KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, PKK'nın ateşkes şartlarını açıkladı. Bayık'ın açıkladığı şartlar arasında özgür şartlarda müzakerenin yapılması ve PKK lideri Abdullah Öcalan'ın baş müzakereci olarak müzakereleri sürdürmesi de yer alıyor.
Med Nuçe TV'ye konuşan Cemil Bayık, geçmişte örgüt üyelerinin Türkiye'den çekildiğini, ancak bunun hiçbir çözüme hizmet etmediğini söyledi.
Bayık, ''Bu sorunu çözmek istemeyenlerin geliştirdiği çabalardır. Artık bunlar geride kalmıştır. Kimse ne gerillanın Kuzeyden çekilmesini bize dayatabilir, ne öyle silah bırakmasını dayatabilir. Bunlar kesinlikle gerçekleşmeyecek hususlardır'' açıklaması yaptı.
Erdal Er'e konuşan Bayık şunları söyledi:
Savaşı kim başlattı?
Ateşkesi bozanın Recep Tayyip Erdoğan ve AKP olduğu bir gerçektir. Hiç kimse PKK’nin ateşkesi bozduğunu, savaşı başlattığını söyleyemez. Erdoğan ve AKP savaşı başlatarak siyasi amaçlarına ulaşmak istiyor. Biz de başlatılan bu savaşa karşı kendimizi savunuyoruz ve bu da en doğal hakkımızdır. BM sözleşmesinde var; eğer bir halk saldırıya uğrarsa o halk kendisini savunur. Olan budur. Bir hayvan bile kesime götürülürken kesilmemek için direnir.
Aldığınız bir savaş kararı var mı?
Hayır, PKK meşru savunma yapıyor. Eğer biz savaşı başlatmış olsaydık bunu seçim sürecinde yapardık.
Neden “seçim sürecinde yapardık” diyorsunuz?
Çünkü seçim sürecinde AKP ve Erdoğan çok tahriklerde bulundu. Savaşı geliştirmek için bizi tahrik etti. Biz bütün tahriklere rağmen sağduyulu davranarak savaşı başlatmadık. Türkiye’de seçimlerin gerçekleşmesi için büyük çaba sarf ettik. Seçim döneminde Erdoğan ne dedi? “Kürt sorunu yoktur”, “Dolmabahçe mutabakatı yoktur”, “izleme komitesi olmaz”, “masa yok”, “taraflar yok” dedi. Bunları kamuoyu önünde söyledi. Önder Apo ile ilişkiler 5 Nisan 2015 tarihinden itibaren kesildi. Bütün bunlarla ateşkesi ortadan kaldırdılar ve süreci bitirdiler. Bu savaşın başlatılması demektir.
Erdoğan’ın sürece böyle yaklaşmasıyla Ağrı’da gerillanın üzerine gidildi. Halk çatışmaların yaşanmaması için araya girdi. Orada halktan, gerilladan insanlar şehit düştü, yaralandı. Adana’da, Mersin’de HDP bürolarına yönelik bombalı saldırılar düzenlendi. Hemen hemen her gün HDP’nin büroları bombalandı. Amed’te büyük bir katliam yapıldı. Seçimlerden sonara Kobane ve Suruç’ta katliamlar gerçekleştirildi. Bütün bunları kim yapı? Herhalde PKK yapmadı...
Saldırıların nedenlerini neye bağlıyorsunuz?
Türkiye’de Kürt Özgürlük Hareketi’nin gelişmesini, HDP’nin seçim başarısını, demokrasi güçlerinin parlamentoya girmesini hazmedemeyen güçler bu saldırıları geliştirdi. Bütün bunlar savaşı geliştirmek değil de nedir? PKK bu saldırılardan sonra kendisini savunma savaşına girdi.
PKK’nin savunma savaşına girdiğini söylüyorsunuz. Bu gerillanın daha devreye girmediği anlamına mı geliyor?
Evet, gerilla hala devreye girmiş değil. Gerilla halka yönelik, demokrasi güçlerine yönelik yapılan saldırılara karşı bazı misilleme eylemleri geliştirdi. Hala savaş kararı vermiş değil, hala bütün gücüyle savaşa girmiş değildir. Bu gerçeğin de kamuoyu tarafından bilinmesi gerekir.
Hava saldırılarını nasıl yorumluyorsunuz? Sıraladığınız saldırıları devamı mı? Bu saldırıları bekliyor muydunuz?
24 Temmuz ilginç bir tarihtir.
Neden?
Çünkü Lozan antlaşmasının imzalandığı tarihtir. Bu tarihte Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı hava saldırılarının yapılması manidardır. Lozan’da Kürtler inkar edildi. Aynı tarihte Kürtlere karşı büyük bir saldırı başlatıldı.
Tesadüf olamaz mı?
Hayır, tesadüf değildir. 24 Temmuz özel olarak seçildi. Neden başka tarih değil de, 24 Temmuz? Çünkü Lozan’la Kürdistan parçalandı, Kürdistan üzerinde inkar ve imha siyasetine yeşil ışık yakıldı. O tarihten sonra Kürtler üzerinde inkar ve imha siyaseti yürütülüyor. 24 Temmuz’da ise Medya Savunma Alanları’na yüzerce bomba atıldı. Davutoğlu’nun deyimiyle bir gecede 400 yüz bomba gerillaya atıldı. Yine yüzlerce insan gözaltına alındı ve cezaevlerine tıkıldı. Bu Kürtlere karşı ilan edilen topyekün bir savaştır. Bu Kürtlerin iradesini kırmaya dönük bir savaştır. Kürtlerin şahsında sol güçleri, halkları, kültürleri teslim almanın savaşıdır.
Erdoğan seçim öncesi size karşı yapamadıklarını seçim sonrası savaş ilan ederek mi başarmak istiyor?
Doğrudur, seçim öncesi uyguladıkları taktiklerle başarmadıklarını seçim sonrası izlediği taktilerle elde etmeye çalışıyor. Seçim öncesi HDP’yi, demokrasi güçlerini parlamentoya sokmayarak hedeflerini gerçekleştirmek istiyordu. Bunu başarmayınca bu defa HDP’yi parlamentoda etkisizleştirmeyi esas aldı. HDP’yi karalayarak, şiddet içinde göstererek hedeflerini gerçekleştirmeye çalışıyor. Aslında yapılan bütün hava saldırılarının, tutuklamaların amacı HDP’yi baraj altına itmektir.
Seçim öncesi bir yol temizliği mi?
Evet, çünkü Erdoğan Kasım ayında seçimlerin yapılmasını istiyor. Bunun gerçekleşmesi için ise koalisyon hükümetinin kurulmasını istemiyor ve oyalıyor. Tamamıyla bir takım taktiklerle zaman kazanıyor ve Türkiye’yi seçime görmek istiyor. Bütün hedefi HDP toplum nezrinde, PKK’yi de uluslararası alanda, Ortadoğu’da küçük düşürmektir. Çünkü PKK DAİŞ’e karşı yürüttüğü mücadeleyle hem Kürtler nezrinde, hem Ortadoğu’da, hem uluslararası alanda oldukça büyük bir prestij kazandı, bütün algıları değiştirdi ve yeni algılar yarattı. Herkesin hayranlığını kazandı. PKK DAİŞ’e karşı yürüttüğü mücadeleyle sadece Kürtleri korumadı, sadece Ortadoğu’daki halkları, dinleri, kültürleri korumadı; insanlığı ve değerlerini korudu. Tarihi, kadını ve kutsallıkları korudu. Bunun için büyük bir etki bıraktı. Erdoğan ve AKP hazmedemedi ve bunu kırmanın hesabı içinde oldu. Bunun için saldırıyor, PKK ile DAİŞ’i yan yana koyuyor. PKK’nin kazandığı prestiji ortadan kaldırmak istiyor.
Türkiye DAİŞ’e savaş açtığını söylüyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Bu doğru değil. Türkiye DAİŞ’le ilişkilerinden dolayı oldukça teşhir oldu ve uluslararası güçlerin baskısıyla karşı karşıya kaldı. Erdoğan hem içte hem dışta sıkışmaya başladı. Erdoğan bu sıkışıklığı aşmak için çareyi DAİŞ’e karşı tutum almakta gördü. Onun öncesinde böyle bir tutumu yoktu. Ne zaman bu tutumu aldı? Kobane ve Suruç katliamlarından sonra böyle bir tutum almak zorunda kaldı. Eski tutumunu sürdürseydi bu AKP ve Erdoğan için oldukça tehlikeli olurdu. Bununla uluslararası baskı ve teşhirden kurtulmak için böyle bir taktik adım attı. Çünkü DAİŞ’le ilişkileri ayyuka çıkmıştı. Bu adımları atarken PKK’ye karşı da saldırılar başlattı. PKK ile DAİŞ’i bir sepete koymaya çalıştı. Bu tamamen bilinçli bir taktiktir. AKP hükümeti DAİŞ’e karşı uluslararası güçlerin yanında yer aldığını söylüyor. Bu gerçekse o zaman DAİŞ’le en iyi mücadeleye yürüten PKK ve PKK çizgisinde mücadele yürüten güçlerdir. Türkiye’nin bu güçlere saldırmaması lazım. Tam tersine bu güçlerle birlikte uluslararası koalisyonla birlikte DAİŞ’e karşı mücadele etmesi gerekiyor. Tam tersine “DAİŞ’le savaşıyorum” adı altında PKK ile savaşıyor. Kürt gerillasına büyük darbe vurmaya çalışıyor. Yine Kürt demokratik siyasetine Türkiye’de demokratik ulus siyasetini geliştiren HDP ve HDP bünyesinde yer alan demokrasi güçlerine karşı savaşıyor. Darbe vurmaya çalışıyor. Bugüne kadar DAİŞ’e karşı hangi saldırıyı gerçekleştirdi. Bir saldırısı yoktur. PKK ye yine YPG’ye, HDP’ye karşı saldırılar yapıyor, halkı tutukluyor. Bütün savaşa makinesini Kürt özgürlük hareketine karşı harekete geçirmiş durumda. Bu dünyada kafa karışıklığı yaratıyor. Çeşitli güçler hatta açıklamalar yapmak zorunda kalıyor. Diyorlar ki Türkiye yönünü DAİŞ’e çevirmeli. DAİŞ perdesi altında Kürtlerle savaşma anlaşması yapmadık. Yani rahatsızlıklarını ortaya koyuyorlar. Aldatıldıklarını da ortaya koyuyorlar.
İncirlik pazarlığında ABD ile Türkiye size karşı bir anlaşma yaptığını düşünüyormuşsunuz? Sayın Obama’nın “bizim önceliğimiz PKK değil DAİŞ’tir” açılaması Türkiye’nin kaçak dövüştü yorumlarına neden oldu.
Şimdi bizim de anladığımız o anlaşmadan sonra da PKK’ye karşı, gerillaya karşı, Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı saldırıların çok yoğun geliştirilmiş olmasıdır. Eğer Türkiye ABD arasında PKK ye karşı bir saldırı ittifakı yoksa böyle bir anlaşma yoksa o zaman Türkiye’nin bu saldırıları yapmaması gerekiyor. Eğer bu saldırılar yapılıyorsa en azından buna yeşil ışık yakıldığı ortaya çıkıyor. Eğer böyle olmasaydı Türkiye bu kadar kapsamlı saldırılar yapamazdı. Belli ki İncirlik üzerinde ittifak sağlanmış bunun üzerine PKK’nin vurulmasında göz yumulmuş. Türkiye bundan yararlanarak bu kapsamlı saldırıları yürütmüştür. Başka türlü bunu izah etmek doğru değil. Umarım İncirlik anlaşmasıyla ABD Türklere PKK ye saldırma iznini vermemiştir. Böyle bir ittifak yapılmamıştır. Obama’nın açıklamalarından biraz bunu anlayabiliyoruz. Yani Türkiye’nin suiistimal ettiğini ortaya koymakta ve Türkiye’yi biraz uyarma gereği duyuyor. Bu olumlu bir açıklamadır.
Zergele katliamının nasıl yorumluyorsunuz. AKP hükümeti diyor ki “Zergele PKK kampıdır, köy değil siviller yaşamıyor hayatını kaybedenler de siviller değil PKK’lilerdir.”
Zergele’nin bir kamp olmadığının bir köy olduğunu herkes biliyor. Basın da geldi gördü. Biz çağrı da yaptık Türk yetkililerine Türk basınına siyasetçilerine gelip Zergele’yi bizzat görebileceklerini, güvenliklerini koruyabileceğimizi söyledik. Ama gelmediler çünkü gelemezlerdi. Yaptıkları bir cinayettir bir katliamdır. Vahşettir. Bilerek Zergele köyünü vurdular öyle kazayla vurmadılar. Yani savaşlarda bazen kazalar olabiliyor. Yanlış hedefler olabiliyor. Zergele böyle kazayla vurulan bir hedef olmadı. Zergele’de gerilla falan da yoktur. Tamamen köydür köylülerdir. Hatta o köyden bazı peşmergeler savaş cephesinde DAİŞ ile savaşıyor. Türkiye bilinçli olarak o köyü seçti. Bilinçli o köy vuruldu.
Neden bilinçli vurulduğunu düşünüyorsunuz?
Zergele’nin vurulmasının bazı amaçları vardır. Birincisi Zergele’nin vurularak alandaki köylülere göz dağı veriliyor. Köylülere şu mesaj verildi; PKK ile birlikte hareket etmeyin. PKK’yi kendiniz için bir kurtuluş gücü olarak görmeyin. Eğer PKK etrafında birleşirseniz sizi vururuz, sizi öldürürüz. Bunun aslında köylüleri sindirmek korkutmak ve alandan kaçırtmak istediler. Köylülerle halkla PKK’nin bütünleşmesini önlemek istediler. Yine bununla şunu köylüler içerinde geliştirmek istediler. Eğer siz vuruluyorsanız PKK alanınızda olduğunuz için, PKK ile hareket ettiğiniz ve PKK’yi desteklediğiniz için vuruluyorsunuz. Vurulmak istemiyorsanız o zaman PKK’ye karşı çıkmalısınız. O zaman sizi vurmayız. Bunu köylüler içerisinde geliştirmek istediler. Çünkü amaçları PKK ile halkın birleşmesini önlemektir. Halkın PKK desteğini kesmektir. Halkı PKK’ye karşı çıkarmaktır. PKK’yi alandan çıkarmaktır. Bu amaçlarla Zergele’yi vurdular. Köylüleri katlettiler. Siyasal amaçlarını gerçekleştirmek için halkı katletmeyi kendilerine mübah görüyorlar. Türkiye’de yaptıkları gibi bölgede yaptıkları gibi halkın katliamı üzerinde siyasal amaçlarını gerçekleştirmeyi düşünüyorlar. Bu çok vahşi bir siyasettir. Kirli siyasetin de ötesinde bir siyasettir.
Ama bu yeni bir durum değil, katliamlarla sorun çözülür mü?
Bu siyasetle hiçbir yere varılamayacağı açıktır. Ancak bu tip katliamlarla Kürt halkında daha büyük bir öfkeyi geliştirirler. Daha çok halkın PKK ile bütünleşmesini sağlarlar. PKK’ye karşı geliştirmek istedikleri komploları hiçbir zaman başarıya götüremezler. Çünkü PKK ile Kürt halkı artık bütünleşmiştir. Bunları birbirinden ayırmak artık mümkün değildir. Zergele ilk değildir. Güney Kürdistan’da, Kandil’de, Xakurke’de, Gare’de, Haftanin’de daha önce de köyleri, çobanları, çocukları, kadınları vurdular. Dağlarını taşını ormanlarını yaktı. Büyük zararlar verdi. Bütün amacı güya PKK’yi halktan uzaklaştırmak ve halkı PKK’nin karşısına dikmekti. PKK ye darbe vurmaktı ama her vuruşta halk daha çok PKK ile bütünleşti. Bugün Güney Kürdistan’da halkın PKK ye sempatisi daha çok artmıştır.
Zergele katliamına medyanın ve uluslararası kamuoyunun tepkileri nasıl buluyorsunuz?
Türk yazılı ve görsel medya katliamı çok iyi bilmesine rağmen veremedi. Çünkü Türkiye’de basın özgürlüğü yoktur. Kim Erdoğan ve AKP’ye göre haber yapmazsa, olayları aktarmazsa ikinci gün işinden oluyor. Türkiye’deki medya emekçileri bu gerçeği biliyorlar. Onun için medya üzerinde çok büyük bir baskı var. Medya özgür değil istediği gibi olayları veremiyor. Onun için Zergele’yi de veremediler. Aynen Çiller döneminde olduğu gibi. Devletin resmi kurumlarının yaptıkları açıklamaları vermek zorunda kaldılar. Zergele olayını tüm yönleri ile Türkiye toplumuna duyurmadılar. Roboski’de de aynı durum yaşandı. Üstü örtbas edildi. Kamuoyunun gerçekleri öğrenmesi önlendi. Daha çok resmi görüş topluma verilmek istendi. Uluslararası güçlerin kısmen olayı yansıtması oldu kınaması da oldu ama bunlar yetersiz oldu. Halbuki daha fazla katliamın verilmesi gerekiyordu. Türkiye’den işlediği cinayetin insanlığa olduğu gibi aktarması gerekiyordu. Bu konuda yetersiz kaldı tabii ki.
Türk Genelkurmay Başkanlığı diyor ki; hava saldırılarında 390 PKK’li hayatını kaybetti, 100 ağır olmak üzere 400 gerilla yaralandı. Sizin ve sayın Karayılan’ın Medya Savunma Alanlarını terk ettiğinizi söylüyor.
Bunlar psikolojik savaş merkezinin yaydığı haberlerdir. Kamuoyunun şunu iyi bilmesi gerekiyor. Bu saldırılarda biz toplam 11 şehit, dokuz da yaralı vermişiz. Bunun dışında herhangi bir şehidimiz yaralımız söz konusu değildir. Bir de halkın gördüğü zararlar vardır. Halktan şehit düşenler, yaralılar var. Yine halkın hayvanları, ağaçları, bahçeleri ve doğa oldukça zarar gördü. O yayınladıkları rakamlar gerçeği ifade etmiyor. Tamamen kamuoyunun aldatmaya yönelik psikolojik savaş merkezinin haberleridir. Bununla uluslararası kamuoyu ve Türkiye kamuoyu yanıltılmak isteniyor. “Şu kadar öldürdük. Eroin para depolarını tahrip ettik. Askeri depolarını tahrip ettik. Kaçtılar bilmem falan İran’a filan Suriye’ye. Yani büyük darbe vurduk darmadağın ettik.” Bitirdik havası yaratılıyor. Bu yeni yapılmıyor. Yıllardır sürekli bu tip haberler yaydılar. Sürekli kamuoyuna “bitti bitecek” dediler, hep bu mesajları verdiler. Kamuoyu da bir yere kadar buna inandı ama şimdi buna inanmıyor. Çünkü söylediklerini kendileri yalanlıyor. Birbirleriyle çelişen demeçler veriyorlar haberler veriyorlar. Kamuoyu nasıl bunlara inanacak elbette ki inanamaz.
Sık sık yaptığınız açıklamalarınızda demeçlerinizde öz savunmadan söz ediyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
Şimdi bırakalım öncesini son birkaç gündür yaşananlar var. Gever’de özel timler gidip bir fabrikada işçileri kelepçelediler arkadan yüzükoyun yere yatırdılar ve bunlar basında çıktı. Yine ordaki özel tim sorumlusunun bu işçilerin şahsında Kürtlere yönelik sarf ettiği sözler var. “Türk gücünü göreceksiniz. Hepinizi tanıyoruz, hepiniz karşılığını bulacaksınız” diyor. Açık açık tehdit ediyor. Açık açık intikam alacaklarını söylüyor. 12 Eylül dönemini aratmayan görüntüler basında çıktı. Yine Silopi’de evler yakıldı, insanlar katledildi ve yaralandı. Hastaneye yaralı götürülen insanlar ambulanslarda dövüldü. Hatta bu yaralıların hastaneye götürülmesi önlendi. Bazıları da bundan dolayı şehit düştü. Çok büyük bir tahribat Silopi’de geliştirildi. Bütün Kürdistan cayır cayır yanıyor. Bilerek ateşe veriyorlar. Halkın yangını söndürmesi bile engelleniyor. Bilinçli olarak Kürdistan ormanları yakılıyor, doğası tahrip ediliyor. Hayvanları öldürülüyor. Değil insanlar hayvanlar doğa bile tahrip ediliyor. Her gün onlarca insan yakalanıp cezaevine alınıyor. Her gün linçler geliştiriliyor. Her gün işkenceler geliştiriliyor. Her gün saldırılar geliştiriliyor. Bu halkın artık bu saldırılara karşı tahammülü kalmamıştır. Bu halk seçimlerle sorunlarını çözmek istedi. Seçimlerde büyük bir çaba gösterdi. Ve hedefi demokrasi güçlerini parlamentoya taşırdı. Parlamentonun siyaset üreteceğini düşündü. Parlamentonun Türkiye’nin sorunlarına çözüm getirebileceğini düşündü. Türkiye’de demokratikleşmenin buna bağlı olarak Kürt sorununun başta olmak üzere çözümün gelişebileceğine inandı. Ama maalesef hemen seçimlerden sonra Erdoğan ve AKP sanki seçimler yapılmamış hiç bu tip sonuçlar ortaya çıkmamı, halkın herhangi bir beklentisi yokmuş gibi bir tutum içerisine girdi. Seçim sonuçlarını yok saydı. Halkın beklentilerini yok saydı ve de bütün demokratik siyasetin yollarını tıkadı. Parlamentonun önünü tıkadı gayrimeşru bir hükümet Kürt özgürlük hareketi şahsında bütün demokrasi güçlerine karşı savaş başlattı. Halkın bütün beklentilerini boşa çıkardı. Artık bu halk şuna vardı demek ki demokratik siyaset yoluyla parlamento yoluyla demokratikleşme sorunlarının çözümü geliştirilemiyor. Biz hep bu yönde çaba gösteriyoruz karşılığında vurulmayı katledilmeyi horlanmayı işkenceyi tutuklanmayı yaşıyoruz.
O zaman artık bu hükümet bu devlet bizim sorunlarımıza çare bulamaz. Bizim sorunlarımızı daha da ağırlaştırıyor. Bizim kendi sorunlarımıza sahip çıkmamız gerekiyor kendimize sahip çıkmamız gerekiyor. Parlamentonun geliştiremediği demokratikleştirmeyi bizim gerçekleştirmemiz gerekiyor.
Bu nasıl olacak?
Bulunduğumuz yerlerde kendi yönetimimizi geliştirmemiz gerekiyor. Kendi savunmamızı geliştirmemiz gerekiyor. Kendi sorunlarımızı artık ele alıp çözmemiz gerekiyor. Çünkü bizim dışımızda bizim sorunlarımıza sahip çıkacak, bizim sorunlarımızı çözebilecek bir devlet, hükümet yok ortada. Bu devlet, hükümet bize savaş ilan eden bir devlet ve hükümet. Artık bundan bir beklentimiz olamaz. Beklentimiz HDP idi. HDP’ye de siyaset yaptırmıyorlar. Parlamentoda etkisizleştirilmeye çalışılıyor. Toplumda etkisizleştirilmeye çalıştırılıyor. Tamamen demokratik siyasetin yolu önleniyor, tıkatılıyor. Demokratik bir anayasanın yapılması bu temelde yasaların yapılması önleniyor. Artık merkezden Ankara’dan bu devletin bu hükümetin alanları yerelleri yönetmesi mümkün değil. Bu ortaya çıkmıştır.
Yapılması gereken yerellerin kendi kendilerine yönetmeleridir. Kendi demokrasilerini geliştirmeleridir. Bu temelde kendilerine karşı geliştirilecek saldırılara karşı kendilerini savunmalarıdır. Kendi valilerini, kaymakamlarını sorumlularını seçmeleridir. Halkın şu anda yaptığı budur. En demokratik hakkını kullanıyor. Çünkü parlamentonun bu yolu açması gerekiyordu. Parlamentoda bu yol tıkatıldı. Parlamento dışında başka bir çözüm yeri kalmadı. Artık çözüm yeri yerellerdir. Halktır. Halkın kendine sahip çıkması gerekiyor, siyaseti üretmesi gerekiyor.
Davutoğlu size yanıt verdi. Dedi ki Cemil Bayık halka silahlanın çağrısı yaptı. Böyle bir çağrı yaptınız mı?
Davutoğlu yalan söyledi. Ben Rojava devrimin yıl döneminde bir konuşma yaptım. O konuşmada demiştik ki Rojava halkı DAİŞ çetelerine karşı silahlanıp örgütlenmelidir ve kendisini savunmalıdır. Kendi öz savunmasını geliştirmelidir. Eğer bunu yapmazsa DAİŞ saldırılarına karşı kendisini savunamaz demiştim. Davutoğlu bu durumu çarpıtarak bu çağrıyı Kuzey Kürdistan halkı için yaptığımı söylüyor. Güya ben Kuzey Kürdistan halkına çağrıda bulunmuşum demişim silahlanın, örgütlenin, kendinizi bu devlete karşı kuruyun, bu da silahlı mücadeleyi başlatmak demekmiş. Böyle propaganda da yapıyor. Kamuoyu vicdanlıdır. Ben bunu kamuoyunun vicdanına bırakıyorum. DAİŞ’e karşı Rojava halkının silahlanıp kendisini savunması yanlış mıdır? En doğru tutum bu olsa gerek. DAİŞ’e karşı halkın silahlanıp savaşması kadar doğal bir hak olamaz. Davutoğlu neden bu gerçeği çarpıtarak Türkiye toplumuna sunuyor? Neden Rojava için yaptığım çağrıdan rahatsız oluyor? DAİŞ’e karşı savaşmak Türkiye karşı savaşmak anlamına geldiği için mi Davutoğlu bundan rahatsızlık duyuyor. Kamuoyunun bu gerçekleri bilmesi ve çarpıtmalar izin vermemesi gerekiyor.
HDP üzerinde bir baskı var. Diyorlar ki PKK’ye çağrı yapın silah bıraksınlar. HDP çağrı yapsa silah bırakacak mısınız?
AKP-MHP bir cephedir. Bu cephe güya kendisini çok akıllı sanıyor, herkesi de akılsız sanıyor. HDP üzerinde baskıyı artırarak iradesini kırmak istiyor. Böylece HDP’nin seçimlerde yakaladığı başarıyı ortadan kaldırmaya çalışıyor. Demokratik ulusun önünü almak istiyorlar. Rejimi ve kendilerini içine düştükleri durumdan kurtarmaya çalışıyorlar. Bunun için HDP’ye yükleniyorlar. Onlar da çok iyi biliyor ki HDP kendilerine karşı bir silahlı mücadele yürütmüyor; HDP demokratik siyaseti, demokratik ulusu geliştirmek istiyor ve Türkiye’yi demokratikleştirmeye çalışıyor. Türkiye’de demokratik bir anayasayı, demokratik yasaları çıkartmaya çalışıyor. İnkar edilen kimlikleri, kültürleri ortaya çıkarmaya ve herkesin kendi kimliğiyle kendisini özgüce ifade etmesi için çalışıyor. Özetle Türkiye’de demokratik siyaseti geliştirmeye çalışıyor. Toplumu, devleti demokratikleştirmek için çaba harcıyor. Erdoğan, AKP ve MHP buna karşıdır. Demokratikleşmeye karşıdır. Onun için demokratikleşme çabaları üzerinde baskı kurarak bunun önünü almaya çalışıyor. Hâlbuki ki DAİŞ’le birlikte olan, terörle birlikte olan, savaşla birlikte olan kendileridir. Seçim öncesi ve sonrası yapılanlar kamuoyunun gözleri önündedir. Bunu yapan AKP’dir. MHP’nin geçmişi zaten çok kirlidir. Katliamlarla doludur. Halen ellerinde kanlıdır. Bunu bilmeyen yoktur. Bunlar kalkmış güya HDP’yi şiddetle yan yana göstermeye çalışıyor. Toplumun HDP’ye ilgisini kırmaya, engellemeye çalışıyor. HDP’yi Türkiye partisi olmaya engellemeye, yeniden bir Kürt partisi haline ya da susturmak istiyorlar. HDP doğru siyaset yürütüyor. HDP bu siyasetini yürütmelidir. Demokrasi güçleri, Müslümanlar, Ezdiler, Aleviler, solcular kısacası ötekiler HDP ile birlikteliklerini, dayanışmalarını güçlendirmelidir. Bu güçler kararlı durursa baskılar sonuç vermeyecektir. Olası erken seçimde HDP daha da güçlü parlamentoya girecektir. Türkiye’de düşmanlıkları ancak HDP ortadan kaldırabilir. Tek çözüm HDP’nin daha güçlü parlamentoya girmelidir.
CHP-HDP barış mitinglerinde bir araya geldi. Bunu nasıl buluyorsunuz?
Van’da, İstanbul’da barış mitingleri yapıldı. Bana göre bu tür mitinglerin güçlendirilerek sürdürülmesi gerekiyor. Çünkü HDP şahsında bütün demokrasi güçleri, halklar, dinler, kültürleri teslim alınmak isteniyor. Ortadoğu’daki halklar, dinlerde teslim alınmak isteniyor. Bu açıdan Türkiye’de düzenlenen demokrasi mitingleri önemlidir. Bu savaşa karşı verilen bir cevaptır. Bu Türkiye halkının savaş istemediğinin, Kürt sorunun çözümünü, Türkiye’nin demokratikleşmesini istediğini çok açık ortaya koyuyor. Saldırılar karşısında demokrasi güçleri daha da yakınlaşıyor. Eskiden HDP ile ÖDP, ÖDP ile CHP arasında belki dirsek temasları vardı ama çok yakınlaşmalar yoktu. Demokrasi cephesi karşıtı güçlerin saldırılarını artırmasıyla birlikte, demokrasi güçleri daha fazla yakınlaşma ihtiyacı duydu. Çünkü tehlikeyi gördüler. Eğer bu tehlikeye karşı güçlerini birleştirmezlerse hepsi darbeyi yiyebilir. Kendilerini korumak için güçlerini birleştirme gereğini duydular bu oldukça olumlu bir gelişmedir. Türkiye’de giderek demokrasi güçleri karşıtı cephe ile demokrasi cephesi şekillenmeye başlıyor. Çelişkiler bu iki cephe arasında yaşanmaya başlıyor. Doğru olanda budur. Bu gelişme olumludur, bunun sürdürülmesi gerekiyor.
CHP ve HDP’nin içinde yer aldığı demokrasi güçlerinin birlikteliği bir seçim ittifakına dönüşebilir mi?
Bunu ben bilemem, kendileri bilir ve karar verir. Eğer AKP-MHP bugün ki gibi bir birlerine güç vermeye devam ederlerse elbette demokrasi güçlerinin de ittifak yapmaları, güçlerini birleştirmeleri gerekiyor. Türkiye toplumun isteklerini, beklentilerini, hayallerini gerçekleştirmeleri gerekir. Türkiye toplumun çoğunluğu demokratikleşmeyi istiyor. Başta Kürt sorunu olmak üzere bu tür sorunların çözümünü istiyor. Savaş istemiyor, çatışma istemiyor. Türkiye’de sadece Kürt sorunu yoktur. Alevilerin, Çerkezlerin, Lazların, Romanların, ezilenlerin, kadınların, gençlerin, bir çok halkın ve kültürlerin sorunu var. Toplumun çok ciddi siyasi, ekonomik, sosyal sorunları var. Bu sorunlar giderek ağırlaşıyor. Bütün demokrasi güçlerinin birleşmeleri, çözüm üretmeler tarihi sorumluluklarının gereğidir.
Hükümet kanadında gelen açıklamaları nasıl buluyorsunuz? Yalçın Akdoğan diyor ki HDP heyeti artık İmralı’ya gidemez.
Akdoğan diyor ki aslında süreç Gezi Parkı direnişiyle darbe yedi. Daha soran dedi ki Selahattin Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” açıklaması Erdoğan’da büyük bir tepkiye yol açtı ve süreç darbe aldı, hatta bitti dedi. Kendisi itiraflarda bulundu. Kürt Özgürlük Hareketi ve Önder Apo’nun tek yanlı olarak geliştirdiği çözümün kendilerini nasıl bitirdiğini itiraf ediyor. Daha sonra şunu da söyledi. Dedi ki artık çözüm sürecinin filmini çekebilirler. Bunu seçimlerden önce söyledi. Yani “süreç bitti” dedi. Güya çözüm sürecinden sorumlu bakandı. Bütün bunlar aslında ateşkesin kimin tarafından bitirildiğini, çözüm sürecinin kimin tarafından sabote edildiğini çok açık ortaya koyuyor. Yine Akdoğan daha sonra şunu da söyledi. “Oylar HDP’ye verildi, çözüm bizden isteniyor. Oyları bize verirseniz bizden çözüm istersiniz.” Yani “biz iktidar olursak çözüm olur, biz iktidar olmazsak savaş olur.” Bugün yapılanlar da aslında budur. AKP diyor ki toplum bize oy vermedi, AKP iktidardan düşürüldü. Biz gayri meşru bir duruma düşürüldük, o zaman biz de çözümü değil, savaşı geliştiririz. Pratikte uygulanan da budur. Akdoğan AKP ve Erdoğan’ın tutumunu ortaya koyuyor. Türkiye bize rehindir diyor. Eğer savaş istemiyorsanız bizim iktidar olmamız gerekiyor, Erdoğan’ın başkan olması lazım. Eğer bunu yapmasanız biz de savaşı geliştiririz.
Silopi, Zergele gibi katliamlar ve gerillaya yönelik saldırılar sürersek ne yapacaksınız?
Elbette biz sonuna kadar buna karşı direnme hakkımızı kullanacağız. Daha önce de belirtiğim gibi gerilla hala misilleme eylemleri dışında savaş kararı vermiş, savaşa girmiş değil. Eğer saldırılar artarsa, bu tutuklamalar geliştirilirse, gerillaya yönelik hava ve kara saldırıları olursa, yine Silopi ve benzeri katliamlar geliştirilirse, Roboski, Gever ve Zergele benzeri manzaralar sürdürülürse elbette hiç kimse bunlara karşı bizim direnmememizi isteyemez. Hiç kimse bizden bunlara karşı teslim olmamızı isteyemez. Tüm bunlara karşı direnme bizim en doğal hakkımızdır. Bunun herkesin böyle bilmesi gerekir.
Silopi halkı başta olmak üzere Kürdistan halkı bu saldırılar karşısında neler yapacak?
Silopi’nin yalnız bırakılmaması gerekiyor. Silopi halkıyla halkımızın her yerde dayanışma içinde olması gerekiyor. Yürüteceği kampanyalarla, yürüteceği protestolarla Silopi halkının yanında olduğunu herkes göstermelidir. Eğer Silopi yalnız kalırsa, devlet bütün gücüyle yüklenir, orada büyük katliamlar gerçekleştirir. Nitekim orada üç insanı katletti. 15 insanı yaraladılar. Altı-yedi yeri yaktılar. Neredeyse insanlar evlerin içinde cayır cayır yanacaktı. Halkımız bunu bilerek Silopi’yi yalnız bırakmamalı. Silopi yaygınlaştırılmalıdır. Silopi başka yerlerde de geliştirilmelidir. Halkımız hem Silopi’ye hem de kendine sahiplik yapmalıdır. 6-7 Ekimde nasıl ki halkımız Kobane’ye sahip çıktıysa, Kobane şahsında kendine sahip çıktıysa ve Türk hükümeti gerçekten zor duruma düştüyse benzer bir durumu saldırılar karşısında geliştirilmelidir. Hatta onu aşan bir durumu ortaya çıkarabilmelidir. Yapılması gereken budur.
Çatışmalar durması, müzakerelerin başlaması için hangi adımların atılması gerekiyor. Evet ve hayırlarınız nelerdir?
Eğer Türk devleti, Erdoğan ve AKP gözaltına alıp tutukladıklarını bırakırlarsa, siyasi soykırım operasyonlarını durdururlarsa, yine hava saldırıları dahil bütün operasyonlarını durdururlarsa, müzakereyle Kürt sorununu çözüleceğini kabul eder ve ilan ederlerse, tahkim edilmiş bir ateşkesi kabul ederlerse, Önder Apo’nun koşullarını düzeltirlerse, özgür şartlarda müzakerenin olmasını ve Önder Apo’nun da baş müzakereci olarak müzakereleri sürdürmesini kabul ederlerse, tahkim edilmiş ateşkesin izlenmesi için, izleme komitesini kabul ederlerse, yine müzakerelere derhal başlarlarsa, müzakerelerin sağlıklı yürüyebilmesi için üçüncü bir tarafı kabul ederlerse, biz bu koşullar yerine getirilirse hemen ateşkesi ilan etmeye hazırız.
Bunlar olmazsa?
Türkiye bu güne kadar yapılanları inkar etti. Yalçın Akdoğan Dolmabahçe sarayında yapılan mutabakatın dünyaya ilan edildiğini bile bile, dünyanın gözüne baka baka inkar etti. Biz Türk devletinin neyine güveneceğiz ki ateşkes ilan edelim. Artık eskisi gibi olamaz. Durumlar çok değişmiştir. Eskisi gibi diyaloglar olamaz. Eskisi gibi tek taraflı adımlar atılamaz. Belirtiğim gibi adımlar atılırsa, elbette biz o zaman ateşkesi de ilan ederiz, müzakerelere de derhal başlarız.
Size çağrı yapan güçlere mesajını bu mudur?
Çağrı yapan tüm güçlerin bu yönlü çabalar yürütmeleri gerekiyor. Eğer bu yönlü çabalar yürütürlerse Türkiye mecburen bunu kabul edecektir. Çünkü başka bir yolu yoktur. Aydınlar topumun vicdanıdır. Değerli çabaları ve emekleri olmuştur. En iyi onları olup bitenin farkındadır. Beklentimiz aydınların AKP ve Erdoğan’a karşı daha net, cesur tutum almaları ve mücadele etmeleridir.
Türkiye kamuoyuna bir çağrınız var mı? Hükümet Türkiye kamuoyu diyor ki, ‘ben saldırmıyordum, barış olacaktı, çözüm olacaktı ama PKK bozdu.’ Siz ne diyorsunuz?
Türkiye kamuoyunun bilmesi gereken gerçekler vardır; ateşkesi bozan ve çatışmaları başlatan AKP’dir. Düzeltmesi gerekende AKP’dir. Biz savaşı başlatmadık, biz savaşa karşı kendimiz koruyoruz.
Bu savaş böyle Türkiye halkının savaşı falan değil. Bu savaş Türkiye vatanını koruma savaşı falanda değil, bu savaş Türkiye’yi tehlikeden çıkarma savaşı da değil, bu tamamen Erdoğan ve AKP’nin iktidar amacıyla gerçekleştirdiği bir savaştır. Bütün toplumu da buna kurban ediyor. Türkiye toplumu bunu bozmalıdır. Bu oyunu ortadan kaldırmalıdır. Görev ve sorumluluklarını yerine getirmelidir. Biz Türkiye toplumuyla barışı gerçekleştirmek istiyoruz. Hem de gerçek bir barışı gerçekleştirmek istiyoruz. Eğer Türkiye toplumu görev ve sorumluluklarına sahip çıkarsa, uluslararası topluluk görev ve sorumluluklarına sahip çıkarsa o zaman Türk hükümeti Erdoğan mecburen barışı kabul edecektir. Müzakereyi kabul edecektir. Sorunların çözümünü kabul edecektir. Bunun dışında da başka bir yol yoktur.
Asker ailelerinin hükümete tepkilerini nasıl yorumluyorsunuz?
Asker aileleri çocuklarını Erdoğan’ın savaşı için askere yollamamalıdır. Askerler yoksul halk çocuklarıdır. Onlarla savaşmak istemiyoruz. Askere gitmesinler, bu onların savaşı değil, Erdoğan’ın savaşıdır. Erdoğan ve AKP’liler çocuklarını savaşa yollamıyor, hepsi çürük almış yalılarda yaşıyorlar. Aileler demelidir ki; “Erdoğan senin saltanatın, Sarayın, yatların için ölecek çocuklarımız yok”. Eğer zorla askere götürülüyorlarsa da ön saflarda savaşmasınlar.
Siz askerle Erdoğan’ı birbirinden ayırıyorsunuz?
Elbette askerler yoksul çocukları. Neden ölsünler? Erdoğan onları kullanıyor. Bu savaş ordununda savaşı değil. Ordunun bunu bilmesi gerekir. Ordunun da Erdoğan’ın bu oyununa gelmemesi önemlidir. Erdoğan orduyu da kendi amacı için kullanmak istiyor. Erdoğan’ın oyunu bozulmalıdır. Çünkü Türkiye’nin çıkarı Erdoğan’ın çıkarlarında değildir, barış ve demokrasidedir.
Kılıçdaroğlu dedi ki, ‘Türkiye’nin en temel sorunu olan Kürt sorunuyla ilgili liderler yan yana gelsin, çözümsüzlük için değil, çözüm için tartışsın, konuşsun bu meseleyi çözelim.’
Aslında daha 2013 Newroz’un da Önder Apo o tarihi açıklamayı yapmadan öncede Türkiye parlamentosunun böyle bir görev üstlenmesini istemiştik. Yani Türkiye parlamentosunda bir grup oluşturulmalı, bir komite oluşturulmalı, bu komite geri çekilmeyi izlemeli, gözlemci olmalı, sorunun çözümüne parlamento taraf olmalı demiştik. Maalesef Türkiye devleti, hükümeti bunu kabul etmedi. Biz bu çağrıyı yeni yapmıyoruz. Daha sonra Önder Apo yine Türkiye parlamentosunda bir komite oluşturulmalı, izleme komitesiyle bu komite ortak bir hakikatler araştırma komitesi oluşturmalı, bu komite yanıma gelmeli, benimle görüşmeli, ben bazı tarihi açıklamalarda bulunacağım demişti. Ama Erdoğan tüm bu mekanizmaların oluşmasını bir çırpıda önledi. Hepsini yok saydı, hepsini bir tarafa itti. Onun için bu gelişmeler sağlanmadı. Yine seçimler sonrası hemen bizim yaptığımız bir açıklama vardı kamuoyuna demiştik ki, ‘biz sorunun müzakereyle çözülmesini istiyoruz.’ Tahkim edilmiş ateşkesi istiyoruz. Parlamentonun bu sorunu üstlenmesini ve çözmesini istiyoruz. Bunu hemen seçimden sonra yaptığımız açıklamada bunu tüm kamuoyuna duyurmuştuk.
Bu açıdan Kemal Kılıçdaroğlu’nun, ‘parlamento bu sorunu ele almalı, çözmeli’ demesi doğru yönde atılmış bir adımdır. Gerçekten Kürt sorunu bir anayasa meselesidir. Bir demokratikleşme meselesidir. Demokratik anayasa ve buna dayalı yasaların geliştirilmesiyle, parlamentoda Kürt sorununun demokratik yolla çözülmesi meselesidir. Önder Apo ve hareketimiz yıllardır bu sorunun çözülmesi için uğraş vermektedir. Onun için biz tüm demokrasi güçlerini parlamentoya taşırarak, parlamentoyu demokratik bir parlamento haline getirmek istedik. Bütün sorunları parlamentoya taşırmak istedik. Parlamentoda demokratik anayasayı, yasaları geliştirerek Türkiye’nin sorunlarını çözmek istedik. Kılıçdaroğlu’nun buna sahiplik yapması olumludur. İsteriz ki diğer partilerinde bu çağrıya olumlu cevap vermesidir. Yani parlamento Kürt sorununun çözümünü üstlensin. Bunun için bir komite oluştursun. Gidip Önder Apo’yla görüşsünler, gelip bizimle görüşsünler. Uluslararası güçlereler görüşsünler. Herkesten parlamentonun bu sorunu çözmesi için destek vermelerini istesinler. Bu çözüme hizmet edecektir.
Davutoğlu diyor ki; ‘biz de çatışmasızlardan, ateşkesten yanayız. Ama bunun içinde PKK’nin ülkeyi terk etmesi gerekiyor, silahları bırakması gerekiyor.
Bunu dinledim. Biz geçmişte gerillayı da çektik. Bu herhangi bir çözüme hizmet etmedi. Ortaya çıktı ki bunu PKK’yi tasfiye etmek için geliştirmişler. Artık gerillanın ülkeyi terk etmesi gibi bir şey söz konusu olamaz. Bu sorunu çözmek istemeyenlerin geliştirdiği çabalardır. Artık bunlar geride kalmıştır. Kimse ne gerillanın Kuzeyden çekilmesini bize dayatabilir, ne öyle silah bırakmasını dayatabilir. Bunlar kesinlikle gerçekleşmeyecek hususlardır. Bunlar çözümü istemeyenlerin baş vurduğu yöntemlerdir. Sanki sorunu çözmüş gibi gösterip toplumu aldatmadır. Herkes de biliyor ki daha silahlı mücadeleden vazgeçmenin koşulları yaratılmamıştır, bunun mekanizmaları yaratılmamıştır. Bunun yasaları yaratılmamıştır. Kürt halkı, PKK neye güvenerek silahlı mücadeleyi bırakacak, neye güvenerek silahlı güçlerini geriye çekecektir. Ortadoğu’da büyük bir savaş yaşanırken, DAİŞ güçleri, halkımıza, hareketimize, demokrasi güçlerine bu kadar vahşice saldırırken böyle bir ortamda silah bırakmak ne anlama gelir. Kendini katliama yatırma anlamına gelir. Bunun değil PKK tarafından hiçbir vicdanlı insan tarafından dile getirilemeyeceği, kabul edilemeyeceği çok açık bir şekilde görülmektedir.
O zaman sorun silah değil, Kürt sorunun çözümüdür.
Elbette öyledir. Ortada bir sorun var. Bu sorun çözümlenmeden, çözüm mekanizmaları geliştirilmeden, bu anayasal bir çerçeveye oturtulmadan, yasal güvencelere kavuşturulmadan kesinlikle sorun çözümlenemez. Bu sorun sadece silahlı mücadeleyi bırakıp bırakmama, bilmem çatışmayı bırakıp bırakmama sorunu da değildir. Ortada bir halkın özgürlük sorunu var. Varlık, özgürlük ve gelecek sorunu vardır. Bu sorun çözülmedikçe, anayasal güvenceye kavuşturulmadıkça, bu sorunlar çözümlenemez. Bunun herkes tarafından bilinmesi gerekiyor. Biz bu sorunun anayasal çerçevede, yasal güvencelere kavuşturularak çözülmesini istiyoruz. Herkesten istediğimiz budur. Eğer bu kabul edilirse, o zaman savaşta durur, müzakerede olur, çözümde olur.
Alevilere yönelik saldırılar başladı, silahlı saldırılardan söz ediyoruz. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Alevilere yönelik yapılan saldırıları nefretle kınıyorum. DAİŞ’in saldırıları sadece Kürtlere yönelik değildir. Alevilere yönelikte büyük bir tehlike yaratıyorlar. Saldırılar var, silahlı saldırılar var. Eğer imkan bulurlarsa gerçekten Alevileri katledebilirler. Suriye de bunu yapıyorlar. Yine başka yerlerde bunu yapıyorlar. Irak’ta yapıyorlar. Onun için Türkiye’de de rahatlıkla bunu yapabilirler. Alevilerin bu saldırılara karşı varlıklarını koruyabilmeleri için örgütlülüklerini güçlendirmeleri gerekiyor, kendilerini bilinçlendirmeleri gerekiyor, dayanışmalarını oldukça geliştirmeleri gerekiyor, Kürt özgürlük hareketiyle dayanışmalarını dahada güçlendirmeleri gerekiyor.
Çünkü Aleviler ile Kürtlerin yaşadıkları benzerdir tarihte. Sürekli asimilasyon, baskı, katliam, kültürel katliama, göçertmeler hep yaşamışlardır. Onun için bu güçlerin ortak hareket etmesi gerekiyor. ne kadar ortak hareket ederlerse o kadar saldırılara karşı, katliamlara karşı varlıklarını koruyabilirler. Geleceklerini özgürleştirebilirler, güvence altına alabilirler. Eğer ayrı ayrı dururlarsa buradan büyük darbe yerler. Egemenler bunu yaratmaya çalışıyor, bunun karşısında ne kadar birlikteliklerini güçlendirirlerse, bu birlikteliklerini diğer halklarla, Kültürlerle yine pekiştirirlerse, o kadar varlıklarını koruma altına almış olurlar.
Alevilerin kendi öz örgütlülüğünü, öz savunmalarını güçlendirmeleri gerekiyor. Kendi dışında, başkalarına güvenmemeleri gerekiyor, özellikle bu güne kadar devlete, hükümete güvendiler. Ama bunun bir güvence olmadığı son gelişmelerle artık ortaya çıkmış bulunmaktadır. Güvencenin Kürt özgürlük hareketi olduğu artık ortaya çıkmış bulunuyor. Zaten Alevilerde bunu dillendiriyorlar. Devlet, hükümet bundan çok rahatsız. Çünkü Alevilerin bilinçlenip, örgütlenip kendilerine sahip çıkmalarından oldukça rahatsız görünüyorlar. Yine Kürtlerle dayanışma içerisine girmelerinden rahatsız oluyorlar. Bu Alevilerin ve Kürtlerin doğru yolda olduğunu gösteriyor. Bu doğrultuda yapılanların daha da az olduğunu, daha da fazla olması gerektiği bilinciyle hareket ederek örgütlülüklerini, dayanışmalarını güçlendirmeleri gerekiyor.
Karayılan: Hesabını ağır ödeyecekler
PKK'nın şu ana kadar savunma savaşı verdiğini söyleyen Murat Karayılan da ateşkes çağrısına şu yanıtı verdi; "Bize karşı bir saldırı var. Karşı taraf "sizi imha ederim" diyor. Biz kendimizi savunuyoruz. Bizim savaşımız planlı ve kontrollü devam ediyor. Şunu belirtmem gerekiyor; Biz daha savaş planını devreye koymuş değiliz. Sadece misilleme eylemi yapıyoruz. Tabiki burada neler yapacağımızı anlatacak durumda değilim. Ama şunu söylemeliyim ki; bize yaptıkları bu saldırının hesabını çok ağır ödeyecekler. Bize ateşkes çağrısı yapan tüm kurumlara ve ilgili güçlere, başta Amerika'ya şunları söylemek istiyorum; savaşı başlatan biz değiliz."