Cem sahip olduğu yeteneğin farkında değil

Cem sahip olduğu yeteneğin farkında değil

Cuma günü vizyona girecek filmi “Şahane Misafir”de Cem Yılmaz’a da bir rol veren yönetmen Ferzan Özpetek: “İçgüdüsü kuvvetli, çok çok iyi bir oyuncu. Sandığından daha fazla yeteneği olan bir adam. O bunu bilmiyor bence ama bu iyi bir şey”

Milliyet'te Aso Mora imzasıyla yayımlanan röportaj şöyle

 

'Ferzan’ın filminde oynamak bir hediye'

 

Bir Ferzan Özpetek filmi hayatın kutsanması demektir. Güzel yanlarıyla, sert yanlarıyla, muhtelif acı ve tatlı taraflarıyla hayata dört elle asılan filmlerdir onlar. Ve şefkatlidir, hüzünlendirse de dağıtmaz, parça parça etmeden gönderir sinemadan. Bir de galiba ‘iştahlı’ tanımını kullanabilirim onlar için. Meşhur sofra sahnelerinden değil, hayata duyulan iştahtan söz ediyorum.

Kendisini tanıyınca da tıpkı filmleri gibi bir adam gördüm. Hayata karşı iştahlı, zaman geçiyor diye telaşlı. Ferzan Özpetek ve İtalya’da geçen ay gösterime giren, 6 Nisan’da Türkiye sinemalarında olacak yeni filmi “Şahane Misafir / Magnifica Presenza”nın tek Türk oyuncusu Cem Yılmaz ile Pera Palas’ta buluştuk. Sohbet güzel, vakit dardı.

Ve Ferzan Özpetek’in filminde oynamayı bir hediye olarak gören Cem Yılmaz’ın şahit olduğum en sessiz haliydi. “Evlendi, değişti, üstüne bir ağırlık geldi” esprileri döndü ama ondaki galiba daha ziyade bir ‘ustaya saygı’ durumuydu...

Film Sicilya’dan Roma’ya iş bulmaya gelen, fazla da yetenekli olmayan bir oyuncunun, evinde 2. Dünya Savaşı’nda yaşamış bir tiyatro kumpanyası bulmasını anlatıyor. Cem Yılmaz da bu ‘öte dünyadan’ gelen misafirlerden birini, Yusuf Antep’i oynuyor. Ya da aslında kim misafir, kim ev sahibi belli değil, filmde göreceğiz...

 

Bu, daha önce adının “Sonra Ağlayacağım” olduğunu duyurduğunuz film mi?

Ferzan Özpetek: Hayır. Onda da Cem vardı ama o başka bir proje. Monica Bellucci’nin ve üç İtalyan oyuncusunun oynayacağı, İstanbul’da geçen bir filmdi o. Sonra olmadı.

 

Hiç mi olmayacak yoksa ertelendi mi?

Ferzan Ö.: Hayatta hiçbir şey için hiç olmayacak diyemiyorum. Şimdilik onu durdurduk, ben bu arada bu projeden bahsetmiştim İtalya’daki prodüktörüme, o da çok heveslenmişti. İlk başta Colin Firth vardı işin içinde. Colin Firth 10 yıldır filan menajeri vasıtasıyla haber gönderir, “Ferzan Özpetek’le film yapmak istiyorum” diye. Geçen sene onunla Taormina Film Festivali’nde görüşmüştüm. Bir masa hazırlanmış, ben bir yere oturdum, “Burası boş kalacak, buraya şimdi Colin gelecek, sizin yanınıza oturmak istiyor” dediler. Benim tabii çok hoşuma gitti, mest oldum. Oturdu, konuştuk, “Bir film yapmalıyız” dedi. Ama o zaman daha Oscar yok. Bu filmin konusu çıkınca dedim ki “Bu grupta bir İngiliz olsun, bir Fransız olsun, bir Türk olsun”. Çünkü bunlar Avrupa’da dolaşan tiyatrocular, 2. Dünya Savaşı’nda değişik ülkelerle birleşmiş olsunlar. Bunları birleştiren bir tek yeraltı çalışmaları olsun. Bir tek Türk kaldı sonunda, diğerleri İtalyan oldu.

 

Neden olmadı Colin Firth?

Ferzan Ö.: Ben ona ilk konuyu gönderdiğim zaman deli oldu. Ardından biz gittik Londra’ya konuşmaya, her şey çok güzel gidiyor. Sonra Oscar aldı adam. Ve bize sadece mart ayında üç hafta verebilecekti ya da önümüzdeki seneyi bekleyecektik. Bende de bir şey var, her şeyi bir an önce yapmak istiyorum, hayat geçiyor gibi geliyor. O yüzden de “Olmayacak” dedim. Bir de tavrından da ben rahatsız olacağım gibi geldi bana. Çünkü rolü başrol değil.

 

“Şahane Misafir” bir gerilim filmi mi?

Cem Yılmaz: Başta biraz gerilim var, bir hayalet ne kadar sevimli olabilir ki? Ferzan Ö.: Ben hayalet lafını sevmiyorum, varlık lafını seviyorum. Bir de keşke o kaybettiğimiz insanları bulabilsek, konuşabilsek. İki dünyanın birleşmesi benim çok hoşuma gider.

 

“Filmlerimde sofra görmek istemeyen bir eleştirmen var”

 

Peki bunlar yemek yemiyorsa siz de sofrasız film mi yaptınız yoksa?

Ferzan Ö.: Yoo, sofra yaptık. Sofrasız olmuyor çünkü bir eleştirmen var İtalya’da, o beni çok eğlendiriyor. Ona “Sinemada görmek istemediğiniz ne var?” diye sorduklarında “Ferzan Özpetek’in sofrasını görmek istemiyorum bir daha” demişti. Ben de “Göstereceğim” demiştim: “Bol bol.” Şaka olarak tabii, aldırdığımdan değil. Ben yemek olayını çok seviyorum. İnsanın önemli unsurlarından biri. Bakın biz ne kadar mutsuzuz yemek yemiyoruz diye şimdi.

 

Niye yemiyorsunuz?

Ferzan Ö.: E çünkü aynı zamanda mankeniz.

Cem Y.: Dolce & Gabbana işi aldık da!

Ferzan Ö.: Dolce & Gabbana’nın yeni modelleri olarak çıkacağız! Yok, yemek konusu var gene filmde. Çocuk başta bulaşıkçılık yapıyordu. Sonra benim evimin altında pastane var, “Bu çocuk şu pastanede çalışsın” dedim, pastanede kruvasan yapıyor.

 

Cem Yılmaz’la tanışmanız nasıl oldu? Onu ilk nerde izlediniz?

Ferzan Ö.: Abilerim bana “Böyle böyle bir Cem Yılmaz var, senin ‘Hamam’ filminle ilgili çok güzel bir espri yapıyor ve seni savunuyor” demişti. Ben de o zaman bakmıştım. Sonra Harbiye’de oyuna gittim ama o zamanlar merhaba-merhaba idik. Ben onu seyrettiğimde çok etkilenmiştim. Sonra Antalya’da karşılaştık Altın Portakal’da, o “Hokkabaz” projesini anlattı, benim çok hoşuma gitti böyle bir oyuncunun, yönetmenin benimle projesini paylaşması. Onun üzerinde konuştuk.

Ve “Hokkabaz” benim çok sevdiğim bir film, hakikaten dört dörtlük bir film. Öyle bir şey başladı aramızda. Benim için içgüdüsü çok kuvvetli, çok çok iyi bir oyuncu. Sandığından daha fazla yeteneği olan bir adam. O bunu bilmiyor bence ama bu iyi bir şey. Bir oyuncunun yeteneğini bilmemesi çok önemli bir şey. Güzel bir adamın, güzel bir kadının güzelliğini bilmemesi kadar önemli. Çok güzel bir kadın ya da adam onun farkındaysa benim için kayboluyor gidiyor güzelliği. “Sana şunu da yaparım, bu rolü de şöyle çıkartırım” diyen bir oyuncu beni öyle fazla ilgilendirmiyor. Hep şüphesi olan insanlardan hoşlanıyorum bir şey yaparken. Mesela bana “Sen şu oyuncuyla niye çalışmıyorsun?” diye sorarlar. Ben de “Bilmiyorum” derim ama biliyorum neden olduğunu. “Bunu şöyle mi yapmamı istiyorsun, böyle de yapabilirim istersen” diye gösteren adamdan hoşlanmıyorum.

 

“İtalyanca olan bir proje olunca başta bir çekincem oldu”

 

Cem bey, sizin için Ferzan Özpetek sineması ne ifade ediyor?

Cem Y.: Valla 20 tane daha film yapsa gidip izleyecektik, bir tanesinin içinde bulunma fırsatım oldu, öyle düşünüyorum. Bir hediye bu elbette. Ben ihtimal vermiyordum. “Hakikaten bana İtalyanca bir rol gelse oynarım, İspanyolca zaten oynarım, rüyalarımda Amerika’da filmlerde oynuyorum”falan filan bir sürü hayaliniz olabilir de bir de gerçekliği vardır işin, nasıl mümkün olabilir bu diye. Ferzan “Türkiye’de film çekeceğim”dediğinde o biraz daha akla mantığa yatkın geliyor. Türk bir karakter, Türkçe oynuyorsunuz, size daha uygun bir rol öneriyor arkadaşınız... Diğer projeye geçince benim orada biraz çekincem oldu doğrusu. Şu anda film bittikten sonra “Yapabildim mi?” konusunda gönlüm ferah. Çünkü biliyorum ki olmadıysa zaten çoktan bavulumu toplayıp dönmüş olurdum. Çektik, bitti film, montajı yapıldı, izleniyor şu anda, demek ki olmuş.

Bu kısmı insanı mutlu ediyor, gururlandırıyor. Çok iyi oyuncular vardı, ben hayranlıkla izlediğim insanlara rastladım sette. “Nasıl iyi bir iş çıkıyor”a dair çok dersler vardı. Dediği gibi yeteneği çok üst düzeyde olan ama setteki mütevazı hali çok ilgi çeken insanlar vardı.

Ben de onların arasında o hisle yaptığımı görünce kendi adıma da mutlu oldum tabii.

 

“İtalya’daki galayı kaçırdığımız için ben de üzgünüm, hanım da...”

Siz balayında olduğunuz için filmin İtalya galasına katılamadınız. Buna göre programlanmadınız demek ki. Halbuki erkekler için işleri önce gelir diye bilinir...

Cem Y.: Elbette öyle ama onu rica ettim ben Ferzan’dan. Öyle bir dönemimize denk geldi ki ben o takvimde, o gün o saatte orada olamıyordum.

Ferzan Ö.: Ama böyle bir şeyde önce özel hayat gelir.

 

Kesinlikle, bence de hoş bir şey de...

Cem Y.: Hayır hayır yapmayın. Benim kendi hissiyatım, ben böyle bir şeyi kaçırdığım için çok üzgünüm. Hepimiz üzgünüz, hanım da çok üzgün. Ama bir yandan şöyle bir şey var: Benim Türkiye’de bu filmin galasında bulunmamak gibi bir şey aklımın ucundan geçmez. Ama İtalya’daki operasyonda birazcık geride durmakta da bir sakınca yok.

Ferzan Ö.: İtalya’da onun olması Cem için hoş bir şey olurdu.

Film için çok etkisi olmazdı. Ama burada olmaması tabii ki etkiler. Böyle olunca daha da hoşuma gidiyor Cem’in seçimi. Kendine yararı olacak bir şeyden vazgeçti.

 

Ferzan Özpetek: Sevişme sahnesi çekerken bakamıyorum

 

Ferzan Ö.: Bütün İtalyan seyircisini ağlatan sahne Cem’in üzerinde, ben ondan çok mutlu oluyorum. Sezen’in müziğini de koydum oraya, Türkiye de giriyor işin içine. Aslında klasik bir müzik vardı, çok daha fazla ağlatacak bir müzikti, fazla altını çizmek olacaktı. Onu kaldırıp Sezen’i koydum. “Unuttun mu Beni”nin demo versiyonunu.

 

Çok mu sevgi dolusunuz gerçekten oyuncularınıza karşı? Bunu aslında Cem beye sormalıyım.

Cem Y.: Öyle öyle. Ben bunu dışarıdan da hissediyordum, daha önce de ziyaret ettim setini. Herkesle bebek gibi ilgileniyor. O çok etkili oluyor.

Ferzan Ö.: Bunu düşünerek yapmıyorum, kendiliğinden olan bir şey. Bir de benim oyuncumla ilgili birisi hoş bir şey söylediği zaman ben çok mutlu oluyorum, en ufak bir olumsuz şey söylediğinde çok kötü oluyorum.

 

“Sette âşık oluyorum oyuncularıma” demişsiniz...

Ferzan Ö.: Âşık olması lazım bir yönetmenin oyuncusuna. Âşık olmazsa o film de ne olur bilmiyorum.

Cem Y.: Ne olur, montajda atılır adam.

Ferzan Ö.: Âşık olduğun insana davranışın gibi olacak her şeyin. Bir tek şey yapıyorum orada, cinselliklerini kaldırıyorum tabii. Çünkü cinsellikle âşık olduğun zaman bitti, sette ne yaparsın? Cinsellik kalkınca kendi aralarında ikisi öpüşecekler değil mi, tuhaf oluyorum.“Bir Ömür Yetmez”de bir sahne vardır, adam arkadaşlarının öleceğini bilir, eski sevgilisine gider, onun çiçekçi dükkanı vardır, dükkana girip kadınla yatar. İki sayfa yazmış Gianni, çok güzel, oradan alıyor oraya yatırıyor adam filan. Ben şöyle yaptım: Adam gidiyor dükkanın önünden kadına bakıyor, çıkıyorlar, yürüyorlar. Oranın en güzel meydanlarından birisi. İkisine de dedim ki “Birbirinizi çok arzu ediyorsunuz, arzu dolu olun”. Kadının çok güzel bir kıyafeti vardı, dekoltesi filan olan, onu çıkarttırdım, üstüne bir erkek kazağı giydirdim. Göğüsler tıkır tıkır oynuyor, kırıtarak gidiyor, cinselliğin çok yoğun olduğu bir yürüyüş oldu, girdikleri zaman da kapıyı kapatıyorlar, ben uzaklaşıyorum. Kalkıp da onların cinsel yatmalarını çekemezdim hiçbir zaman.

 

Bütün filmlerinizde böyle mi durum?

Ferzan Ö.: Öyle. Mesela “Cahil Periler”de üç adamın öpüştüğü bir sahne vardır ve üçü de çıplaktır. Stefano da benim arkadaşım artık yıllardır ve hep “Senin çükünü göreceğiz şimdi” diye dalga geçerdim bununla. Sahneyi çekiyoruz, burada monitör var, ben kesinlikle bakamıyorum. Gianni yanımda, “Motor” diyorum, başlıyorlar, bizim önümüzden çıplak olarak geçiyorlar, yatağa geçip sevişiyorlar, bakmıyorum kesinlikle.

Öyle bir huyum var yani. Mesela benim kariyerimde en yanlış gördüğüm, kesmek istediğim tek bir sahne vardır, o da “Harem Suare”de harem ağasıyla kızın yatmasıdır. Onlar sadece birbirine dokunsaydı, bir ilişki yaşanmasaydı çok daha yüksekti duyguları bence.