T24- Geçtiğimiz günlerde ölümünün 20'inci yıl dönümü dolayısıyla anılan şair Cemal Süreya, Taraf gazetesi yazarı Janet Barış tarafından bir kez daha anıldı.
Taraf gazetesi yazarı Janet Barış'ın "Cemal Süreya gideli" (21 Ocak 2010) başlıklı yazısı şöyle:
Cemal Süreya gideli...Cemal Süreya gideli yirmi yıl oldu. Bundan yirmi yıl önce ocak ayının dokuzunda Kadıköy’de yumdu hayata gözlerini. Şairlerin çoğu, yaşarken yeteri kadar anlaşılmadıklarını, ünlü olmadıklarını düşünür, genellikle de öyledir. Günümüzde klasik olarak adlandırdığımız şairler, yaşarken acı çekmiş, kıymeti sadece belli bir çevre tarafından anlaşılmış insanlar. John Keats mesela, romantik şiirin en önemli isimlerinden biri olarak kabul ediliyor ama yirmi beş yıllık kısa ömründe hiç başarılı olduğunu düşünememiş. Oysa şimdi İngiliz edebiyatı deyince okunması gereken bir şair, derslerde işleniyor, bir dönemi, aşkı anlamlandırmak için onun şiirlerinin bir kenarından tutmak gerekiyor.
Cemal Süreya yaşarken de kıymeti bilinen bir şair. Her ne kadar gündelik hayatında baba ya da koca olarak sıkıntı çekse de şair olarak anlaşılmış ve sevilmişti. O satırlar ki nasıl sevilmesin;
Yitirdim ya da hiç olmadı sanıyordum Oysa karışık bir anı gibi Seni uyurken öpmesi gibi babanın Bir ilkkar tomurcuğu gibi...
Şiirleriyle çok az tanışmıştım hayatını okuduğumda, lise yıllarımın sonu, kara kaplı bir kitap geliyor eve, Feyza Perinçek ile Nursel Duruel’in hazırladığı o zaman Kaynak Yayınları tarafından yayımlanan geçtiğimiz yıl Can Yayınları’nın yeniden bastığı Şairin Hayatı Şiire Dahil. Okudukça Cemal Süreya’yı daha çok sevdim, şairden önce insan olarak sevdim, aşklarını, acılarını dostluklarını her satırını anlamaya çalıştığım bir adam olarak sevdim.
Cemal Süreya’nın yaşadıkları şiirlerinde gizlidir hep, usul usul yol alır. Kimsesiz bağlaçlarla birbirine bağlanır, kimi zaman bir Üvercinka olur kimi zaman Afrika’ya uzanır, babaları ölmüş bütün çocukların sözcüsü olur, hesap sorar gibi yazar. “Sizin hiç babanız öldü mü benim bir kere öldü, kör oldum” diyerek anlatır bunu, bütün körleşmiş çocukların şiir babasıdır Cemal Süreya. Kendi oğlu Memo’ya yeteri kadar babalık edemediği için de içten içe hep bir suçluluk duygusu hissetmiştir. Kızı Ayçe’nin nikâhını da kendisine haber verilmediği için görememiştir.
Şiir deyince, Cemal Süreya deyince Çiçek Pasajı’ndaki, Kadıköy’deki rakılı akşamlar gelir akla ve elbette kadınlar. Aşkları ve sürgünlükleri şair yapmıştır Cemal Süreya’yı. Daha küçücük bir çocukken sevdiği kadınlara mektuplar yazar kendince, âşık olduğu kızıl saçlı Seniha’ya –ki daha ilerde ilk karısı olacaktır- daha ortaokuldayken tutulur, ilk satırları bu kızıl saçlı kıza... “Seni sevdiğim anda her şeyim kızıl oldu, masmavi defterime kızıl satırlar doldu” diyerek ifşa eder duygularını. Satırlar çok kızıl olunca yaşça büyük bir arkadaşı uyarır, “yahu ne yapıyorsun sana komünist derler” diye.
Kadınları hep çok sever, aşk yüzünden acılar da çeker, çektirir de... Ülkü Tamer’in Cemal Süreya için yazdıkları en az şiirleri kadar meşhur. “Tanrı bin birinci gece şairi yarattı, bin ikinci gece Cemal’i... Bin üçüncü gece şiir okudu Tanrı, başa döndü sonra, kadını yeniden yarattı.” Aşk gibi sürgünle de erken tanışır, 1938 Dersim isyanında ailesiyle birlikte Bilecik’e sürülür. Cemal Süreya sürgün edilirken tarih öncesinden havlayan köpeklerin seslerini duyar, daha bir yalnızlaşır. Dostoyevski okur bile isteye huzurunu kaçırır, hislerini şiirlere mektuplara gömer.
Şairlerin derdidir yaşarken şair olarak anılmak, kadir kıymet görmek, altmış yaşına kadar yaşadı Süreya, çok hürmet de gördü rakı sofralarında çok çile de çekti. Para kazanabilmek için maliyecilik de yaptı, çevirmenlik de. Daha bilmediğimiz nice duygular vardı içinde, giderken kendine sakladıklarını da götürdü ama koskocaman yazılı bir miras var ondan kalan. Mektuplar, anılar, hatıralar. Hepsi bir yerinden tutup tamamlıyor şairi, bir anı bir şiire denk düşüyor mesela ya da yazdığı birkaç satır yaşadığı aşkla örtüşüyor. Neresinden tutulsa bırakılamayacak şiirleri var yanımızda, dönüp dönüp hatırlaması da artık okuyucuya.