Fethullah Gülen cemaati için ilk 'Haşhaşi' benzetmesini yapan ilahiyat profesörü Mustafa Öztürk, "Maalesef hemen her dinî kültürde bu tür patolojik yapılar zuhur etmiştir. Nasıl ki her mahallenin bir veya birkaç delisi varsa, dinî geleneklerde bu tür şizofren yapılar hep varolmuştur" dedi. "Arızalar onarılamadığı veya en azından rehabilite imkânı ortadan kalktığı zaman, bu yapılar mutlak surette bertaraf edilmelidir" diyen Öztürk, "Zira FETÖ örneğinde görüldüğü üzere bunlar din, millet, devlet, medeniyet, hatta tüm insanlık açısından hiçbir müspet değer üreten yapılar değildir. Bu yüzden de kurumsal düzeyde mutlaka itlaf edilmeleri gerekir" görüşünü savundu.
Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler'in sorularını yanıtlayan (16 Ağustos 2016) Mustafa Öztürk'ün açıklamaları şöyle:
Cemaatin din anlayışı temel hatlarıyla nasıl tarif edilebilir? Hiçbir dinî ıstılaha sahip olmayan birisine onları nasıl anlatırız? Neden Haşhaşi diyorsunuz?
Belli ki "cemaat" derken FETÖ'yü kastediyorsunuz. Fetullah Gülen'in sevk ve idare ettiği örgütün din anlayışı, sanırım en kısa ve kestirme yoldan, Marx'ın "Din kitlelerin afyonudur" sözüyle açıklanabilir. 17/25 Aralık sürecinde FETÖ'cüleri "Haşhâşî" diye nitelemem de bir yönüyle bu sebeptendir. Bilindiği gibi afyon, haşhaş bitkisinin kapsülünden mamuldür. Fetullah özellikle Hz. Peygamber ve sahabe neslinin suretini kendi şahsına ve endoktrinasyon yoluyla mankurtlaştırdığı avenesine birebir tercüme ederek hipnoz etkisi yaratan bir tarih kurgusu oluşturuyor ve bu kurguda kendisini Hz. Peygamber'le, avanesini de "ikinci kutsiler" nitelemesiyle sahâbîlerle eşleştiriyor. Böylece mankurtlaşmış aveneler kendilerini sahabe gibi ilâhî-ulvî bir davaya baş koymuş kimseler olarak algılamaya başlıyor.
Bunu nasıl başarıyor?
Fetullah, avenesinin sadakat ve bağlılık duygusunu perçinlemek için hem rüya, ilham gibi kişiye özel bilgi kanallarının hem de parapsikolojik imkânların kullanıma açık olduğu meselesini de sürekli olarak gündemde tutup, kendisinin sevimsiz sükseli tabiriyle nazara veriyor. Böylece avenesinin gözünde olağanüstü yeteneklerle mücehhez ve esrarengiz bir kült kişilik vehmi oluşturuyor.
Bu vehim nasıl yerleştiriliyor?
Bu vehmi oluşturmanın ilk adımları Işık evleri ve dershaneler gibi kurumlarda atılıyor. Küçücük çocuklar ve körpe dimağlar bu kurumlarda Fetullah'ın insanüstü özelliklere sahip efsanevi bir kahramandan farksız olduğu yönünde endoktrine ediliyor.
Yani "metatron" derken kendisinin "tanrının sesi" olduğuna nasıl inandırıyor.
Bu tür düzmece hikâyeler ve masallarla dumura uğratılan beyinler son kertede tamamen uyuşuyor ve sonunda Fetullah yine avenesinin gözünde metatron ya da Tanrı yardımcısı gibi algılanır hale geliyor.
Bu anlayışı İslam dairesinde kabul edebilir miyiz?
15 Temmuz gecesi gözünü kırpmadan halka kurşun sıkan bir darbecinin sünnet-i seniyeyye ittiba adına suyu çömelerek üç yudumda içmesi ne kadar çarpık, sapkın ve patolojik ise FETÖ'nün din anlayışı da o kadar çarpık, sapkın ve patolojiktir. Bu çarpıklık ve sapkınlık ezoterik, ökültik ve mesiyanik hareketlerin vatan, millet, din gibi üst değerleri izafileştirici endoktrinasyon yöntemleriyle yakından irtibatlıdır. Kanımca, Fetullah ve mankurtlarına özgü din anlayışını İslam dairesi içerisinde mütalaa etmek “büyük günah” veya “İslam'a ihanet” kapsamında sayılmalıdır.
Papaya yazdığı mektupta sürekli “misyonumuz” diyor. Bu ortak “misyonumuz” nedir?
Fetullah'ın yurt dışına açılma hikâyesi, Amerika'da greencard talebi, oturma izni ve kendisine referans olan figürlerin derin kimlikleri bahis konusu misyonun mahiyeti hakkında az çok fikir verebilir. Özellikle 11 Eylül 2011 İkiz Kule hadisesinden sonra İslam ve Müslümanlar neredeyse tüm Batı dünyasında terörle özdeşleştirildiği halde, eşzamanlı olarak bu örgüte Türk-İslam kültür ve medeniyetini(!) bütün dünyaya yaymak adına 140-150 civarında farklı ülkede okullar açma ruhsatı verilmesi sizce de acayip bir paradoks değil midir? Bu tuhaf durum ancak ABD'deki neoconlar ile FETÖ arasındaki karanlık temaslar, kirli hesaplar ve pazarlıklar çerçevesinde izah edilebilir. Tarihî tecrübede Katolik dünyasının İslam ve Müslümanlarla ilişkisinin mahiyeti izahtan vareste olduğuna göre Fetullah'ın söz konusu ettiği misyon, olsa olsa genelde Hıristiyan Batı dünyasına, özelde Neoconlar ve Frankistler gibi karanlık yapılara taşeronluk ve gönüllü hizmetkarlıktır.
Bu örgütlenme ilahiyat fakültelerini ve din eğitimini nasıl etkiledi?
İlahiyat fakülteleri özellikle FETÖ örgütünün palazlanma ve devlet kurumlarına sızıp yuvalanma sürecine koşut olarak birçok dinî cemaat grubun tabir caizse arpalığı haline geldi. Başka bir ifadeyle, bu fakülteler belli ölçüde muhtelif dinî cemaatlerin yetişmiş insan devşirme müesseselerine dönüşüverdi ve maalesef devlet imkânlarının cemaat çıkarları uğruna heder edilmesi neredeyse gelenek haline geldi.
Hizmet'in kutsallık halesi nasıl sağlandı? Amaçları neydi? Diğer dini öğretilerle bağı var mıydı?
Bu sorunuz çok katmanlı olduğundan etraflı şekilde cevaplanması hayli zor. Ama yine de ilk katmandan başlarsak, kanımca FETÖ'nün “hizmet” diye ifade edilen kirli faaliyetleriyle ilgili kutsallık halesi bâtınî karakterli mesihçi ve mehdici hareketlerin temel özellikleri arasında yer alan lideri kutsama ve hareket mensuplarından her birinin kendine ulvi bir misyon biçme anlayışıyla irtibatlandırılabilir. Mamafih bu tür karmaşık ve karanlık yapıların karakteristik özelliklerini tek faktörle açıklamak yeterli olmadığı gibi isabetli de değildir. Ayrıca büyük dinî geleneklerdeki birçok önemli mesele ve doktrinin tek başına muayyen bir kültür ve geleneğe özgülüğünden söz etmek de pek isabetli olmasa gerektir. Sözgelimi, İslam kültür ve geleneğindeki mehdi, fiten, kıyamet alametleri gibi konularla ilgili anlayış ve inanışların benzerlerine Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da rastlanabilir.
Dinlerarası diyalog adına Kelime-i Tevhid parçalandı
Reformistler ve diyalogcular arasında ne tür farklar vardır? Diyalog yapılıyor evet ama nerede tam olarak buluşulacak. Burada kimin itikadı müzakereye açık?
15 Temmuz hadisesi FETÖ nazarında vatan, millet ve devlet gibi kavramlar ve değerlerin ne kadar izafi olduğunu gösterdi. Bu örgüt nezdinde İslam dininin de aynı ölçüde izafileştiği şüphesizdir. Haliyle, dinlerarası diyalog adına kelime-i tevhidin parçalanması veya kelime-i tevhidden “muhammedün rasûlullah” kısmının hazfedilmesi gayet tabiidir. Bu bağlamda, FETÖ'nün yurtiçi dinî söylemlerinde ve bilhassa örgütün İlahiyat camiasındaki kolonilerinde İslam'ın belki de en dar Sünnî yorumuna sahip çıkılmasına mukabil yurtdışında dinlerarası diyalog gibi son derece geniş mezhepli ve sulandırılmış bir söylem üretilmesinde kendini gösteren çift dillilik ve iki yüzlülüğün yıllarca fark edilmemesi, hele hele İlahiyat camiasında bazı meşhur hocaların aslında bu yapıya mensup olmadıkları halde dinlerarası diyalog denilen inhiraf ve ilhad projesine katkı vermeleri en azından benim için çok can yakıcıdır. Bundan da vahimi söz konusu hocalardan bazılarının bugünlerde “Aldandık” ya da “Hangimiz Aldanmadık” diyerek bu büyük cürümlerin iştirakçiliğinden sıyrılmak adına zavallılaşmalarıdır.
Kötülük yaparak kıyameti zorlamak, Mehdi'nin gelişini kolaylaştırmak, cennete kapı açmak… Frankistlerin–Endistlerin inancı benzer sözler var. Bu İslam inancında var mı?
Bu açıdan bakıldığında Frankistlerin ya da bu topraklardaki versiyonuyla Sebataycıların “gerçek imana ancak Tevrat ihlal edilince ulaşılır” düşüncesine benzer anlayış ve inanışların İslam geleneğinde de ortaya çıkmış olması sürpriz sayılmamalıdır. Nitekim FETÖ de Frankistler gibi kendilerince gerçek iman ve ubudiyet adına Kur'an'daki tüm ahlâkî ilkeler ve değerleri çiğnemek suretiyle sanki Tanrı'yı kıyamete zorlama gayretindedir. Maalesef hemen her dinî kültürde bu tür patolojik yapılar zuhur etmiştir. Nasıl ki her mahallenin bir veya birkaç delisi varsa, dinî geleneklerde bu tür şizofren yapılar hep varolmuştur. Arızalar onarılamadığı veya en azından rehabilite imkânı ortadan kalktığı zaman, bu yapılar mutlak surette bertaraf edilmelidir. Zira FETÖ örneğinde görüldüğü üzere bunlar din, millet, devlet, medeniyet, hatta tüm insanlık açısından hiçbir müspet değer üreten yapılar değildir. Bu yüzden de kurumsal düzeyde mutlaka itlaf edilmeleri gerekir.