Cem Küçük: Arınç'ın anti-Erdoğanizm takıntısıyla nasıl duygusal ve çocuksu bir hale düştüğünü üzülerek görüyoruz

Cem Küçük: Arınç'ın anti-Erdoğanizm takıntısıyla nasıl duygusal ve çocuksu bir hale düştüğünü üzülerek görüyoruz

Gazetecileri hedef göstermesiyle tanınan Star gazetesi yazarı Cem Küçük, bugünkü köşesinde Bülent Arınç’ı hedef aldı. Geçen hafta sonundan bu yana iktidara yakın medya, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP’lilerce eleştirilen Arınç’ın çocuksu ve duygusal bir tipe dönüştüğünü öne süren Küçük, Aydın Doğan'a mesaj göndermeyi de ihmal etmedi. 

Aydın Doğan’ın aklıyla hareket etmesi gerektiğini söyleyen küçük ‘’Yoksa bedelini öder’’ diyerek tehditvari yaklaşımını sürdürdü. Küçük, gazetesinin eski genel yayın yönetmeni Mustafa Karaalioğlu’nun Gül - Arınç kliğini yere göre sığdıramadığını ve Karaalioğlu’nun anti Erdoğancı olduğunu ileri süren Küçük’ün, ''Akıldan uzaklaşanlar ve Anti-Erdoğanizm'' başlıklı yazısı şöyle:

Bir insanın mevcut konumuyla ve durumuyla yüzleşmesi ve gerçekleri kabullenmesi bir sağlık alametidir. Gerçekleri kendi kendine itiraf edebilen ve rütbesini bilen bir insan şizofreni ihtimalinden de korunur. Aydın Doğan’ın ve tetikçilerinin temel meselesi şu an budur. Doğan ve şürekası gerçeklerle yüzleşemiyor. Mesela 1 Kasım sonrası Yozgat Kuzusu haline gelmiş Aydın Doğan tetikçisinin kendisinin güçsüz, itibarsız ve önemsiz bir konumda olduğu gerçeğini kabullenmesi şizofreni hastalığından kurtulmasının da ön koşuludur. Yoksa kendini kandırmaya devam edersen bu hastalık nüksetmeye devam eder ve külliyen tasfiye edilirsin Yozgat kuzusu. Aydın Bey de artık duygularıyla değil aklıyla davranmalı yoksa bedelini öder.

Bu arada duygularına yenik düşüp akıl zemininden uzaklaşan sadece Aydın Doğan ve şürekası değil. Bu ülkede TBMM Başkanlığı ve Başbakan Yardımcılığı yapmış bir adamın anti-Erdoğanizm takıntısıyla nasıl duygusal ve çocuksu bir hale düşebildiğini üzülerek görüyoruz. Kendisi gibi çocuksu ve duygusal bir tipe dönüşmüş Taha Akyol’a çıkıp tuhaf triplerle konuşan bu zat-ı muhterem için üzülüyorum. Çünkü ben kendisini sever ve değer verirdim. O çocuksu konuşmasında bana da hakaretler etti ama ben cevap vermemeyi tercih ettim. Aynı duyguyu 1 Kasım öncesi bir Karaalioğlu organizasyonu olan NTV’deki Abdullah Gül röportajında da yaşamıştım. Sayın Gül ısrarla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ismini bile anmamaya gayret ederek çocuksu bir tavır sergilemişti. Aynı şekilde Başbakanımız Davutoğlu’ndan bahsederken de sürekli “Benim danışmanımdı. Siyasete ben soktum” laflarını tekrarlamıştı. Bu da hiç olgun olmayan ve ayrıca hoş olmayan bir tavırdı. Aynı taktiği Demirel de Özal’a yapardı ve sürekli Özal’dan “Benim müsteşarımdı” diye bahsederek aklı sıra aşağılardı. Oysa şimdi millet Özal’ı Demirel’e kıyasla çok daha büyük sevgiyle anıyor.

İşin tuhafı Başbakanımız Davutoğlu’ndan böyle nahoş şekilde bahseden Gül-Arınç kliğini yere göğe sığdıramayan, öven, manşet yapan da yine Karaalioğlu ve saz arkadaşları’dır. Her zaman yazdığım gibi bu ekip esasında Davutoğlu’cu falan değil sadece Anti-Erdoğan’cıdır. Nereyi bulurlarsa oraya sığınırlar. Sırf Erdoğan’a çakmak amacıyla vesile yaratmak için. Bunlar kendi grupsal imtiyazlarının ve çıkarlarının peşinde bir ekiptir sadece. Öyle olsa aynı anda hem Davutoğlu’cu görünüp hem de Başbakanımızı “Benim eski danışmanımdı. Siyasete ben soktum” gibi laflarla aklı sıra aşağılayan bir kliği övmezlerdi. Fakat bu gerçeği hem Başbakan Davutoğlu’nun hem de Ali Sarıkaya ve Osman Sert başta olmak üzere tüm Davutoğlu ekibinin iyi görmesi ve gereğini yapması gerekir. Öte yandan maalesef bu çıkarcı ekip Başbakan Davutoğlu ile arasında özdeşlik algısı yaratmayı başarmıştır ve bu tamamen Sayın Davutoğlu’na zarar vermektedir...

Aklıyla değil duygularıyla ve başka tuhaf güdülerle davranma hastalığı kendini Erdoğan’cı diye pazarlayan kimi kesimlere de sirayet edebiliyor. Mesela geçen hafta Hüseyin Hatemi son derece yanlış ve çirkin bir röportaj verdi paralel medyaya. Hatemi içeriğini değiştirdiklerini iddia ediyor ama nerden bakarsanız durum vahim. Eşi olan ve 17 Aralık sürecinde dimdik durmuş olan Kezban Hatemi ise tesadüfen o gece Ahaber yayınındaydı. Bunun üzerine internette tuhaf bir güruh Ahaber ve özellikle Serhat Albayrak’ı sistematik hedef alan saldırılar başlattı. Onlara göre sırf kocası diye Kezban Hatemi de infaz edilmeliydi. Resmen kafayı yemişlerdi. Maalesef bazı yazar arkadaşlar da o süreçte hiç hoş olmayan imalı işler yaptılar. Elbette kimlerin bu iğrenç operasyonu yaptırdığını ben biliyorum ama şimdilik sadece uyarı ile yetiniyorum. Zaten genel olarak önüne geleni tekfir etme hastalığı da son derece delice bir haldir. Elbette sırf çıkarı için hainlik yapanlar konusunda sert olunmalı ki, herhalde bunun en net örneği olan yazar benim. Hainlik ve kalleşlik affedilemez. Öte yandan her fikir farklılığını tekfir etmeye çalışmak Yeni Türkiye’nin ruhuna aykırıdır. Bu zihniyetle bir medeniyet inşa edilemez. 17-25 Aralık sürecinde gerçek anlamda savaşmaktan kaçınmış olanların savaş bitiminde tekfir alayları kurmaya kalkıp kendi şahsi hırsları için savaş vermeye kalkışmasına Yeni Türkiye’nin ruhu izin vermez. Türkiye için değil kendi için savaşmanın örneği olan iki yazar zamanında sevmedikleri her kişiye paralelci diyordu. Ben adalet gereği buna itiraz ettiğimde benim gibi Fethullahçılarla en sert mücadele etmiş adama bile nerdeyse paralelci diyeceklerdi. Ama sonra her ikisi de infilak ederek Recep Tayyip Erdoğan tarafından tasfiye edildiler. O sebeple önüne geleni tekfir etmeye kalkanlar da akıl ve ahlak zeminine geri dönmek zorundadır...