8 Nisan 2012 Pazar
Türkiye ‘sivil toplum’ kavramıyla geç tanışan bir ülke; bu sebeple sivil toplum örgütlerine hâlâ sıcak bakılmıyor. Hele bu örgütler ‘dinî’ hassasiyetler etrafında oluşmuşsa, cemaat yapısındaysa, yakın-uzak bütün çevreler ile devlet rahatsızlık duyuyor. Yüzyıllar öncesinden bir geleneği günümüzde sürdüren ‘cemaat’ türü yapıların varlığından son birkaç yıldır söz edebiliyoruz. Bunun tersi de doğru: Sivil topluma ve örgütlerine şaşı bakılan, dinî özellik taşıyan yapıların hor görüldüğü bir ortamda ‘cemaat’ yapıları da ne yapacağını, hareketlerinin sınırlarını kestirmekte zorlanıyor. Hayır-hasenatla uğraşmak tamam, kimse buna ses çıkartmıyor; yakın zamanlara kadar zararlı görüldüğü halde artık ‘eğitim’ ile ilgilenmeleri, ticari dayanışmada bulunmaları da anlayışla karşılanıyor. Daha ötesi? Sözgelimi yargıda, devletin Emniyet ve idari kademelerinde örgütlenerek bu yolla gelişmeleri etkileme? Ya siyaset? Bu soruların bir tek ‘doğru’ cevabı yok; ‘cemaat’ yapılanması içinde yer alanlarda da yok, o tür yapılara olumlu veya olumsuz bakanlarda da yok. Cevapsızlığın doğurduğu sıkıntıları, şu yakınlarda yaşanan MİT Müsteşarı Hakan Fidan eksenli tartışmalar gündeme taşıdı. Suçlayıcı parmaklar cemaat yapılanmalarına, özellikle de en güçlü olduğu bilinen ‘Cemaat’e yöneldi. Yargıda etkili olmaktan, siyasi alana müdahale girişiminden, şeffaflık eksikliğinden söz edildi. İddiaların gerçekleri ne kadar yansıttığını bilmek imkânsızdı; ‘Cemaat’ yapılanması hangi görüşün o yapı adına yapıldığının anlaşılmasına izin vermediği için... Kimi zihnindeki şablona göre, kimi hoşuna öyle gittiği için, bazısı da ‘Cemaat’ ile irtibatı bilinen kişilerin söylemlerine ve yazılarına bakarak kendi görüşüne haklılık kazandırma çabasına girdi. Ortamın bulanıklığında ilk zâyiat somut gerçeklerdir. Kendini savunamayan, adına yapıldığı varsayılan görüşlere mesafesini açıklayamayan, hizmetleri açık seçik ortadayken sanki utanılması gereken bir iş yapıyormuş gibi köşeye sıkıştırılan bir yapı, kör dövüşünün tarafı haline getirilmek istendi. Hep dışında kalmaya çalıştığı siyaset alanının tam göbeğine çekilerek... Nihayet, bulanıklığı giderecek, yanlış anlamaları sona erdirecek, kendisine bağlılık hissedenlere, sempati besleyenlere hareket sınırlarını gösterecek, 2777 sözcükten oluşan bayağı kapsamlı bir açıklamayla karşımıza çıktı ‘Cemaat’... Hiç kuşkusuz önemli, hatta ülkede demokratik geleneklerin oluşmasını arzulayan, siyaset-sivil toplum ilişkilerinin çerçevesinin ikisinin de yararına olacak biçimde doğru bir zemine oturmasına titizlenenler açısından tarihî sayılabilecek bir açıklama bu... Başka yapıları da akla getirdiği için zihin karışıklıklarına yol açan ‘Cemaat’ (veya ‘Câmia’) sözcüğü yerine daha özel olan ‘Hizmet’ ismini tercih etmesinden, adına yapıldığı varsayılan yorumları ‘bireysel çıkışlar’ olarak tanımlamasına ve en önemlisi ‘Hizmet’ ile siyaset ilişkisini doğru bir zemine yerleştirmesine kadar gerekli her noktaya temas edilen bir açıklama... Demokratikleşme... Dini özgürlüklerin sağlanması... Muteber uluslararası standartlara ulaşılması... Hukukun üstünlüğü, insan hak ve özgürlükleri ilkelerinin pekiştirilmesi... ‘Hizmet’, bu temel esaslar etrafında siyasi partilerle buluşabileceğini ilân etmekte... Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan ‘Hizmet’ adına yapılan açıklama, beklediğimiz normalleşmeyi getirirse, İngilizlerin ‘Magna Carta’sı (1215), bizim ‘Sened-i İttifak’ımız (1808) kadar değer kazanmaya namzettir ve anayasa çalışmalarına da doğrudan bir katkıdır.