T24Söyleşi: Metin Kaan KurtuluşFotoğraflar: Osman Örsal
Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’nda vahşice katledilmesinin üzerinden bir yıl geçti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “11 Eylül’den sonra 21. yüzyılın en gizemli olayı” olarak nitelendirdiği cinayet, etrafını saran sır perdesi içinde saklanmaya devam ediyor. Cinayetin failleri ve emri veren isimler hâlâ yargılanmadı, herhangi bir ceza almadılar. Kaşıkçı’nın nişanlısı ve kanlı infazı dünyaya duyuran Hatice Cengiz, T24’ün sorularını yanıtlarken, olayın üstündeki sır perdesinin kalkmaması konusunda ‘Batı’nın duyarsızlığını ve Suudi Arabistan yönetiminde yaşandığını söylediği değişimin sorumlularını’ suçladı.
Cinayetin yıl dönümüne kısa bir süre kala Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz’le Fatih’te bir kafede buluştuk. Cemal Kaşıkçı’nın 18 gün boyunca itiraf edilmeyen, ortaya çıkmasının ardından da failleri cezasız kalan cinayeti, Suudi Arabistan’ın dünya devleri ligindeki güçlü konumunu etkilemese de Hatice Cengiz’in hayatında çok şeyi değiştirdi. Kimsenin tanımadığı bir doktora öğrencisiyken bir anda Kaşıkçı cinayetinin sembol isimlerinden biri haline gelen, yer yer de tam da bu sebeple eleştirilen, kim olduğu-nereden geldiğine dair soruların ortaya atıldığı Hatice Cengiz’le umduğundan daha kısa bir süreyi birlikte geçirebildiği Cemal Kaşıkçı’yı, aradan geçen bir yılda neler yaşandığını ve uluslararası toplumun verdiği, vermediği tepkileri konuştuk. Kaşıkçı’dan bahsederken bazen tebessüm eden, Suudi gazeteci öldürülmese hayatlarının nasıl olabileceğinden bahsederken ise gözleri dolan Cengiz, geçen bir yılı “Her gün Cemal’in öldüğünü düşünerek uyandım” sözleriyle anlattı.
Neden ilk günlerde fotoğraf çektirmedi? Konuşmamız bittikten ve ses kayıt cihazı kapandıktan sonra 2 Ekim’i takip eden süreçte uzun süre başkonsolosluk kapısında yan yana bekledikleri foto muhabir Osman Örsal’la aralarında geçen diyalog, Hatice Cengiz'in artık geride kalan ilk günlerdeki umudunu yansıtıyor. Hatice Cengiz, Örsal’ın “Neden ilk günlerde fotoğrafınızın çekilmesini istemiyordunuz” sorusuna, “Çünkü ben Cemal’in çıkacağını, her şeyi kendisinin anlatacağını düşünüyordum” cevabını veriyor... |
Cengiz’in, T24’ün sorularına verdiği cevaplar şöyle...
Washington Post’ta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından kaleme alınmış bir yazı yayımlandı. Erdoğan yazısında Suudi Arabistan içindeki bir gölge devletten, bir çeteden bahsetti. Siz bu değerlendirme hakkında ne düşünüyorsunuz? Suudi Arabistan içinde böyle bir yapı olabilir mi?
Ben açıkçası bugün haberleri açmaya fırsat bulamadım ve henüz makalenin tam içeriğini okuyamadım. Bahsettiği şeyin bence şöyle bir değerlendirmesi olabilir: Suudi Arabistan’da mevcut iktidarın şu ana kadar dış politikasına, dış siyasetine, toplumsal ve kültürel kollarına baktığımız zaman çok sıra dışı bir hadise ile karşı karşıyayız. Son üç yıldaki gelişmeleri değerlendirdiğimiz zaman olağanüstü bir şeyler olduğunu görüyoruz. Anormal bir yönetim değişikliği ve bir siyaset kayması olduğunu gözlemliyoruz.
Cinayetin üzerinden bir yıl geçmesine ve hali hazırda bir cinayet olduğu ilan edilmesine rağmen ne cesedin nerede olduğu ne de suçu işleyenlerin kim olduğunu tam anlamıyla kamuoyu ile paylaşıldı ve bu olay tabiri caizse askıda bırakıldı. Sürecin başından geldiğimiz noktaya kadar Türkiye'yi zor durumda bırakmaya yönelik adımlar atılmasına, özellikle Suudi Arabistan ile Türkiye arasındaki ilişkilere baktığımızda, tüm bunları değerlendirdiğimizde tam olarak bir cevap bulamıyoruz, ortak bir bağ kuramıyoruz.
Tüm bu son zamanlardaki değişimleri değerlendirdiğimiz zaman; Sayın Cumhurbaşkanı bu olumsuz gidişin sebebinin devlet içerisinde belli bir kişi ve kitlenin farklı bir dış politika yürütme söylemi ve eylemi içinde olmasından kaynaklandığını söylemek istemiş olabilir. Ben de öyle düşünüyorum. Suudi Arabistan’ın hali hazırdaki yönetiminin ve son dönemlerdeki değişikliklerin gerçekten Suudi Arabistan’ı ve özellikle Suudi Arabistan halkını temsil etmediğini düşünüyorum. Suudi Arabistan’ın bu olumsuz imajı almasına sebep olan bu olayın aslında ülkenin gerçek yönetimi ve kimliğiyle uyuşmadığını düşünüyorum.
Olayın ardından Suudi Arabistan yönetiminden kimse sizinle temasa geçti mi?
Yok, hayır.
Peki son bir yıl içinde kendinizi tehdit altında hissettiniz mi?
Hayır.
Veliaht Prens Selman’ın PBS’e ve CBS’e yaptığı açıklamalar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu röportajların tamamı yayınlanmadı biliyorsunuz, o yüzden tam olarak ‘context’i bilmiyoruz. 2 Ekim itibariyle dünya kamuoyu tekrar bu olayın üzerine eğilecek. O programlar için özellikle 2 Ekim’in seçilmesi de Cemal’in ölüm yıl dönümünde olabilecek baskıyı kırmak.
Özellikle o tarihin seçilmesi mevcut baskıyı azaltmaya, şişmiş o medya baskısını biraz indirmeye yönelik atılmış bir adım.
Diğer anlamda programların içerisindeki söylemlerle ilgili olarak akışın tamamını dinlemedim henüz yayınlanmadığı için. Fakat anladığım kadarıyla Veliaht Prens’in gerçek yöneticinin kendisi olduğu mesajını vermek için ustaca seçtiği bir cümle gibi geldi bana. İşte ‘benim kontrolümde oldu olay ama ben yapmadım’, ‘bilmiyordum, burada bir sürü çalışan var’ gibi söylemler sorumluluğun genel olarak kendisinde olduğunu, ama olayın bizzat sorumlusunun kendisi olmadığını söyleyerek, sorumluluk alarak sorumluluktan kaçmak gibi bir şey yapıyor.
CIA’den BM’ye birçok saygın grup cinayetle ilgili raporlar yayımladı. Ancak sizin bugün Washington Post’taki makalenizde de dediğiniz gibi dünya ülkeleri tarafından henüz somut bir adım atılmış değil. Ülkelerin bu sessizliğini neye yoruyorsunuz?
Bu sessizliği herhalde iki çehre arasında karar vermeye çalışan dünyaya yoruyorum. Bir etik ve ahlaki değerleri savunmaya çalışanlar var; bir de bunları bazen siyasi çıkarlar için kullanan, demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü gibi kavramlar üzerinden bunların pazarlamasını dünyaya yapan Avrupa ülkeleri, bunların olmadığı ülkeleri barbar, gelişmemiş ülkeler olarak gören ülkeler… İşte bunun savaşını veren bir şarklıyla karşı karşıyayız. Cemal çok önemli bir isim, doğulu bir entelektüel. Bir Arap. Demokrasiyi savunuyor, insan haklarını savunuyor, ifade özgürlüğünü savunuyor. Bunun kendi topraklarında, Arap coğrafyasında yayılması için mücadele eden bir özgür kalem.
Böyle bir insanı yalnız bırakmak, siyasi ve ekonomik çıkarlarla bunların bile ikinci plana itilebileceğini, aslında bunların kendi çıkarlarına olduğunda onların değerleri olduğunu gösteriyor. Böyle olması güzel mi? Hayır, bu başlı başına bir hayal kırıklığı. Biz bu konuda haklı olmak istemiyoruz, biz bunda yanılmak istiyoruz. Biz burada insanların tekrardan bu değerlere sahip çıkan, bu değerleri savunan, bu değerlerin diğer dünya ülkelerinde de yaşanmasını isteyen kısmını görmek istiyoruz, onların iddia ettiği gibi. Gerçek olmayan, ama iddia ettikleri yüzlerini görmek istiyoruz. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz küresel yapıda -özellikle ekonomik sıkışmaların sık yaşandığı bu son dönemlerde, enerji, petrol gibi lobilerin her şeyin önüne geçtiği bir zamanda- bu olayın da buna kurban edilmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu sessizliğin sebebi bu, başka bir şeye yormak söz konusu değil.
Ölümünün ardından Cemal Bey bir şekilde ‘özgür basın’ konusunda simge bir isim haline geldi. Time dergisi tarafından ‘Yılın İnsanı’ seçildi. Sizin baktığınız yerden Cemal Kaşıkçı nasıl bir insan?
Cemal gerçekten bu bahsetmiş olduğunuz kimliklerin dışında çok duygusal bir insandı. Çok entelektüel, çok duygusal bir kişiydi. Çok mütevaziydi mesela. Bir insanda olması gereken en temel özelliklerden biri tevazu sahibi olmak bence, Cemal Bey’de fazlasıyla vardı bu. Hatta biz ilk tanıştığımız zaman benimle sanki kendi meslektaşıymış gibi konuşması, tanışıyormuşuz gibi davranması benim rahat olmam ve kendimi tanıtmama vesile oldu. Arkasından o şekilde bir ilerleme kaydettik ilişkide. Gerçekten çok farklı biriydi, ben Cemal gibi birinin tekrar gelebileceğini pek düşünmüyorum.
Biliyorsunuz bir saha gazetecisiydi ve mesleğe o şekilde başlamıştı. Sektörde çok farklı alanlarda tecrübesi vardı. Konuştuğumuzda fark ettiğim şey dünyaya bakış açımızın fazlasıyla aynı noktada olması ve kesiştiğimiz noktaların fazlalığıydı aramızdaki yaş farkına rağmen. Öğrenmeye çok açık bir insandı; okumayı çok seviyordu, seyahat etmeyi çok seviyordu, insanları değerlendirmeyi çok seviyordu. Mesela yeni gittiğimiz yerlerde toplumsal hareketleri ve insanların tepkilerini gözlemlemeyi çok severdi.
Onun dışında Cemal hayatı çok seven bir insandı, kaliteli yaşamı çok seviyordu. Mesela Türk çayını çok seviyordu ve kültürel olarak çok fazla ortak yönümüz vardı. O köken olarak Türk bir aileden geliyordu, arada mizahını yapıyorduk aramızda, “Türk damarı”, “Arap damarı” diye. O da arada “Ben Türk değilim, kökenim öyle ama şimdi Arabım” diyordu. Aslında ne o tam Araptı ne ben tam Türktüm arada öyle uyuştuğumuz noktalar vardı. Yani aslında insanların kültürel yönden buluşmasının dillerin, dinlerin, ırkların ötesinde sevip ve anlaşabileceğini gösteren çok güzel bir ilişkiydi Cemal ve benim aramdaki. Yaşın bile öneminin olmadığını anlayabilir insanlar gerçekten gönül birliği olduğu zaman. O yüzden ben anlaşmanın, hoşgörünün ve sevginin birçok ilişkide ana şeyler olduğunu düşünüyorum. Cemal bey ile ilişkim de buna en iyi örnek. Bana çok kibar bir örnekti, bir hoca gibi değerlendiriyordum onu hayatımda. Hem ilham alabileceğim yönleri, hem çok akıllı tespitleri vardı. Hikmetli bir bakış açısı vardı.
Cemal Bey peki? Konsolosluğa gittiği gün nasıldı? Şüphelenmiş miydi?
Yok, hayır. Her şey çok olağan başladı. Zaten Cemal Bey’in kapıdan içeri girerken yüz ifadesi gözüküyor kameralarda. Gülümsüyor kapıdaki görevliye. Cemal çok sakin, çok dingin bir şekilde o güne başladı. Herhangi bir gerginlik, bir stresi yoktu. Çok hoş bir şekilde sohbet ettik. Sabah saatlerinde buluştuk ve arkasından beraber konsolosluğa gittik. Yolda giderken konsolosluktan sonra, günün kalanında ne yapacağımızı konuştuk. Cemal aldığımız bazı eşyaları değiştirmek istiyordu, onunla ilgili bazı şakalar yaptı. Çünkü onun istediği oluyordu, olacaktı yani. O da bu durumun beni rahatsız edip etmediğini sormuştu, “Ben çok mu karışıyorum” diye. “Ben de bazı şeyler senin kararın, bazıları benim olabilir” gibi cevap vermiştim, bunlar benim takıldığım şeyler değil. Aslında Cemal’in bazı şeylere müdahale etmesi benim hoşuma gidiyordu. Çünkü genellikle erkeklerin bu konularda, özellikle ev konularında pek bilgisi yoktur, Cemal Bey’in bu konuda ciddi bir bilgisi vardı. Bu da beni çok mutlu ediyordu. Çoğu şeyi çok kolay alıyorduk mesela, o hemen seçiveriyordu ‘bak bu böyle olabilir, bu kullanışlı olabilir’ diye. Bu benim işimi çok kolaylaştırıyordu.
Bunları konuştuk giderken, aramızda orada olabileceklere dair herhangi bir konuşma geçmedi. Girerken ‘görüşürüz canım’ dedi, ‘burada bekle beni’ dedi. Rutindi yani. İnsan başına bir şey geleceğini bilerek hareket edemez ki. Başına bir şey geleceğini hissetmiş olsak getirmezdik zaten.
Son bir yılda hayatınızda neler değişti? Bu yaşananlar olmasaydı şimdi Cemal Bey’le nasıl bir hayatınız olurdu bunu hiç düşünüyor musunuz?
Şu anda belki bir çocuk sahibi olabilirdim. Tabi gerçekleşmemiş olduğu için nasıl olurdu düşünmek zor. Ama muhtemelen okuluma devam ediyor olurdum. İstanbul’la ABD arasında gidip geliyor olurduk, belki Amerika’ya yerleşmiş olurduk tamamen. Çünkü burada bir müddet yaşayacaktık ama ABD’de çoğunlukla kalacaktık. Belki ABD’de bir eğitim hayatım başlamış olabilirdi. Cemal’le planlarımız vardı. Onun kitap yazma planları vardı, o muhtemelen planını gerçekleştirmiş olurdu, benimle beraberken yazmaya başladığı ilk kitabının sonlarına gelmiş olurdu. Benden büyük bir enerji alıyordu ve ben de sürekli soruyordum, ‘bugün nasıl geçti, neler yazdın’ diye. Evlendikten sonra ben her gün editlerim falan diyordum. Muhtemelen o da projesinin büyük bir kısmını yapmış olurdu. Çok güzel bir yıl biriktirmiş olurduk beraber çünkü kendisiyle çok keyifli zaman geçiriyorduk.
İnsanın ruhuna ağır gelmeyen bir tabiatı vardı Cemal’in. İnsanı sürekli rahatsız etmez, sürekli bir şey istemez, kendi işini kendi yapmaya hazır, kendi suyunu kendi alan, kendi yemeğini kendi yapan, her şeyi kendisi yapmaya çok alışmış bir insandı. Klasik Türk erkekleri gibi buyurgan bir yapısı yoktu. Çok rahatlatıcı bir insandı. İnsanın beraber zaman geçirmek isteyeceği ve beraberken zevk alabileceği bir insan tipiydi. Dolayısıyla entelektüel birikimi çok yüksek olduğu için zaman nasıl geçiyor anlamıyordum. Muhtemelen çok fazla şey yazmış olurdum onunla biriktirdiğim anılardan. Ben de yazıyorum, biriktiriyorum günlüklerimi.
Bir yıl nasıl geçti, eğer Cemal ile evlenmiş olsak bunlar olurdu. Gerçeğe dönecek olursak çok zor geçti gerçekten. Yani bu ifade edilebilecek bir şey değil. Tabii sizler gazeteciler olarak bunu merak ediyorsunuz ama yaşanan psikolojik süreç çok fazla kelimelerle ifade edilebilen bir şey değil. Belki fotoğraf çekilseydi veya video kaydı alınsaydı bu bir yıl boyunca belki yüz ifadeleri daha iyi anlatabilirdi nasıl geçtiğini. Bir günü bir günümle aynı değil. Her şeyden önce her gün Cemal’in öldüğünü düşünerek uyandım bir yıl boyunca. Ölmüş birinin arkasında kalan psikolojisiyle uyandım. Bu benim için çok zordu. Hala bunu hissediyorum. Hala bu geçmiş değil. Psikolojik olarak yaşadığım o travma süreci hala devam ediyor. Her ne kadar biraz hafiflemiş de olsa, hayat devam ediyor düşüncesine inanan bir olmama rağmen maalesef bunun içindeyim şu anda. Ama hayat eskisi gibi değil, hayat çok değişti benim için. Hem maddi olarak hem manevi olarak değerlerim değişti. Dünyanın pek fazla bir şeye üzülmek için değer bir yer olmadığını düşünüyorum. Ama ne mutlu Cemal gibi bir insanın hayatında olabildim, onun gibi biri tarafından sevildim. Onun sevgisini bir şekilde kazanmış olmak benim için çok önemli. Onun gibi birini sevmiş olmak. Bu benim için en önemli gurur kaynağı oldu bu süreçte. Bu süreci hatırladığım zaman aklıma gelip de yaşama devam edebildiğim tek şey bu, bunun üzerinden hep yaşama devam ettim.
İnanıyorum, inanıyorum.