Oral Çalışlar
(Radikal, 31 Ağustos 2012)
Başbakan Tayyip Erdoğan da, Cemil Çiçek’in çıkışından memnun kalmadığını açıkladı. İtirazının içerdiği “ana fikir” ilginç: “Yapılması istenenleri biz hükümet olarak yaptık.” Sonuç olarak, herkes bir tarafından Cemil Çiçek’in çıkışından hoşlanmadı. Hükümetin yanı sıra, CHP, MHP, BDP (ve çeşitli köşe yazarları) da hoşlanmadı. Çiçek, bir mutabakat ararken, dört parti arasında, Çiçek’in istediği şekilde bir mutabakat oluşmasa bile, başka bir açıdan mutabakat oluştu: Çiçek’in “Gelin birlikte elimizi taşın altına koyalım” çağrısını topluca reddetmek noktasında bir mutabakat… Cemil Çiçek’le bir telefon konuşması yaptık. “Derdimi anlatamadım herhalde. Yanlış anlaşıldım, ne demek istediğim anlaşılmadı. Çözüm açısından bir şeyler yapılabilmesi için, ortaklaşa şekilde harekete geçilmesine vesile olmak için bu çağrıyı yaptım” dedi. Biraz kırgın, biraz sitemkârdı. Ama doğru bir çıkış yaptığı konusunda da bir şüphesi yoktu.
Toplumda oluşan genel kanaat, çözüm için partilerin bir şeyler yapması, Meclis’in harekete geçmesi yönünde. Peki Çiçek’in çıkışından başta Başbakan olmak üzere siyasetçiler neden hoşlanmadılar? Hatırlayalım: Haziran ayında, Kılıçdaroğlu, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı ziyaret etti ve Meclis’te bütün partilerin katılacağı bir komisyon oluşturulması önerisinde bulundu. MHP reddedince CHP hareketsiz hale geldi. Başbakan’ın, “iki parti birlikte bir şeyler yapalım” karşı teklifi de havada kaldı.
Siyasetin, yükselen şiddet ve Kürtlerin hak talepleri noktasında tamamen kilitlendiği ve çözüm üretme yeteneğini kaybettiği açık. Bir yıl önce yaygınlaştırılan KCK tutuklamalarının asıl hedefi “PKK’yı üç ay içinde bitirmek”ti… Bunun gerçekçilikten uzak olduğunu, hükümetin bu yönde üretilen tezleri, yazılan köşe yazılarını benimseyerek bir analiz hatası yaptığını söylemiştim, söylemiştik.
O gün hükümeti “yürü, tutukla, yaygınlaştır” diye teşvik edenler, o günlerde bu yanlışlığa dikkat çekenleri hedef haline getirerek hınçlarını çıkarmaya mı çalışıyorlar? Tüm vizyonu “Tutuklamalar yaygınlaştırılarak ve son hızla devam etsin, itiraz edenler susturulsun, güvenlikçi yaklaşımda en uç noktaya gidilsin, o zaman her şey güllük gülistanlık olacak”tan ibaret olan bakış açısı, bize bunu düşündürtüyor. Ama görüldüğü gibi, “tek sesliliğin” yükselen değer haline geldiği bir ortamda; Meclis Başkanı, açmaza farklı bir yönden yaklaşmayı tercih ediyor, bir farkındalık yaratmak üzere, kendi deyimiyle, bir bireysel “yurttaşlık” çıkışı yapmak gereği duyuyor.
Çiçek’e yapılan teknik itirazlar, “öyle söylemeseydi” şeklindeki yol göstermeler, (medyadaki) çeşitli kesimlerden gelen ironik, elitist, “üstten bakan” yaklaşımlar işin bahanesi… Asıl amaçlanan, çıkmazın özünü gizlemek. Siyaset de medya da; çözüm konusunda tam anlamıyla bir şaşkınlık ve “bir şey üretememenin öfkesi” içinde.
Çiçek, “bir şeyler yapmanın” önemine ve aciliyetine inanıyor. Kendisine kızmak, yaptığı çağrının satır aralarında çelişkiler bularak “dersi kaynatmak” yerine, “Neden bu noktaya geldik?”, “Bu durumdan nasıl çıkabiliriz?” gibi sorulara odaklanmakta yarar var. Cevaplar, itiraz edenleri susturarak bulunamaz. Cemil Çiçek’ten bile kuşkuya kapılan bir psikolojiyle bulunamaz.
Milliyetçiliğin simgelerinden sayılan, “derin devlet” diye anıldığı günleri unutmadığımız Cemil Çiçek bile, geldiğimiz noktada, ülkedeki “ana blok” tarafından hazmedilemiyor. Ancak, siyasetin hâlâ şansı var. Çünkü Kürtlerin büyük bir bölümü, Türkiye ile birlikte yaşamak istiyor. İki halk arasında çok derin, akrabalıklarla örülmüş bir birliktelik var. İki halk aynı dinin mensubu, gündelik yaşam alışkanlıkları ve zevkleri göründüğü kadar uzak değil. Bu olumlu etkenler nedeniyle, onca yanlışa rağmen Türkiye bölünmedi. Siyasetçiler de medya da, umarız bunun kıymetini bilir…