Meclis Başkanı Cemil Çiçek, AKP’de 3 dönem kuralı ile ilgili “Siyaseti bırakırız” yorumu yaptı. Hükümlü vekillerin durumu ile ilgili “adaletsizliği ortadan kaldıralım” diyen Çiçek, Meclis’teki görüşmelerin gününe meclis başkanının karar vermediğinin de altını çizdi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek, A Haber Ankara Temsilcisi Murat Akgün’ün sorularını yanıtladı. Çiçek, hükümlü vekillerin durumundan, eski bakanlar hakkındaki soru önergelerine, Cumhurbaşkanlığı seçiminden, AKP’deki 3 dönem kuralına pek çok önemli konuda açıklamalar yaptı. Çiçek şunları söyledi:
“24. Dönem Parlamentosu’nda en çok demeç konulardan bir tanesi “tutulu milletvekilleri” konusudur. Aslında bu siyaset kurumunun kendisinin çıkardığı bir problemdir. Daha adaylık süreciyle beraber bu tartışmalar başladı. 10 milletvekili arkadaşımızla ilgili olarak, o zaman bunlardan 2’si hariç 8’i tutulu, tahliyeler gerçekleşmemiş, Aday gösterilirse, milletvekili seçilirse tahliye edilebileceği gibi bir ümitle bir inançla bunlar aday gösteriyor.
O zamanki saygın hukukçular, bu işi parlamento hukukunu, ceza hukukunu, Anayasayı iyi bilen hukukçuların tamamına yakını diyor ki, anayasanın 83 ve 14. maddelerinde değişiklik olmadığı sürece bu yolla bu tahliyeleri temin edemezsiniz. 2011’in Nisan ayındaki açıklamalara bakarsanız bunları görürüsünüz. Ama neticede aday gösteriliyor, seçimler yapılıyor ve bu arkadaşlarımız milletvekili seçiliyor. Milletvekili seçildikten sonra, meclis açıldığında bir yemin krizi ile başladık işe. 24. Dönem meclisinde daha evvel yaşanmamış birçok ilkleri, birçok problemleri, birçok sıkıntıları yaşıyoruz.”
“4 Temmuz’da benim seçimim oldu, ondan evvel yemin oldu, ana muhalefet partimiz o dönem yemin yapmadı, daha sonraki dönemde yaptı. Aynı şey sonradan BDP çatısı altında toplanan milletvekilleri için de geçerli. Neyse o kriz çözüldü. Ondan sonra hep bir tutulu milletvekili söylemi başladı. Herkes dışarıda, sizlere, basın toplantılarında tutuklu milletvekili kavramı ile ilgili açıklamalar yaptı. Milli irade tutsaktır diyoruz, milli irade içeride tutulamaz diyoruz, bu meclisin saygınlığı açısında falan. Ne söyleniyorsa tamam. Bütün bunları söylüyoruz ama o zamandan beri dikkat çektiğim bir husus var, meclis açılış konuşmalarında, sizlerle yaptığımız sayısız televizyon mülakatlarında sözlü yazılı açıklamalarda, diyoruz ki, anayasadaki bu yanlış kuralla devam ettiği sürece sizin demeçlerle bu işi çözme şansınız yok. Nedir o yanlış kurallar, bir defa daha kamuoyuna hatırlatalım. Anayasanın 14. Maddesi, devlet aleyhine ülkenin birlik bütünlüğü aleyhine, anayasal düzen aleyhine işlenen suçları dokunulmazlık kapsamı dışında tutuyor. 83. madde anayasada dokunulmazlığı düzenliyor, 14. Madde bunun istisnalarını belirliyor. Dolayısıyla Tutuklu milletvekillerin tamamı da 14. Maddeye giriyor. Anayasanın 14. Maddesi orada duruyor, 83. Maddesi orada duruyor. Ayrıca 76. Madde var şimdi karşılaştığımız durumlar bakımından, bir de 84. Maddeler var.”
“Ben sayısız defalar dedim ki bu yanlış kurallar, burada durduğu sürece, basına demeç vererek hiç bir sorunu çözemeyiz. Bu belki vicdanen sizi rahatlatır, Demokratlığınız açısında ben filanca tarihte açıklama yapmıştım diye tribünlere yönelik açıklamalar olur ama bu kurallar burada durduğu sürece siz bir sonuç elde edemezsiniz. Nitekim bu konuyla ilgili bir şey de yapamadık.
Hatırlayacaksınız, 4 siyasi parti bir uzlaşma komisyonu kurdu anayasayı yeni baştan yazmak için. Üç seneyi aşkın bir zamandan beri bu konuyu konuşuyoruz, anlaştığımız maddeler ararsında bu maddeler yok. Maden parlamentonun, siyasetin bir sorunu, bir anayasal sorun, bir demokrasi sorun buna en çok vurgu yapan partiler olarak bu maddelerde anlaşamadık O zaman demeç vermenin ne anlamı kalıyor? Anayasal düzenleme yapalım yapılamıyor, yasal düzenleme yapalım, dört parti bir araya gelip yapamıyor. Bu 24. Dönem Parlamentosu birlikte bir iş yapabildiğimiz bir dönem olarak maalesef siyasi tarihimize geçemeyecek. Birlikte bir iş yapamıyoruz. Birli ikili konuştuğumuzda buna benzer sözlerde mutabakatımız oluyor ama fiiliyata döküp bu kuralları değiştiremiyoruz.”
“Her açıklama bir ümit doğuruyor ama arkası gelmiyor. Burada da en fazla sıkıntı çeken, üzüntü çeken tutuklu ya da hükümlü olan kişilerden ziyade onların yakınlarıdır, herkes içerideki yakının bir an evvel tahliye olmasını evine ailesine dönmesini ister. Biz şimdi beyanat veriyoruz ama formül bulalım denildiğinde bir türlü bir araya gelip bir formül bulamıyoruz. Bu 10 tutuklu milletvekilinde, 2’si Sayın Sinan Aygün ve Sabahat Tuncel belli bir tarihe kadar tutuksuz yargılanıyordu. Diğer 8’i ise tutuluydu. Sonra ferdi başvuru hakkı Anaysa Mahkemesi’nde işlemeye başlayınca, 8 milletvekilinin yaptıkları müracaatın sonucunda tutuklulukları sona erdi.”
“Tutukluluk sona erdi ama bu defa karşımıza hükümlü milletvekili kavramı çıktı. Şu anda tutuklu milletvekilli yok, hükümlü milletvekili var. Bu hükümlü milletvekillerinden 3’ü tahliye oldu, 2 milletvekili ile ilgili de hüküm kesinleşti. Şu an bu dosyalar bize, Meclis’e gelmedi ama ortada hükmü kesinleşmiş iki milletvekili var. Biri, Sabahat Tuncel yasama faaliyetine devam ediyor, serbest, ama hükmü kesinleşmiş diğer milletvekili Engin Alan o da içeride. Orada çok adaletsiz çok çarpık bir durum var. Meclis başkanın elinde değil cezaevinin anahtarı. Bu kuralları değiştirmek meclisin elinde. Ben olsa olsa hatırlatırım, rica ederim, gündeme getiririm Bir çözümü birlikte bulalım diye. Ben bugüne kadar bunun çok söyledim. Millet iradesi tutsak edilemez diye biz demeç veriyoruz. Geldiğimiz noktada anayasayı değiştiremedik. Kalıcı bir çözümü maalesef bu parlamento, kendi önündeki problemi çözme noktasında bir ortak irade koyamadı. 60 maddenin içerisinde bu yok. hiç olmazsa geçici bir çözüm bulalım diye, Kendilerine şifahi olarak teklif ettim. Ama henüz bir şey çıkmadı.”
Zaman da geçiyor. Ortada bir eşitsizlik, adaletsizlik var. Dosyalar meclise gelince yapılacak iş gayet açıktır. Nedir? 84/2 maddeye göre bunlar genel kurul bilgisine sunuluyor ve milletvekillikleri çözüyor. Meclise gelmedi, gelmemiş olması da bir çözüm bulmamızı zorluyor. Ben geçici bir çözüm bulalım dedim. Dışarıdaki içeri almak, milletvekilliğini düşürmek değil, hiç olmazsa içerideki Sayın Alan’ın taliye edilmesi gerekiyor. Bunun için de bir yasal düzenleme gerekiyor. Çünkü hüküm kesinleştir. Orada şimdi infaz edilen bir hüküm söz konusu. Üç kişinin dosyası da Yargıtay’a geldi ya da geliyor. Sayın Haberal, Sayın Aygün ve Sayın Balbay’ın. Ya aksine bir durum çıkarsa. Bu defa yine bu tartışmalarla uğraşacağız. Hiç olmazsa geçici bir çözüm bulalım. Hükmün infazını dönem sonuna bırakalım, o zamana kadar da parlamento buna bir çözüm bulsun. Şimdi diyorlar ki 3 yıldır Meclis Başkanı nerde? Bizim oralarda çok güzel bir atasözü var. Namazda gözün yoksa ezanda kulağın olmaz. Eğer bir çözüm aranıyorsa öyle söyledik olmadı, böyle söyledik olmadı. Bunların hepsine temas ettik. Parlamento olarak buna bir çözüm bulalım. Herkesin yapması gereken bir görev var, bunu hatırlatmak istiyoruz. Yoksa cezaevinin anahtarı bende değil. Birini tahliye etmek, ya da bu sonuçları kaldırmak noktasında benim herhangi bir yetkim yok. Ben sadece ortadaki çarpıklığı bir parlamento üyesi olması nedeniyle herkesi yardıma davet ediyorum.”
““Orucu yiyen başkası, kefareti bana tutturmaya çalışıyorlar” bu sorunu ben çıkarmadım. Bu sorunu ben önümde buldum, çırpınıp duruyoruz. Öyle söylüyoruz olmuyor, böyle söylüyoruz olmuyor. Anayasal düzenleme yapalım yapamadık. Yasal düzenleme yapalım yapamadık, kalıcı bir çözüm bulamıyoruz, hiç olmazsa geçici bir çözüm bulalım. Hükmün infazını, ister kesinleşmiş olanlar ister hüküm verilmiş olup da şu anda Yargıtay safhasında olanları dönem sonuna bırakalım o zamana kadar da bir çözümü birlikte bulmamız gerekiyor. Bir hafta evvelini kimse hatırlamıyor, hatırlamadığı için ben sanki bunu ilk kez gündeme getiriyorum, ilk defa bu sorun karşımıza çıkıyor, ilk defa çözüm arayışına giriyormuşuz gibi haksız, hukuksuz, kimse kendi görevini yapmıyor birilerini suçlama noktasına geldiğinde vicdanen rahatlıyorlar. Getirdiğimiz teklifi sunduk, eğer kabule derlerse bu adaletsizliği bu çarpıklığı ortadan kaldırırız. Önümüzdeki seçime kadar da benim Arzum kalıcı bir çözüm bulmaktır. Anayasa’da değişiklik yapmadığımız sürece benzer sorunlar devam edecektir.”
“Meclis’e, daha evvel 105 soruşturma önergesi verilmiş, ama hiç biri bu yollarla gelmemiş. İlk defa hazırlık soruşturması devam eden dosya ya da dosyalar üzerinde meclise savcılığın yazısı geldi. Bu olayın gündeme geldiği günleri de bir hatırlarsanız, Türkiye’de seçim öncesi. Dosyaları kabul etseniz başka bir problem çıkıyor, reddetseniz, hazırlık soruşturması orada gizli burada açık nasıl hale gelecek? Ceza Muhakemesi Kanunu açık. Kimse hukuka bakarak bu değerlendirmeleri yapmadı. Ben mümkün olduğu kadar bu siyasi tartışmaları anlayışla karşıladım. Seçim öncesi herkes kendine göre buradan bir değerlendirme yapabilir. Ama benim hukuka uygun hareket etmem lazım. Bunun için geçmiş uygulamalara bakarız, yürürlükteki mevzuata bakarız. Tereddüt hasıl olursa da uzmanlardan görüş alırız dedik. Sadece bir üniversiteden de değil birçok üniversiteden görüş aldık. Biz dosyaları okumak istiyoruz dedi herkes. Benimle ilgili bir dosya değil. Okumasında ben teorik olarak hiç bir sakınca görmem. Ama hukuk diyor ki, hazırlık soruşturması devam eden bir dosyayı kimlerin okuyacağı belli. Sadece sanık ve müdafi okur savcısı bilir. Bilmesi gerekenler bellidir. Onun dışındakiler nasıl okuyacak neden okuyacak? Orada da böyle bir kural var. Kuralı değiştirmiyoruz biz. Pekâlâ diyebilirdik ki; Hazırlık soruşturması devam eden bir dosya meclise geldiğinde milletvekilleri bunu okuyabilir. Hatta ve hatta bazı usul hukuku hocaları dedi ki b u dosyaların meclise bu safhada gelmesi bile uygun değildir.”
“Geldiğimiz noktada hangi konunun hangi gün görüşüleceğine meclis başkanı karar vermiyor. Şimdi hangi kanun tasarısı, hangi teklif hangi gün görüşülecekse danışma kuruluna gelir. 4 siyasi partinin grup başkanvekili ya da görevlendirdikleri arkadaşlarımızın benim ya da başkanvekillerinden birinin başkanlığında yaptıkları toplantıda karar verilir. 4 parti anlaşırsa danışma kurulu önerisi olarak meclise gider, eğer anlaşamazlarsa, grup önerisi olarak genel kurulda konuşulur, karara bağlanır. Bunun pazartesi günü görüşülmesi meclis başkanının tasarrufu değil. Danışma kurulunda geçtiğimiz Perşembe görüşülüyor. Pazartesi günü görüşülecek diye karar veriliyor. Başka günlerde de yapılabilirdi. Çünkü genel kurul bu konularda tam yetkilidir. Genel kurula itirazlar olmuştur, ama sonuçta pazartesiye karar vermiştir.”
Meclis yayınları ile ilgili olarak da benden evvel yapılmış TRT ile Meclis Başkanlığı ararsında bir protokol var. Bu protokole göre, Salı Çarşamba ve perşembe günler, meclis çalışmalar 14-19 arası meclis çalışmalarını yayınlanıyor, bir de bütçe müzakerelerini yayınlıyor. Meclis televizyonu bizim müstakil yayın yaptığımız bir televizyon değil. Böyle bir imkânımız yok. Biz TRT’nin 3. Kanalı üzerinden yayını yapıyoruz. Biz TRT’nin imkânlarını ve altyapısını kullanıyoruz, TRT 3 de spor kanalı. Meclisin çalışma günleri ve saatleri sürekli değiştiği için protokole bağlanıyor. 2011’de bir protokol yapılıyor ve buna göre deniliyor ki Salı Çarşamba Perşembe günleri yapılacak. Bütçe müzakerelerini sürekli yapıyoruz. Onun dışında inisiyatif bizde değil.
Bu tür talepler geldiğinde ben TRT ile görüştüm, yazdım da. Dediler ki biz protokol uyarınca yayın yaparız. Yapılabilir mi diye bir imkân aramaya çalıştık. Benim günü değiştirmeye de yetkim yok. Üzüldüğüm nokta da orası. Benim böyle bir yetkim yok. Yetki Genel Kurul’ da ve grupların kendi aralarında anlaşmalarına bağlı. Bana kalsa yayınlansın. Hiç bir mahsuru yok. Zaten günün en önemli konusu olduğu için kamuoyuna yansıdı. Neticede ben kurallara göre Meclisi yönetiyorum. Kendi isteğime göre değil.”
“Ben cumhurbaşkanlığı konusunda bir sorun görmüyorum. En az sancılı en az sıkıntılı bir cumhurbaşkanlığı seçim süreci yaşayacağız. 2007’ de mesela kural belli olduğu halde zamanında seçilemedi. Türkiye 61’den bu yana hep cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hep sıkıntı sancı çekti. Şimdi bunun sonucu olarak halka cumhurbaşkanının seçtirelim diye bir anayasal düzenleme yapmak hasıl oldu. Şimdi önceki seçimlere nazaran kural belli seçimi yapacak makam da belli. Seçim usulünde bir sıkıntı olmayacak, halkın karar vereceği noktalarda sıkıntılara asgariye iniyor. 30 Mart’a kadar bir sürü tartışma yaptık, sonuçta vatandaş 30 Mart’ta bir karar verdi. Kimse bunu, bu manada artık sonuçlarını tartışmıyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminde de bu manada bir sıkıntı olmaz. Geriye halk seçeceği için kimlerin aday olacağı, her parti kendisine göre bir yöntem düşünüyor olabilir. AK Parti kendi yönünden bir kısım mekanizmaları işletiyor. Hafta sonu Afyonkarahisar’da istişare yapacağız diye basında çıkan haber var biliyoruz hepimiz. Parti tabanıyla, milletvekilleriyle toplantı yapıldı. Buna karşılık diğer partilerimizde kamuoyuna yansıyan yansımayan şekliyle bu süreci nasıl en iyi şekilde değerlendiririz, başarılı çıkarırız düşüncesiyle bir kısım yol ve yöntemler üzerinde düşünülüyor. Zannediyorum Sayın Bahçeli’ninki de bu çerçevede düşünülmüş olan bir şeydir. Mümkün olur mu, olmaz mı bunu görmek lazım. Açıklamalardan yola çıkarak gidersek, HDP ‘biz adayımızı ayrı göstereceğiz’ diyor. Eğer iktidar partisi dışında tüm partiler dersek, partinin birisi ‘ben bu işte yokum, ben kendi adayımı göstereceğim ‘ diyor. Meclis içinde olan diğer partiler ne diyecek? Birde meclis dışında olan partiler var, bunların durumunu bilmiyorum ama siyaset her ihtimali değerlendirir ve değerlendirmektir. Mümkün olan ne ise onu ortaya koymaktır. 29 Haziran’a kadar biz bu arayışları, önerileri tartışıyor olacağız.”
“Henüz kesinleşmiş bir durum yok, Sayın Başbakan da ‘istişarelerimiz devam ediyor’ diyor. Sayın Cumhurbaşkanı’nın yaptığı açıklamalar var, bu durum belli bir süre daha devam edecek gibi gözüküyor. Hafta sonu Afyonkarahisar’da bu değerlendirmeler yapılacağına göre, olmuş bitmiş bir şey olmadı, değerlendirmesi yapılması gerekiyor. Onun dışında yasal olarak Gül’ün başbakan olması konusunda Bana göre yasal bir engel yok. Olur mu olmaz mı başka sebeplerle tartışılıyor, başka ülkelerde ki örneklerle değerlendirmeler yapılıyor. Bu tür değerlendirmeler çok fazla siyaset kokuyor. Konumum itibariyle bu işlerin daha dışında olan birisiyim, öyle olmak da gerekiyor. Türkiye’de olayları günü gününe değerlendirmek daha doğru olacaktır.”
“Bu konu yeni bir konu değil. ‘3 dönem kuralı kalksa Başbakan devam etse gibi’ değerlendirmeler de oldu. Geriye dönük hatırlatma olarak yeni bir şey söylemiyorum. ‘Ben bu 3 dönem kuralını partinin yol haritası ve kendi içi dinamikleri açısından doğru buluyorum’ dedim. Bu doğru bir kuraldır. Türkiye siyaseti için değil, AK Parti için doğrudur. Çünkü AK Parti’yle ilgili bir konudur bu. Yasadan, anayasadan kaynaklı bir kısıtlama, sınırlama değil. Gelişmeler açısından baktığımızda 3 dönem sonra ara verilmesini ben parti açısından, partinin iç dinamikleri ve yol haritası bakımından doğru bulduğumu söyleyeli epey zaman oldu. Bugün ben aynı düşünceyi paylaşıyorum.”
Siyaseti bırakırız bu yaştan sonra. Belli görevlere gelen kişilerin, yapabilecekleri fevkalade sınırlı oluyor. Siyaset dışarıdan görüldüğü gibi değil. Cazip yönü var gibi gözükür ama öbür taraftan da sizin özel hayatınız çok fazla yoktur, birçok nokta da sıkıntılarınız vardır. Bu görevlerden sonra da yapabileceğiniz çok fazla da görev yoktur.
Geçmişte yaşanmış olaylarda bir takım benzerlikler var ama yüzde yüz aynı olmaz. 3 dönem yasağını Anavatan Partisi’nde yaşamış biri olarak dedim ki; 3 dönem yasağı AK Parti’nin kendi dinamikleri açısından uygundur. Türkiye siyaseti için yüzde yüz doğrudur diyemem. Bu tür kısıtlamalar Amerika’da, İran’da var, bunlar Cumhurbaşkanı içindir. Batı’da da parlamentoda uzun süre görev yapmış pek çok insan var. Bizde en çok değişen, yenilenen kurum parlamentodur. Her dönem 2/3’si yenileniyor. Bunun faydası da, sakıncaları da oluyor. Dolayısıyla 3 dönem yasağını ben doğru buluyorum.
“Bu anayasa ile Türkiye’nin idaresi her geçen gün zorlaşıyor. Anayasayı değiştiremedik. 60 maddede anlaşabildik. Anayasa değişmediği sürece Türkiye her gün yeni anayasal problemlerle karşılaşır. Biz kuralı, sistemi konuşacağımıza, o mu haklı bu haklı tartışmalarıyla ömrümüzü tüketiyoruz.”
“1961 Anayasası’na göre Cumhurbaşkanı’nın sembolik yetkileri vardı. Bu kadar sembolik yetkilere rağmen Cumhurbaşkanı seçimleri sancılara, muhtıralara dönüşmüştür. Bugünkü Anayasa’daki yetkileri hesaba kattığınızda, bir de halk seçecekse bu Cumhurbaşkanı son derece yetkili bir Cumhurbaşkanı’dır. Bunu kabul edeceğiz. Halk kimi seçecekse hepimizin Cumhurbaşkanı’dır. Bu kadar yetkili olan bir cumhurbaşkanının anayasada sorumluluğu yok. Buna karşılık etkili olmak mecburiyetinde olan bir hükümet olacak Bunun birbirinden farklı iki siyasi görüşten olduğunu düşünelim. Bu devamlı sıkıntı doğurur. Bu hali ortadan kaldırmamız lazım. Ama bugünkü anayasa açısından buna imkân görünmüyor. Bu sistemin işlemesi kişisel kabiliyetlere, sabra, tahammüle kalıyor. Bu da ileri demokraside kabul edilebilecek bir şey değil. Demokrasi doğru kurallar ve vasat zekâlı insanların çalıştırdığı sistemin adı. Bu tabloda, kişisel becerilerle bir sistem çalışabilir. Zaman zaman elektrik kesintisi olduğu gibi, bu ilişkilerde de kesintiler olabiliyor. Bir anaysa fırladı Türkiye’nin feleği şaştı. Sistemin kendisi potansiyel risk taşıyor.”