağmur gibi yağmıştı yüzlerce fezleke milletvekilleri hakkında. Ağızlarını açsa HDP’li vekiller soruşturma açılıp fezleke yazılıyordu. Yargı haklarında “zorla getirme” kararı veriyordu.

Bütün bunlar Uğurcan’ın dağda silahla dolaştığı günlerde oluyordu ve kim bilir kaç Uğurcan daha dağa çıkıyordu o sıralarda.

Türkiye kan revan içinde bir erken genel seçime gidiyordu. Çünkü AKP iktidarı kaybettiği için 7 Haziran seçimlerini yok saymıştı. Çatışmalı bir ortamda, kanlı bir kaosla seçime gitmekti hedef.

Seçimlere 20 gün kala, 10 Ekim’de, büyük bölümü HDP’ye destek veren sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin barış çığlığı attığı mitinginde Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük katliamı gerçekleştiriliyordu. Aynen 5 Haziran’da, 20 Temmuz’da, 10 Ekim’de IŞİD forması giymiş cihatçı çeteler 7 Haziran seçimlerinden çıkan sonuçları 1 Kasım’da AKP lehine çevirmek için canlı bomba olmuşlardı. Artık HDP seçim propagandası yapamaz, meydanlara çıkamaz bir hale getirilmişti.

İşte tam o sıralarda “dağa çıkmıştı” Uğurcan ve yaşanan bu süreçte onun peşinden “artık bu ülkede siyaset yapılmaz” diye kaç Uğurcan’ın “dağa çıktığını” bilen bir devlet kurumu vardır elbette!

Uğurcan’ın Dersim’de başlayan 21 yıllık yaşam yolculuğu Dersim’in dağlarında sona erdi. Cenazesi Malatya Adli Tıp Kurumu’ndan alınıp yine Dersim’de toprağa verildi.

O günden bu yana “Uğurcan’ı dağa çıkartan süreç” şiddetlenerek sürüyor.

Artık Türkiye’nin Şırnak adında bir kenti neredeyse haritadan silinmiş durumda. Evleri yıkılanların, bombalananların kentin kıyısındaki dağların eteklerine kurdukları derme çatma çadırlar da basılıp yıkılıyor bu günlerde. Kentleri, evleri ortadan kaldırılmış insanların artık bir çadırları da yok.

“Dağa çıkacak” yeni Uğurcan’lara kaç Kürt genci eklendi dersiniz!

Uğurcan toprağa verildikten sonra Diyarbakır’ın Büyükşehir Belediye Eşbaşkanları Gültan Kışanak ile Fırat Anlı gözaltına alındı. Kararı protesto etmek, oyuna sahip çıkmak isteyen Diyarbakırlılar coplandı, dövüldü, panzerden üzerlerine su sıkıldı, gaz bombası yedi. Değil Diyarbakır sokaklarında üç kişinin yan yana yürümesi, belediye çevresindeki kahvelerde ayakta durmak bile yasaklandı neredeyse. Bölgedeki 21 kentin interneti kesildi insanlar haberleşmesin diye. Bazı yerlerden sabit telefonların bile kesildiği haberleri geliyor. Sosyal medyayı kullanabilmek, internetten mesaj atabilmek için başka kentlere bile giden insanlar var. Bütün bu baskıdan, zordan sonra yandaş medya, “ulusolcular” göbek atma kıvamında başlıklar çekiyorlar manşetlerine:

“Halk HDP’ye destek vermedi”, “Terörist belediye başkanlarına sahip çıkmadı” diye.

Bu kadar büyük bir adaletsizliğin, insanları bu kadar büyük bir onursuzluğa mahkum etmenin, bu kadar çok yalanın olduğu bir coğrafyanın kaç Uğurcan’ı “dağın yolunu tutmayı” kafaya koyuyordur dersiniz!

Artık burası, Cumhurbaşkanıyla kucaklaşan, elini öpmek isteyen çocuğun yedi yıl sonra PKK’li olarak dağdan cenazesinin geldiği bir ülkedir.

Hala görmüyor musunuz; sivil siyasetin yolunu tıkadıkça, yerel yönetimlerde demokrasi kırıntısının kökünü kazıdıkça; zulmü, baskıyı, şiddeti arttırdıkça, hatta en basitinden interneti kestikçe Cumhurbaşkanının yanından “dağa çıkılan”, PKK’ye giden yol her geçen gün daha da kısalıyor!

* Bu yazı Gazeteduvar'da yayınlanmıştır