Cem Uzan, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın "paralel yapı" dediği Gülen cemaatinin yargı ve emniyette yapılandığı iddialarıyla ilgili olarak, "Ergenekon’dan gözaltına alınanları ‘Terörist’, Balyoz’da gözaltına alınanları ‘Darbeci’ diye suçlayıp cezaevine attıranlar, benim ailemi de ‘Hırsız’ diye ilan ettiler. Bir savcı, hakim, birkaç polis üç de gazete olursa bu iş tamam. İlk kumpası benim ailemin üzerinde denediler. Sonuç alınca diğerlerine uzandılar" dedi.
Sahibi olduğu İmar Bankası'nda devletten hesap saklamak üzere çifte kayıt sistemi kurduğu ve Çukurova Elektrik ile Kepez Elektrik'te usulsüz işlemler yaptığı saptanan, ardından Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından tüm mallarına 2003-2004’te el konulduktan sonra Fransa’ya sığınan işadamı ve medya patronu Cem Uzan, Sözcü gazetesinden Saygı Öztürk'e konuştu.
Sözcü gazetesinin bugünkü (19 Ağustos 2014) nüshasında yayımlanan, "İlk kumpas bize kuruldu" başlıklı haber şöyle:
Ankara stüdyosunda gece saat 02.00’ye kadar devam eden televizyon programına katılmıştı. Özel uçakla, İstanbul’daki evine döndüğünde saat 05.00’i geçiyordu. Uyudu. Her sabah yaptığı sporu da akşam üzerine bırakmıştı. Çünkü, öğleden sonra Amerikalı iki avukatla toplantısı vardı. O gün geç uyandı. Toplantıdan sonra, spor yapmaya fırsat bulabildi. Kan-ter içinde salona geldi. Az sonra banyoya girecekti. Masanın üzerindeki birkaç gazetenin başlıklarını okudu. “Bu memlekette ne zaman iyi haber” olacak diye düşündü. Bugün, avukatı da, nasıl haksızlıklarla karşı karşıya olduklarını anlatmıştı. Artık yargıya olan güveni de kayboluyordu.
Evinde çalışan görevlilerden birisi heyecanla mutfaktan salona geldi, “Cem Bey, Cem Bey sizi gözaltına almışlar. Şimdi de Vatan Caddesi’nde bulunan Emniyet’e götürüyorlarmış” dedi. Elindeki havluyla bir yandan terini silen, ünlü iş adamı ve Genç Parti Genel Başkanı Cem Uzan, “Ne gözaltısı, ne Emniyeti, ben karşındayım, sen rüya mı gördün yoksa?” dediğinde, görevli mahcup olmuştu. Başını yere eğdi, “Efendim, keşke rüya olsa. Televizyonda öyle söylüyorlar, sürekli adınızı yazıyorlar” karşılığını verdi.
Kumandayı aldı. Kendisine “Gözaltına alınmışınız” diyen kişinin söylediği televizyon kanalını açtı. Doğruydu. Sürekli “Son dakika” haberi olarak alt yazıdan Cem Uzan’ın gözaltına alındığı yazısı akıyordu. Cem Uzan, kanal değiştirdi, orada da, gözaltına alındığı belirtiliyordu. Bir dönem sahibi olduğu Star TV’yi açtı, aynı haber yayınlanıyor, Cem Uzan’la birlikte gözaltına alındığı belirtilenlerin isimleri sıralanıyordu.
Cem Uzan telaşlandı. Eşi, Alara Hanımı çağırttı. Alara Hanım da, eşinin son dönemlerdeki tedirginliğinin farkındaydı. Onu yalnız bırakmıyordu. Cem, Bey, eşine “Sakın üzülme, bir şeyler oluyor. Sakin ol hayatım. Anladığım kadarıyla birileri beni almaya geliyor. Ben bir duş alıp hazırlana- yım” dedi. Bu kez televizyon kumandası Alara Hanım’ın elindeydi. Kanal kanal dolaşıyordu. Hepsinde aynı haber vardı. Cem Uzan’ın gözaltına alındığı belirtiliyor ama Cem Uzan o an yanındaydı. Cem Uzan banyoya giderken, eşi “Bunlar yalan haber olmasın?” dedi. Uzan, eşine baktı, bir şey söylemedi. Banyoya doğru yürürken kafası karmakarışıktı. Niçin, gelip gözaltına alınmıyor da, gözaltına alınmadan gözaltına alındığı basına bildiriliyordu. Banyoya yürürken bunun cevabını da bulmuştu. İnadına kaçmayacaktı, inadına onların gelişini bekleyecekti…
Duşu her zamankinden uzun sürmüştü. Bornozunu giydiğinde, kapı önünde eşinin “Geldiler Cem, seni götürmeye geldiler” diyen sesini duydu. O an, daha dünyadan habersiz kızı Paris’i düşündü. Alara Hanım’ın sesi titriyordu. Ya oğlu Renç’in, evde bir anda çok sayıda polisi görünce nasıl korkmuş olabileceğini düşündü. Yatak odasına geldiğinde, odanın içi polis doluydu. Bu kez, gerçekten kendisini Vatan Caddesi’ndeki Emniyet Müdürlüğü’ne götürmek üzere gelmişlerdi.
Gözaltı işlemleri yapıldıktan sonra, sorguya geçilmişti. Cem Uzan’a, şirketleriyle ilgili bazı belgeler gösteriliyor, bununla ilgili sorular yöneltiliyordu. Oysa, o dönemde Uzan’ın bütün şirketlerine zaten el konulmuştu. Cem Uzan, bir dönem kendisine ait olan şirketten para çalmakla suçlanıyordu. Sorguyu yapan görevliye, “Şirketlere el koydular. Benim değil bu şirketler. Hiçbir sorunuza cevap vermem. Susma hakkımı kullanıyorum” dedi.
Sorgucu polisler, Uzan’ı konuşturmak için değişik taktiklere başvuruyordu. Ancak, Uzan konuşmamakta kararlıydı. Avukatı Şeylan Çığgın da, susma hakkını kullanmasını istiyordu. Hücreye konulma vakti gelmişti. Bir gece öncenin yorgunluğu sonucu uykusuzdu. Hücreye koyduklarında, bir an önce uyumak istiyordu. Demir kapıların açılıp kapanması, onu derin uykusundan uyandırmadı.
Akşamüzeri C.Savcısı’nın karşısındaydı. Orada da, şirketlerine el konulduğunu, kendi şirketinden para çalmasının söz konusu olamayacağını belirtiyordu. Tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edilen 35 kişi, Türkiye’nin en büyük şirketlerinin yöneticileriydi. Hepsi de “Çete”den sorgulanacaktı. Cem Uzan dışındakilerin tamamının tutuklanmasına karar verildi. Cem Uzan’ın tutuklanmama gerekçesi olarak “Adresi bellidir, kaçma riski yoktur” gösteriliyordu. Gerçekten, Uzan’ın kaçma gibi bir düşüncesi de yoktu. Ta ki o gün kendisine söylenenleri duyana kadar…
Hücrede geçirdiği saatleri hatırladı. Kendisine nasıl bir komplo kurulduğunu düşündü. O sırada çocukları Renç, üzerinde Galatasaray formasıyla göründü. Cem Uzan kahvesinden bir yudum daha aldı. O kendisine yapılanlara bir kez daha öfke duydu ve şunları söyledi: “Herkesi tutukladılar, beni ‘Adresi bellidir kaçma riski yoktur’ diye serbest bıraktılar. Meğerse, bana komplo şöyle kurulmuş: “Televizyonlara gözaltına alındığım haberi önceden verilecek, ben de haberi televizyondan öğrenir öğrenmez korkup kaçacağım. Ben kaçmaya çalışırken, evimin etrafı polisle çevrili olduğu için evden kaçarken yakalanacaktım. Böylece, ‘Cem Uzan kaçıyordu, polis tarafından yakalandı’ denilecekti.”
Benim, “Cem Bey, peki bu komployu size kim kurdu?” diye sormamı beklemeden bir C.Savcısı’nın adını verdi. Ve ardından da müthiş bir iddiada bulundu: “Benimle birlikte gözaltına alınan herkes tutuklandıktan 3-4 gün sonra bana bir avukat aracılığıyla haber gönderildi. Benden açık açık para istendi. İstenilen para da 1 milyon dolardı. Avukat, ‘Ver bir milyon doları, içerdekiler de serbest kalır dava da açılmaz’ diyordu. İçerdekiler 5-6 ay sonra serbest bırakıldılar. Dava açıldı. Dava 5 sene sürdü. Ben Fransa’dayken de bana bu davadan 24 yıl hapis cezası verildi. Diğerleriyle birlikte 42 yıl hapis cezası verdiler. ‘Rüşvet vermekten’ ceza veriyorlar ama kime verdiğim iddianamede bile yok. ‘Evrak sahtekarlığı’ deniliyor. Hiçbir şirketimde hiçbir evrak sahte değil.”
Cem Uzan, 17 Aralık Operasyonu’ndan sonra yaşanan hukuki tartışmalara başka bir pencereden baktı. Bu konuda şu değerlendirmeyi yaptı: “Ergenekon’dan gözaltına alınanları ‘Terörist’, Balyoz’da gözaltına alınanları ‘Darbeci’ diye suçlayıp cezaevine attıranlar, benim ailemi de ‘Hırsız’ diye ilan ettiler. Bir savcı, hakim, birkaç polis üç de gazete olursa bu iş tamam. İlk kumpası benim ailemin üzerinde denediler. Sonuç alınca diğerlerine uzandılar. Ailemize insani bazda çok büyük kötülükler yapıldı. 2 aylık çocuğuma bile ceza davası açtılar. Bu ailenin ahı onlardan aheste aheste çıkacaktır. Parelel Yargı’nın benim davalarım üzerindeki etkilerini şimdi avukatlarım araştırıyor.”
Uzan, anlatırken sesi uçak gürültüsünün arasında kayboluyor. Fransa’nın o an bulunduğumuz Provence bölgesi Ramatuelle köyünün de kurtuluş günüymüş. Kurtuluş günü şenlikleri çerçevesinde gösteri uçuşları yapılıyor, jetlerle yapılan akrobasi gösterileri nefes kesiyordu. Cem Uzan da, elini mavi gözlerinin üzerine siper yaptı ve uçaklara baktı. Uçaklar gözden kayboluncaya kadar baktık. Cem Uzan, kaldığı yerden devam etti: 2007 yılında, İmar Bankasıyla ilgili zimmet davası açtılar. Neyi zimmetime geçirmişim sana söyleyeyim de biraz gül. 20 bin lira. Nasıl geçirmişim? Vergi ödemişim. Yani karşılığı olmayan bir hesaptan devlete vergi ödemişim. Ödediğim verginin içinde 20 bin liralık bir çekin karşılığı yokmuş güya. Devlete vergi ödemek için para çalmama ihtiyaç yok. Param yoksa vergiyi ödemem. Bunu, savcı (isim veriyor) kılıfına uyduramadı ve dosyama takipsizlik verdi. Takipsizliğe TMSF’deki Fethullahçılar itiraz ettiler. Dava açıldı. Yalnız enteresan olan şu; Savcı davayı açtı. Davaya bakan mahkemenin başkanı, savcının karısı. Bir yerde karı-koca beni mahkum ettiler. Kocası davayı açıyor, karısı karara bağlıyor. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir hokkabazlık yok. Ancak ve ancak Fethullah’ın hukuk düzeninde oluyor bu. Avukat Celal Ülgen’in takip ettiği bu dosya, şu anda bildiğim kadarıyla Yargıtay’da bekliyor.