Erdoğan'ın 'kanı bozuk' dediği Alman vekil: Hayatımda iki kez koruma verildi, ikisi de Türkiyeliler yüzünden!

Erdoğan'ın 'kanı bozuk' dediği Alman vekil: Hayatımda iki kez koruma verildi, ikisi de Türkiyeliler yüzünden!

“Ermeni soykırımı” tasarısını Almanya Federal Meclisi’ne sunan Türkiye kökenli Alman siyasetçi ve Yeşiller Eş Başkanı Cem Özdemir, tasarının Alman parlamentosundan geçmesinin ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın kendisi hakkında kullandığı "Terör örgütünün uzantıları bunlar" ifadelerine dair "Belki orada, içeride kendi gibi düşünmeyeni, kendi arkasından gitmeyeni terörist olarak damgalamak kolay ama burada bunun bir karşılığı yok" dedi. Erdoğan'ın "Ne Türk’ü be? Bunların kanlarının laboratuvar testinden geçmesi lazım" şeklindeki sözlerine ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'ın "Bu tür sütü bozuklar, kanı bozuklar Türk milletini temsil edemezler” şeklindeki ifadelerine de değinen Özdemir, "Acı olan şudur ki; 21. yüzyılda hâlâ bir cumhurbaşkanının siyaseten her türlü eleştiri hakkına sahipken, koskoca bir meseleyi kan testine indirgemiş olması!.." diye konuştu. Türkiye tarafından gelen tepkileri "Linç kampanyası" olarak niteleyen Özdemir, son dönemde kendisine polis koruması verilmesine ilişkin olarak, "Hayatımda iki kez koruma verildi, ikisi de Türkiyeliler yüzünden!" diye konuştu.

 

Mülteci sorunu 'Ermeni Soykırımı' tasarısını ertelemiş

 

Özdemir, aynı tasarının geçen sene geri çekilmesiyle ilgili olarak, "Şu an kabul edilen metinden çok da farklı değildi. Sığınmacılar ve göçmenler meselesi bağlamında Türkiye ile kurulan yeni çıkar ortaklığı ağır bastı" diye konuştu. 

Özdemir, 2001'den bu yana değişen 'Ermeni Soykırımı' politikasına ilişkin olarak, "Gelinen noktada eskisinden daha agresif bir soykırım inkârı ve akıllara kazınan, ülkenin Cumhurbaşkanı’nın “Affedersin çok daha çirkin şeylerle bana Ermeni diyen oldu” sözleri var. Zerre kadar iyi niyet görseydim, farklı bir süreci en önce ben desteklerdim" dedi. 

 

"Hayatımda iki kez koruma verildi, ikisi de ekseriyetle Türkiyeliler yüzünden"

 

Cem Özdemir, 'Ermeni Soykırımı' tasarısına evet oyu vermesinin ardından Türkiye tarafından "linç kampanyasının hedefinde olması" sebebiyle kendisine polis koruması verilmesi hakkında "İşin ilginci hayatımda iki kez koruma verildi. İkisi de ekseriyetle Türkiyeliler yüzünden. İlki, ilk kez milletvekili seçildiğim 94 sonrasına rastlar. Şimdi ise Türkiye Cumhurbaşkanı’nın doğrudan hedef göstererek başlattığı bir linç kampanyasından korunuyorum. Sizce de abes değil mi Türkiye dışında siyaset yapan bir Alman siyasetçi için?" diye konuştu.

Yeşiller Partisi Eş Başkanı Cem Özdemir'in Cumhuriyet'ten Selin Ongun'a verdiği yazılı söyleşi şöyle:

-Bamtelinizden, o kısımla başlayalım. Şöyle dediniz: “Herkes elini vicdanına koysun ve kendisine sorsun: Türkiye’nin kökeninde Enver Paşa, Talat Paşa, Sarıkamış’ta Türkleri, 70 bin insanı donduranlar mı köken olarak var, yoksa Kütahya valisi gibi ‘Benim bölgemde Ermenilerin kılına dokunanlar benim kapımdan geçmek mecburiyetinde’ diyenler mi? Ben onları köken olarak kabul ediyorum. Evlatlarıma onları, Mevlevileri, Konya valisini örnek gösteriyorum. Çünkü onlar dediler ki, ‘Ermeniler de bizim gibi bir Allah’a inanıyor, onlara saldıran, bana bir Müslüman olarak saldırmış olur...’”

Sadece benim değil, vicdan sahibi, hakkaniyet duygusunu yitirmemiş pek çok insanın ortak bamteli bu. Alttaki tel, tahayyülü imkânsız suçlar işlemiş İttihatçıların kahramanlaştırılmasına itiraz ederken, üstteki ise bir ulusun bu suçtan topyekûn sorumlu tutulamayacağını, yaşanan acıları dindirmeyecek olsa da bu uğurda hayatlarını tehlikeye atarak Ermenileri kurtaran vicdan ve yürek sahibi Osmanlı valilerinin ve Müslüman halkın da olduğunu haykırıyor. Örnek alınması ve hikâyeleri anlatılması gereken onlar. Artık yaraya tuz basarak Enver’lerin, Talat’ların heykellerini dikmek, adlarını caddelere vermekten vazgeçilmeli, Ali Faik Bey’lere, Mehmet Celal Bey’lere saygı duymalı ve onları onurlandırmalıyız.

 

Tasarının perde arkası

 

- Birinci ağızdan öğrenelim. 2000’li yılların başındaki konuşmalarınızda “Alman Federal Meclisi’ndeki meslektaşlarıma Fransız örneğini izlemelerini tavsiye etmem. 1915 ve öncesinde yaşanan korkunç olayların ele alınma yeri ne Washington, ne Paris ne de Berlin’dir” dediğiniz ancak bugün tutum değişikliğinizi, “Türkiye, Zürih Protokolü’nü imzalasaydı bu tasarı meclise gelmezdi” diyerek izah ettiğiniz doğru mu?

Siyasetçi olarak hata yaptığım, yanlış kararlar verdiğim meseleler çoktur. Çok fazla reel politika eksenli olduğum için kendi partimden bile zaman zaman eleştirenler olmuştur. Ama bugüne kadar hiçbir zaman bir köşede söylediğimi, başka bir köşede inkâr etmedim. Bu, beni seçenlere karşı ahlaki borcum. Zikredilen cümlelerim, 2001’de FAZ’a (“Frankfurter Allgemeine Zeitung” gazetesine) yazdığım yazıdan alıntılar. O vakitler “yüzleşelim artık” diyenlerin sayısı artmış, bu tabu etrafındaki buzdağı çözülmeye başlamıştı. Konferanslar düzenleniyor ve o boğucu suskunluk yerini sorulara bırakıyordu. “Biz birbirimizin doktoruyuz, çözersek biz çözeriz” diyen kardeşim Hrant’ın izinde giderek, süreci sabote etmeyelim, madem böyle bir irade var biz de destekleyelim, kararıydı bu yazının özeti. O güzel insan, güpegündüz kendi gazetesi önünde vuruldu. Ne cinayeti tam olarak aydınlatılabildi ne de uğruna hayatını verdiği bir arada yaşam umutları hayata geçebildi. Gelinen noktada eskisinden daha agresif bir soykırım inkârı ve akıllara kazınan, ülkenin Cumhurbaşkanı’nın “Affedersin çok daha çirkin şeylerle bana Ermeni diyen oldu” sözleri var. Zerre kadar iyi niyet görseydim, farklı bir süreci en önce ben desteklerdim.

- 11 sene öncesine işaret etmekte de fayda var. Almanya’da 2005 yılında hazırlanan “1915 önergesi” Federal Meclis’in önüne geldiğinde “soykırım” ifadesine sadece gerekçe bölümünde yer verilmişti. Neden?

Dönemin koşulları itibarıyla. Ne müneccimiz ne de asıl niyetlerin ne olduğunu okuma kabiliyetine sahibiz. O zamanlar gündemde, şimdi sazı eline aldığında bütün musibetleri Ermenilere bağlayan Erdoğan’ın Nisan 2005’te dönemin Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan’a ortak bir komisyon kurma çağrısını içeren devlet mühürlü mektubu vardı. Bütün parlamenterler yaşananların soykırım olduğu hususunda hemfikirdik. “Tamamdır artık Türkiye geçmişi ile yüzleşmek istiyor ve iki kadim halk birlikte barışçıl bir gelecek inşasının yolunu açmak istiyor” diyerek çok heyecanlanmıştık. “Diyalog sürecini zedelemeyelim, müzakere zeminini zorlaştırmayalım” gayesiyle bilinçli bir tercih yaptık. Ama gördük ki yapılanlar baki kalan bir kubbede hoş bir sedâ imiş.

- Geçen yıl ise Yeşiller Partisi olarak konuyu yeniden gündeme getirdiğinizde, hazırladığınız tasarıyı şubat ayında meclise sunacağınızı söylemiştiniz. Ve o “Ermeni Soykırımı Tasarısı” taslağı son anda geri çekilmişti. O zaman tasarınızı neden geri çekmiştiniz?

Devreye hükümetler ve hükümetler arası ilişkiler girdi. Ki şu an kabul edilen metin de o metinden çok da farklı değildi. Hem sığınmacılar ve göçmenler meselesi bağlamında kurulan yeni çıkar ortaklığı ağır bastı, hem de hükümeti oluşturan Hıristiyan Demokrat ve Birlik partileri, Anadolu’da yaşayan Hıristiyanları yerinden yurdundan eden ve günümüz Türkiye’sindeki Hıristiyanların çektiği sıkıntıların baş müsebbibi olan soykırıma açıkça hayır demelerinin kendilerini düşüreceği zor durumun farkına vardılar. “Siz bu tasarıyı geri çekin, oylatmayın, sözümüz söz, yakın zamanda ortak bir tasarı ile birlikte meclis gündemine getirelim” önerisi ile gelince teklifimizi geri çektik. Ki bu kayıtlarda vardır.

- O zaman tasarınızı “Mülteci anlaşması öncesi Erdoğan’ı öfkelendirmeyelim” denerek geri çekmenizin istendiği doğru mu? Doğru ise bunu kim istedi?

Erdoğan’ın öfkesinin de payı var elbette ama daha çok, eğer açık açık reddetmiş olsalardı, kendi tabanlarına bunu anlatamayıp, kendi değerlerine aykırı düşecekleri korkusu ağır bastı. Varsa da böyle bir talep, şaşırtmazdı beni. Ama böylesi bir talep ne partime ne de şahsen bana geldi. Gelseydi, verilecek cevabımız hazırdı zaten. Erdoğan ile kendi iktidar ortaklarından daha fazla görüşen Sayın Merkel’e sormak lazım bunu. Aralarından su sızmıyordu nitekim o aralar. Ama hükümet partilerinin verdiği desteğin ne hikmetse tam da Türkiye ile pazarlık görüşmeleri başlamışken çekilmesi tesadüfi olmasa gerek.

 

Sezar’ın hakkı Sezar’a

 

- Son resimde ise Yeşiller’in öncülüğünde hazırlanan ancak sizin dışınızda federal hükümetin ortaklarının da destek verdiği ortak tasarı parlamentodan geçti. Almanya’daki Erdoğan’lı tartışma yaratan klip gündemi olmasa, mülteci anlaşması sonrasındaki “otobüslere bindirir geri gönderiririz” gibi çıkışlar yaşanmasa bu tasarı yine böyle gündeme gelir ve yine böyle neticelenir miydi?

İlla ki bir ya da birkaç milletvekili bundan rahatsız olup, gün bu gündür, demiş olabilir. Ama üzerine basa basa tekrar söylüyorum. Burada asıl karara bağlanan ve söylenen, bütün bunlar yaşandı ve yaşanırken biz de omuz omuzaydık hususu. Almanya olarak, bizim tarihimizin bir parçası olan bu geçmişle yüzleşmek istiyoruz ve size de bunu tavsiye ediyoruz, denildi. “Geç kaldık belki ama artık bundan kaçış yok” mesajı verildi. Yoksa bunun arkasında ne birilerine ayar verme niyeti ne de başka türlü siyasi hesaplar vardı. Yıllardır üzerinde tartışılan bir metin maalesef 100. yılda değil, şimdi karara bağlandı. Bu da bizim ayıbımız. Kimse buluttan nem kapmasın ya da gündelik meselelerin çok üstündeki bu meseleyi alışıldık paradigmaları öne sürüp, iç siyaset retoriklerine bağlama kolaycılığına kaçmasın.

- Dolayısıyla buraya kadar olan resme “hainler, gitsinler kan testi yaptırsınlar” gibi çıkışlara asla prim vermeyen ama “Ermenilerin acıları öncelik değil, elbette siyasi bir karar alındı” şiarıyla bakanlara kendinizi nasıl anlatırsınız?

Dün tesadüfen doktor randevum vardı. Kan testi yaptılar. Sonucu öğrenmemekte dirensem de maalesef elime kâğıdı tutuşturdular. Baktım, A pozitif, dünya vatandaşı çıkmışım. Alman tonların ağırlık bastığı ama Çerkezliğin, Kürtlüğün, Rumluğun ve özellikle Ermeniliğin de eksik kalmadığı. Acı olan şudur ki, 21. yüzyılda hâlâ bir cumhurbaşkanının siyaseten her türlü eleştiri hakkına sahipken, koskoca bir meseleyi kan testine indirgemiş olması. İstanbullu bir annenin, Kafkas göçmeni Çerkez bir babanın oğlu olarak, Ermeniler başta olmak üzere Anadolu’da yüzyıllardır birlikte yaşamış bütün kadim halkların uğradığı katliamların, yaşadığı sürgünlerin acılarını paylaşıyor ve yaşanmış insanlık trajedilerini yüreğimin derinliklerinde hissediyorum. Bunun için de insan olmam yetiyor. Yetmez mi?

- Tam burada duyulan bir sitem de şu: “Almanya’daki bu yasa 1915 için resmi taziye yayımlayan Türkiye’ye katkı değil köstek oldu.”

Sezar’ın hakkını Sezar’a teslim etmek lazım. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu mesajı, tek başına çok anlamlı ve takdir edilmesi gereken bir gelişmeydi. Lakin mesajın içeriğine baktığımızda sanki yaşananların faili bilinmiyormuş, Ermeniler doğal bir felaketin sonucunda hayatlarını yitirmişler ve üçüncü bir taraf bunların sorumlusuymuş gibi algılanıyor. O güne kadarki resmi devlet tezinden ayrılması itibarıyla çok önemli ama aynı devletin yetkilileri topraklarındaki Ermenileri geri göndermekten tutun da, Ermeni kelimesini kendisine hakaret saymaya kadar türlü türlü işler yapmakta. Halen Ermenilerin mal varlıkları iade edilmemiş durumda. Kiliseleri kamulaştırılmakta. Ermeniler eşit yurttaş olarak görülmedikleri gibi, gündelik hayatta açık ve üstü kapalı ayrımcılıklara ve nefret içerikli ifadelere maruz kalıyorlar. Köstek olanları dışarıda değil, içeride aramak bunun reçetesi.

- Tahterevallinin diğer ucundakileri de soralım: 1) Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Güya Türk... Ne Türk’ü be? Bunların kanlarının laboratuvar testinden geçmesi lazım(...) Terör örgütünün uzantıları...” 2) Adalet Bakanı Bekir Bozdağ: “Bu tür sütü bozuklar, kanı bozuklar Türk milletini temsil edemezler.”

Ben bu bu tahterevalliye hiç binmesem ya da karşıma benim çocuklardan birini alsam daha iyi olacak galiba. Belki orada, içeride kendi gibi düşünmeyeni, kendi arkasından gitmeyeni terörist olarak damgalamak kolay ama burada bunun bir karşılığı yok. Vicdan ve siyaset pusulam belli. Acıların ve haksızlıkların, coğrafyasına bakmadan demokrasi, özgürlük ve hukuk devleti ilkeleri doğrultusunda siyaset yapıyorum. Türkiye’ye, ailemin kökenleri dolayısıyla başka bir aşinalığım ve Türkiye ile başka türlü bir gönül bağım var, doğrudur. Ama temsil ettiğim irade de, mensubu olduğum çatı da belli. Düşündüklerimi söylerken, işimi yaparken çıtam ise, insan hakları ve bunun somutlaştığı Alman anayasası.

- Ve Tokat’tan gelen o haber: Hemşerilikten ihraç edildiniz. ‘Hayır’ oyu veren Hırıstiyan Demokrat Birlik Partisi milletvekili Bettina Kudla, Belediye Meclisi kararıyla fahri hemşeri oldu.

Haberim olmadığı bir hemşerilikten beni çıkardıkları için kendilerine teşekkür ediyorum. Bu kadar ciddi bir meselenin mizah dergilerindeki haberleri, örneğin Zaytung haberlerini aratmayacak kadar absürdleşmesi de ayrı bir konu. Yeni fahri hemşerilerini de bu vesile ile tebrik ediyorum.

 

Hamama giren terler

 

- Tüm bu haberlerin ardından bu kez şu başlığı okuduk: “Cem Özdemir’e ölüm tehdidi! Özdemir’e yakın koruma polisleri verildi.” Lafı dolandırmadan nasıl söylersiniz varılan yer sizce neresi?

Siyasetçileri eleştirmek, vatandaşın en doğal hakkı. İş tanımımızın gereği bu. Lakin ağza alınmayacak hakaretler etmek, ölüm tehditleri göndermek günümüz modern insanına yakışmıyor. Ha rahatsız mı oldun, seçim ile cezalandır. Kampanya örgütle, sokağa çık. Şiddetin, ötekileştirmenin kimseye faydası yok. Ama yine de yargılamıyorum, anlamaya çalışıyorum. Meselenin tabu kalmasından, sonraki kuşakların yanlış örneklerle, farklı bir tarih yazımı ile yetiştirilmesinden kaynaklanıyor bunlar. Ülkenin Cumhurbaşkanı’nın başını çektiği bir organize kampanyanın hedefi olmak yeni bir durum. Asıl ürkütücü olan ise, biz burada yaşayan göçmen kökenli vatandaşları aşırı sağın ve milliyetçiliğin yükselişinden nasıl koruruz derdindeyken, Türkiyeliler arasında da aynı referanslardan beslenen bir kesimin varlığı.

- Korumalı hayatın tercümesi?

Hoş değil tabii, fırına ya da çocuklarınızla dondurma almaya giderken sürekli yanınızda birilerinin dolaşması ve sizi korumak zorunda olması. Mekânlarda yer bulma derdi de cabası. Siyasetçi olarak ilk defa yaşadığım şeyler değil bunlar. Hamama giren terler misali, sonuçlarına katlanamayacaksam niye yapıyorum ki bu işi. Gündelik hayatıma eskisi gibi devam ediyorum. Tek farkı, gittiğim yerlere şimdi daha kalabalık gidiyorum. İşin ilginci hayatımda iki kez koruma verildi. İkisi de ekseriyetle Türkiyeliler yüzünden. İlki, ilk kez milletvekili seçildiğim 94 sonrasına rastlar. O zaman PKK’dan tutun da aşırı Türk milliyetçilerine ve kambersiz düğün olmaz misali Alman aşırı sağcılarına kadar çok daha geniş bir yelpazeden korunmuşken, şimdi ise Türkiye Cumhurbaşkanı’nın doğrudan hedef göstererek başlattığı bir linç kampanyasından korunuyorum. Sizce de abes değil mi Türkiye dışında siyaset yapan bir Alman siyasetçi için?

 

AKP’li Külünk’ün soykırım önerisine destek

 

- Prof. İlber Ortaylı’dan alıntılıyoruz: “Oraya Türk asıllı milletvekilleri girdi diye bir uzlaşı götürmüyoruz. Onlar havaya çalıyorlar. O arkadaşlar, o havaya intibak ederek yani yamanarak geçiniyorlar. Bu entegrasyon değildir, bir yamanmadır.” “Yamanmadır” yaklaşımının sizdeki yeri nedir?

Göçün üzerinden onca sene geçti, zor da geçse bu süreç Türkiye kökenliler için eskiden gurbet olan Almanya şimdi memleket oldu. Buradakiler kabullendi çoktan da, tebaa anlayışını savunan Türkiye’den bir kesim hâlâ sindirememiş anlaşılan kopuşu. Konuya girizgâh olsun diye söylüyorum: Almanya’da yaşayan Türkiyeliler, burada çokkültürlülük temelinde, eşit haklara sahip eşit yurttaşlar olarak yaşıyor. Ne Almanya’nın özel lütfuna ne de Ankara’nın gölgesine ihtiyaçları var.

- AK Parti’li Metin Külünk, “Almanya, Namibya’da soykırım yaptı” iddiasıyla yasa teklifi hazırladığını, Herero ve Nama’lara yapılanların ‘soykırım’ olarak tanınmasını önereceğini açıkladı. AK Parti’den gelen bu öneri hakkında ne düşünürsünüz?

Metni yollarsa seve seve görüşlerimizi beyan ederiz. Nitekim biz de Alman Federal Meclisi olarak bunun da soykırım olduğunu ve bununla yüzleşilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Olur da faydamız dokunur.

- Angela Merkel’in “Türkiye tarafınca yapılan suçlamalar ve açıklamalar akıl almaz” çıkışı, Merkel-Erdoğan diyaloglarının toplam çizgisindeki “skoru” değiştirir mi sizce?

O puan toplamı hiçbir zaman kümeye çıkaracak kadar olmadı. Yıllarca ısrar ve uyarılarımıza rağmen nitelikli bir Türkiye politikası geliştirmeyen ve Türkiye’yi AB üyeliği sürecinde yalnız bırakan sayın Merkel’in sonradan gelişen Erdoğan sevgisini anlamış değilim. Sonradan kurulan bu çıkar ortaklığının gidişatını kestiremediğim gibi. Türkiye-Almanya ilişkileri çok badireler atlattı. Eminim Erdoğan’ın öngörülemez ve giderek otoriterleşen tavrına rağmen bunu da atlatır.