Cemaatin ‘Ne oluyor nereye gidiyoruz?’ diye sorması gerekiyor

Cemaatin ‘Ne oluyor nereye gidiyoruz?’ diye sorması gerekiyor

 

Ruşen Çakır

(Vatan, 24 Şubat 2012)

Gazeteci Ali Bayramoğlu’na göre şeffaflaşma becerilmezse siyasi iktidar cemaati, cemaat sınırlarına doğru püskürtecek. Bayramoğlu “Hükümet, poliste, yargıda hukuksuzluklar ve demokratik eksikliklerin farkına varmışsa, bunu tersine çevirecek güce sahiptir” diyor.

Yeni Şafak gazetesi yazarı Ali Bayramoğlu ile söyleşimizin ikinci ve son bölümünde ağırlıkla AKP-Gülen cemaati ilişkisinin muhtemel geleceğini tartıştık:

 

Hükümete yakın bazı gazeteci ve araştırmacılar “7 Şubat müdahalesi”, “yargı vesayeti arayışı” gibi kavramsallaştırmalara gittiler hatta MİT mensuplarının ifadeye çağrılmasını 27 Nisan muhtırasına benzettiler. Burada bir abartı görüyor musun?

 

Tabii 27 Nisan’a benzetip iktidar etrafında bir tarih yazmaya kalmak başka bir şey, ben öyle demem ama siyasi iktidar bunu 27 Nisan muhtırası gibi sert algıladı. Bunu gazeteci olarak temaslarım ve gözlemlerimden hareketle söyleyebilirim. Hakan Fidan ifadeye gitseydi büyük ihtimalle tutuklanacaktı. Fidan’ın tutuklanması tabii ki bir darbe gücündedir. Bunu başka türlü tarif etmeniz mümkün mü? Fidan Başbakan’ın bütün güvenlik stratejilerinde referans aldığı biriyken yargı, usulünü aşarak onu yargılamaya kalkıyor. Siz sistem için doğal olan bazı MİT faaliyetlerini birer suç olarak görürseniz siyasi iktidar da bunu bir kalkışma olarak algılar. Bunu Türkiye Cumhuriyeti tarihinde İslami kesim içi en büyük kavga olarak görüyorum. Aynı zamanda, askerin dahil olmadığı en büyük devlet içi kavgalardan biri.

 

Bu kriz nasıl evrilir? Her iki taraf da bir kavga olduğunu reddediyor...

 

Bir kere her iki taraf da bu kavgadan büyük bir yara almadan çıkmak istiyor. Tayyip Erdoğan’ın aklında önce bir anayasa hazırlayıp ardından Çankaya’ya çıkmak varsa, oya ihtiyacı var demektir, dolayısıyla onun için bu tür ittifaklar kıymetlidir. Bu ittifakın kutuplaşma içeren açık bir kavgaya dönmesi halinde seçmen dengelerinin önemli ölçüde etkileneceğini düşünebiliriz. İkinci olarak, hükümet sadece tasfiyeler yapmıyor aynı zamanda bir kavga olduğunu da söylüyor ama sadece özneyi tanımlamıyor. Her ne kadar “atanmışlar” gibi içi boş gibi görünen bir ifade kullanmış olsa da hükümet bu hamleyi yapan, ya da bunu yapanların temasta olduğu iradenin kim olduğunu biliyor; bunu kendi iktidarına karşı bir müdahale olarak görmüş durumda ve son derece kararlı olarak bunu püskürtecek. Bunu yaparken de büyük kırılmalara, büyük çatışma duygularına yol açmadan ilerlemeye çalışacak. Başbakan’ın açıklamalarını bu bağlamda değerlendirmek lazım.

Karşı tarafsa, her ne kadar içindeki bütün insanların böyle yaptığını söyleyemesek de, üç kademeli bir tepki gösterdi. Öncelikle her zamanki yöntemlere başvurarak toplumsal destek ve meşruiyet aradılar. Yani MİT’in kirli olduğunu ve yapılan işin doğru olduğunu söylediler. İkinci olarak, yasa çıkana kadar hiçbir geri adım atmadılar. Daha sonra, İstanbul Emniyeti’nde 10 yıldır belli operasyonları yürüten İstihbarat ve Terörle Mücadele birimlerinin yetkililerinin tasfiyesiyle hükümetin kararlılığını görünce önde gelen cemaat mensuplarının kızgınlıklarını korumakla birlikte belli bir tedirginliğe kapıldığını gözler olduk.

 

Buradan bir normalleşme çıkar mı? Ne bekliyorsun?

 

Şunu temenni ediyorum: Cemaat cemaat sınırlarına çekilsin, aynada kendine baksın... Bir zamanlar “cemaat şeffaflaşmalı” demiştim, tepki göstermişlerdi, tekrar ediyorum cemaat şeffaflaşmalı. Şeffaflaşma tüm cemaat mensuplarının listesini sağa sola vermek değildir. Şeffaflaşma, doğru olan, meşru olan yerlerde faaliyet yapmak, diğer yerlere bulaşmamaktır ve politik fikirleriniz varsa cemaat adına bunları söyleyecek mercilerin tespit edilmesidir.

Tekrar altını çizeyim: Cemaat mensubu olmak meşrudur. Bir cumhurbaşkanı da, bir polis de cemaat mensubu olabilir. Görüşleri eblette kararlarını etkileyecektir. Bu da meşru ve kaçınılmazdır. Ancak o kamu görevlisi ya da polis elinde tuttuğu kamu gücünü, kamu çıkarı için değil de ait olduğu cemaatin çıkarları için kullanmaya başlarsa burada ahlak sınırları da, kanun sınırları da cemaat ve gelenek sınırları da aşılır ve burada paralel bir örgütlenme ortaya çıkar ki bu gayrimeşrudur.

Toplumsal olarak cemaat ve onun parçası olmak ne kadar meşruysa bu tür bir örgütlenmenin varlığı gayrimeşrudur. Şeffaflaşmanın özü de budur. Tersi bir durum, yani bugünkü yapı, ülkeyi hukuktan, demokrasiden uzaklaştırıyor; kendi gücünü koruyabilmek ve artırmak için otoriterleşecek araçları devreye sokmaya başlıyor. Örneğin Ergenekon, Balyoz, Odatv gibi davaların, buralarda yaşanan hukuk aksaklıkları nedeniyle meşruiyetleri zedelenmiş durumda. Yani Ergenekon ile ilgili sorular davanın kendisinden daha çok öne çıkmış durumda.

 

Cemaatin şeffaflaşmasının ne derece mümkün olduğunu düşünüyorsun?

 

Cemaat bu aşmayı, kendisine soru sormayı, şeffaflaşmayı becerebilir mi, bilmiyorum, ama içerde kaçaklar varsa, bütün bu yaşananlar cemaate “Ne oluyor, nereye gidiyoruz?” sorusunu sorduruyorsa bir geri çekilme olur. Sordurmuyorsa şurası açıktır ki siyasi iktidarın kararlılığı cemaati, cemaat sınırlarına doğru püskürtecektir. Siyasi iktidarın bundan böyle gerek Emniyet’te, gerek yargıda, otonom, eşit iktidar talep eden yapılara müsaade edeceğini sanmıyorum.

Hükümete gelince. Mevcut kriz üzerinden hükümet poliste, yargıda karşımıza çıkan bu tür otonom yapıların işleyiş biçimlerinin, polisin savcıların yönlendirmesi; polis-adliye ikilisinin büyük politikalarda kapsam kararları vermesinin, buralardaki hukuksuzluklar ve demokratik eksikliklerin farkına varmışsa, bunu tersine çevirecek güce sahiptir. Bu konuda bazı adımlar atacağını, mesela özel yetkili savcılık müessesesinin işleyişinden çok da memnun olmadığını biliyoruz. Ama yapması gereken pek çok iş var.

Adli kolluk denen mekanizma bu ülkede kurulmak, polis savcıya bağlı çalışmak zorunda. Ayrıca çok ciddi bir sorun daha var: İstihbarat. Her türlü istihbarat biriminin sürekli takip gücü onlara tıpkı bir zamanlar MGK’nın yaptığı gibi, devletin önüne hazır politikalar sunma gücünü veriyor. Dolayısıyla hükümet istihbaratın demokratik denetimini sağlayabilir ki bu zor da bir iş değil. Son olarak, sürmekte olan Ergenekon, Balyoz, KCK gibi davalar ve onların türevlerindeki hukuk eksikliklerinin, ihlallerin tashih edilmesi son derece önemli.

Bunu yargı sürecine müdahale etmeden yapmanın yolları muhakkak vardır. Oradaki yargıç ve savcı dokusunu olabildiğince yeniden yapılandırarak adımlar atmak mümkündür. Bazen kimi koalisyon ve ittifakların bitmesi, oralardaki aşırılıkların da törpülenmesi anlamına gelebiliyor. Açıkçası ben hükümetin hukuksuzlukları törpülemesini temenni ediyorum.

 

MİT: “İfadeyle ilgisi yok”

 

Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı, İstanbul Bölge Başkanlığı’ndaki görev değişikliğinin “yeni olmadığını” bildirdi. İstanbul Bölge Başkanlığı’ndaki görev değişikliği kapsamında Bölge Başkanı İ.N.’nin merkeze alınırken, yerine A.D.’nin atandığı kaydedildi. MİT kaynakları, görev değişikliğinin yeni olmadığını belirterek, atama kararnamesinin kurum tarafında Ocak ayında gönderildiğini, görev değişikliğinin ise Şubat ayı başında gerçekleştiğini bildirdi. MİT kaynakları, atamanın KCK soruşturması kapsamında MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın da aralarında bulunduğu MİT mensuplarının ifadeye çağrılması süreciyle ilgisinin bulunmadığını kaydetti.