Lübnan’ın başkenti Beyrut, 4 Ağustos 2020’nin akşamüstü saatlerinde büyük patlamalarla sallandı. Bu patlamalar şehrin bir bölümünü yerle bir ederken, patlamaların arkasındaki politik tablo da bir süredir hiperenflasyonla boğuşan ve koronavirüs pandemisi öncesinde de kalabalık eylemliliklerin yaşandığı ülkede kitlelerin bir kez daha sokağa çıkmasına sebep oldu. Yönetimin ihmalkarlığına kızan halkın sesi sokaklarda dalga dalga yayıldı ve sonunda hükûmet istifa kararı aldI; ancak halkın öfkesi dinmiş değil.
Uzun yıllar boyunca Lübnan’da yaşamış olan gazeteci Cengiz Çandar, Beyrut’un kendine özgü havası ve barındırdığı renklerden söz ederken, şehrin “Levanten” ruhunun yara almış olmasına rağmen kısmi normalleşmenin bile kenti kendine getireceğine inandığını söylüyor. Lübnan’ın içinden bulunduğu bölgeden bağımsız değerlendirilemeyeceğini ifade eden Çandar’a göre, “Orta Doğu tarihte ender görülen uzunlukta bir geçiş dönemi yaşıyor.”
Lübnan sokakları, geçen sene de yozlaşma karşıtı protestolarla sallanmıştı. Halk, 17 Ekim'den itibaren benzin, tütün ve WhatsApp gibi hizmetlere getirilmesi planlanan ek vergiler için sokağa çıkıp, sonra eylemler genel olarak ülkedeki baskıcı ve yozlaşmış hükûmete karşı bir harekete dönüşmüştü. Eylemlerin doğrudu siyasi kriz sonucunda Başbakan Saad Hariri istifa etmiş ve yerini geçen günlerde istifasını sunan Hasan Diyab almıştı. Protestolar sırasında birçok dünya başkentinin gözü, jeopolitik önemi sebebiyle Lübnan'ın üzerindeydi. Bu eylemler, Covid-19 salgını nedeniyle sekteye uğrasa da aslında günümüz kadar sürdü.
Beyrut’taki patlama, Lübnan üzerindeki diplomasi trafiğini bir kez daha arttırdı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un patlamadan iki gün sonra Beyrut’a yaptığı ziyaret ve geçen haftalarda bölgeyle ilgili yürüttüğü yoğun mesainin ardından“Fransa kolonici tarihini canlandırıyor” yorumları yapılırken, Çandar da bu durumu şöyle değerlendiriyor:
“Beyrut’ta oturup yüzünüzü denize çevirdiğiniz her an Avrupa’ya doğru bakıyorsunuzdur ve Avrupa, Lübnanlıların birçoğu için Fransa ile eş anlamlıdır. Lübnan siyaset sınıfı Beyrut patlamasının altında kalınca, ülke, bir bakıma uluslararası denetim altına giriyor. Fransa da bu yeni durumun baş hissedarlarından biri olarak ve bir yönüyle de AB’yi temsilen devreye girmiş durumda.”
Türkiye’nin de “eski Osmanlı coğrafyasında nüfuz alanları kurmak” amacıyla Lübnan denklemine dahil olmak istediğini savunan Çandar, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “Lübnan’daki Türk ve Türkmen soydaşlarımıza Cumhurbaşkanı’mızın iradesiyle vatandaşlık vermeye hazırız” ifadesine ise tepki göstererek; “Türkiye ırkçı bir söylem tutturursa Lübnan'da bir çuval inciri berbat eder” diyor.
Uzun yıllar Lübnan’da yaşayan Çandar’ın T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Lübnan’da ülkenin yönetiminde kliklerin yönetimde etkili olduğu söyleniyor. Bu kliklerden bahsederek başlayabilir miyiz? Ülkenin nasıl bir toplum yapısı var?
Lübnan’ın siyasi yapısı, dinî ve mezhebî toplumsal yapısını yansıtır. Bu yapının kökleri Lübnan Dağı’nın Osmanlı sistemi içinde özerk kılındığı 1860’a kadar uzatılabilir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransızlar, kendi manda yönetimlerine bırakılan Suriye’nin bir bölümünden Lübnan’ı ayrı bir parça olarak çıkartmışlar ve onu mezhep yapısına göre biçimlemişlerdir. 1943’te bağımsızlık elde ettiğinde anayasası da 6:5 şeklinde Hristiyanların Müslümanlara oransal üstünlüğünü öngörmüştü. Bu yapıda cumhurbaşkanının ve genelkurmay başkanının Maruni Hristiyan. başbakanın Sünni, parlamento başkanının her yıl seçilmek üzere Şiî olması öngörülmüştü. Zaman içinde Orta Doğu’da siyasi dengeler de Lübnan’ın demografik yapısı da değişti. 1975-1989 arasındaki iç savaşı bitiren Taif Anlaşması’nda 6:5 yerine 1:1 öngörüldü. Maruni Hristiyan cumhurbaşkanının yetkileri Sünni başbakan lehine kısıldı. Meclis Başkanı dört yıllığına seçilir oldu. Ama siyasi yapı yine mezhepler üzerinde inşa edilmeye devam edildi. Şimdilerde nüfusun yüzde 40’ı Şiî, Müslüman nüfus, Dürzîleri de katarsanız, yüzde 60’ın üzerinde. Lübnan, demografisi ile Orta Doğu’daki bölgesel ve ayrıca genel uluslararası güç dengelerini, kırılgan siyasi yapı üzerinden yansıtan bir ayna gibi.
Beyrut’taki patlamanın ardından Lübnan’da bir yıllık süreçte ikinci defa çok büyük bir protesto hareketinin meydana geldiğini gördük. Bu durumun arkasında bir birikmişlik mi var?
Birikme çoktandır söz konusu. 2005’te Refik Hariri suikastının ardından patlak veren görülmemiş çaptaki kitle gösterileri Suriye birliklerinin ülkeyi terk etmesine yol açtı. 14 Mart Hareketi adı verilen ve Şiîler dışındaki tüm mezheplerin önemli unsurlarını içine çeken kitle hareketi potansiyeli ve gücünü hissetti. 2015-2016 yılında çöp birikmesinin harekete geçirdiği ama aslında yolsuzluk, çürümüşlük, devletin işlevlerini yitirmesi, hiçbir kamu hizmetinin doğru dürüst yapılamaması ve mezhebî paylaşım üzerinde oluşmuş siyaset sınıfına tepki olarak yine çok büyük çaplı bir kitle hareketi patlak verdi. 2019 Kasım’ındaki hareket, Beyrut’taki merkezinde yaşadım. Bizdeki 2013 Gezi Hareketi ile çok ortak yönleri vardı. Son Beyrut patlamasının sonrasında yaşananlar da söz konusu zincirin son halkası. Bunu “Lübnan depremi”nin çok güçlü artçı şokları, ya da bir paradigma değişikliğine yol açabilecek asıl büyük depremin habercisi olarak da görebiliriz.
Lübnan'ın kendine özgü, parçalı bir yönetim sistemi var. Ülkedeki farklı gruplar sistem dahilinde hükûmette temsil ediliyor. Ancak bu sisteme rağmen yine de sık sık başarısız olmuş yönetimler görüyoruz. Bu sistem hâlâ uygulanabilir mi, yoksa bir reform ihtiyacı mı var?
Bu sistem yapısal özellikleri reforme edilemez. Pansuman yapılabilir. 1989 Taif Anlaşması öyleydi. Bir süre sonra yine metastas yapar. Paradigma değişikliğinden kastım o zaten. Reforme edilemezliği ve yepyeni bir yapıyla yer değiştirmesi. Ama bu tarihi bir yeni dönem demek ve Lübnan bunu kendi iç dinamikleriyle yapamaz. Bölgenin aynası olduğu için, yeni bir Orta Doğu ne zaman, nasıl şekillenecek ise, Lübnan’ın değişimi de ona paralel bir şekilde olur.
Protestocular hükûmetin istifasından sonra da hız kesmedi; kurulacak yeni hükûmet hayatı normale döndürebilir mi?
Yeni bir krize kadar görece bir normalleşme olabilir.
Hükümetin istifası bir günah çıkarma mi sorumluluğu almamak mı?
Ne o, ne öbürü. Tepkili muazzam dip dalga ve uluslararası şartların da kendilerinden yüz çevirdiğini görmenin sonucu. Hiçbir şeyi yönetemiyor ve yönetemeyeceklerini görmeleriyle gelen çöküş.
Beyrut yıllardır süregelen birçok sıkıntıya rağmen Feyruz’uyla, kendine özgü sosyal çehresiyle içinde birçok rengi barındıran bir şehirdi. Siz çok uzun yıllar bu şehirde yaşadınız. İlerleyen günlerde sokaklarda, günlük yaşamlarda neyin değişmesini bekliyorsunuz?
Her şeye rağmen, bir “Lübnan yaşam tarzı”, Lübnan’ın coğrafi konumundan ve tarihi arka planından gelen kendine özgü bir kültürü vardır. Beyrut, tam anlamıyla “Levanten” bir şehirdir. Bu ruhu çok yara almış olsa da en asgarîsinden kısmî bir normalleşmede bile, Beyrut, kendisini geri getirir. Bununla birlikte, ne kadarını getirebilir ve getirdiği haliyle ne kadar, nereye kadar sürer; bilemiyorum doğrusu. Belki de bölge bildiğimiz haliyle geri gelmeyecek bir çöküş hali yaşıyor. Beyrut da bundan nasibini fazlasıyla alıyor. Orta Doğu tarihte ender görülen uzunlukta bir geçiş dönemi yaşıyor. Yeni Orta Doğu ne zaman ve ne şekilde doğacak, şimdiden göremiyorum.
Patlamadan sonra Lübnan’ın diplomasi için de önemli bir saha olduğunu gördük. Fransa Cumhurbaşkanı Macron hemen ülkeye gitti. Bazı uzmanlar bunu “Fransa kolonici tarihini canlandırıyor” diye değerlendirdiğini gördük. Birçok ülke de limanı tekrar inşa etmek için sıraya girdi. Bunu nasıl okumalıyız?
Lübnan bir Akdeniz Arap ülkesidir. Beyrut, Avrupa’nın, genel anlamda Batı’nın Orta Doğu’ya giriş, Orta Doğu’nun ise Avrupa’ya çıkış kapısı niteliğindedir. Macron, AB’nin Almanya ile birlikte en önemli ülkesi ve bir Akdeniz gücü. Dahası, 19.Yüzyıl’da Lübnanlı Maruni ve Katolik Hristiyanların hamisi, 20. Yüzyıl’da ise Birinci Dünya Savaşının ardından Lübnan’ı kuran ülkedir. Beyrut patlamasının ardından kalkıp gitmesinde şaşılacak bir taraf yok. Bunu, “Fransa kolonici tarihini canlandırmak istiyor” diye görmek isteseniz bile, Beyrut’ta oturup yüzünüzü denize çevirdiğiniz her an Avrupa’ya doğru bakıyorsunuzdur ve Avrupa, Lübnanlıların birçoğu için Fransa ile eş anlamlıdır. Lübnan siyaset sınıfı Beyrut patlamasının altında kalınca, ülke, bir bakıma uluslararası denetim altına giriyor. Fransa da bu yeni durumun baş hissedarlarından biri olarak ve bir yönüyle de AB’yi temsilen devreye girmiş durumda. Böyle okumalıyız.
Türkiye de Lübnan’a yardım girişiminde bulunan ülkelerden biriydi. Patlamadan sonra Beyrut’a bir heyet gitti; Ankara limanın tekrar yapılmasına destek olmayı ve bu süreçte İskenderun limanının kullanılmasına izin verilmesini teklif etti. Türkiye’nin Lübnan’la güçlü ilişkilerden çıkarı ne olur?
Türkiye de Orta Doğu’da ve Doğu Akdeniz’de bir bölgesel güç olarak sahaya çıktı. Hem bundan dolayı ve hem de Osmanlı mirasçısı bir ülke olarak, “eski Osmanlı coğrafyasında nüfuz alanları kurmak” isteyerek Lübnan denklemine dahil olmak istiyor. Anlaşılabilir bir dürtü. Ama bunu yaparken Mevlût Çavuşoğlu’nun “Lübnan’daki Türk ve Türkmen soydaşlarımıza Cumhurbaşkanı’mızın iradesiyle vatandaşlık vermeye hazırız” gibi ırkçı bir söylem tutturursa, bir çuval inciri berbat eder. Libya’da, Körfez’de, Suriye’de hangi Arap güçlerini karşısına almışsa, Arap Lübnan’da da aynılarıyla karşılaşır. Lübnan demografisi, Türkiye’ye Sünni Arap kesimi dışında fazlaca bir “kart” şansı vermiyor. Sünni Arap kesiminin ise geleneksel olarak Mısır ve işlevsel olarak yarım yüzyıldır BAE ile yakın ilişkileri var. Türkiye’nin bir de Fransa ile Doğu Akdeniz’de kavgalı olduğuna bakarsak, Lübnan’da manevra alanı çok geniş olmayabilir. Yine de, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin, bir ara Türk Telekom’un sahibi olan Saad Hariri ile yakın ilişkileri, yakın gelecekte ona, bir çuval inciri berbat etmeye kalkışmaz ise, bir takım imkânlar sağlıyor.
Liman aynı zamanda bölgenin ekonomik açıdan kalbiydi. Patlamanın sonuçları ekonomik açıdan ağır olur mu?
Çok ağır. Ağır ne kelime. Oradaki mahvolan hububat siloları ülke ekmeğinin yapıldığı unun yüzde 85’ini barındırıyordu. Beyrut limanı hem Lübnan ve hem de Suriye için ticari anlamda olağanüstü önemde ve değerdeydi. Bir süre kullanılamayacak halde olmasının zaten çökmüş ekonomiye bindireceği ek yük muazzam.
Hizbullah’ın ülke üzerindeki etkisinden biraz bahsedebilir misiniz?
Hizbullah, hem işlevsel olmasa da Lübnan devletinin içinde aslan payına sahip, hem de Lübnan’ın paralel devleti. Cumhurbaşkanı Michel Aoun, Hizbullah’ın Maruni müttefiki olduğu için cumhurbaşkanı olabildi. Hizbullah, aynı zamanda İsrail karşısında kendisine “Lübnan İslami Mukavemeti” ya da “Lübnan Mukavemeti” adını verdiği için, sahip olduğu ve büyük ölçüde İran tarafından kendisine sağlanmış silahlarını Lübnan ordusuna devretmiyor. Lübnan’da bir ordu var, bir de silahı güç olarak Hizbullah. Lübnan’ın en etkili yerel aktörü.
Son gelişmeler, Hizbullah'ın tasfiyesinin istenmesine yol açar mı; halk Hizbullah'ı başarısız olan sistemin bir parçası olarak görüp suçlar mı?
Tekrar edeyim: Lübnan, sadece, kendi başına Lübnan değildir. Orta Doğu’nun aynasıdır. Hizbullah, Lübnan’daki İran’dır! Bölge çapında İran-İsrail çatışmasının, İsrail’e cephe açmış tarafıdır. Suriye’de Rusya müdahalesine kadar yıkılmasına ramak kalmış Başşar Esad rejimini ayakta tutmuş olan temel unsurdur. Ayrıca, tüm Güney Lübnan’daki ve Beyrut banliyölerindeki Şiîlerin bir numaralı temsilcisidir. Yani, Hizbullah’ın tasfiyesini istemek, gerçekçi bir siyaset olmaz. 14 Mart Hareketi, yani Sünnilerin önemli bölümü, Hristiyanların bir bölümü ve Velid Cunblat liderliğindeki Dürziler ile mezhebi yapıya tepkili Lübnan’ın yeni genç kuşağı Hizbullah’ı sistemin bir parçası olarak elbette görüyor ve karşılar ama bir de Lübnan’ın Şiî ağırlık demografik realitesi ve Orta Doğu’nun siyasi dengelerindeki yeri var. Bu da Lübnan’ın sağlıklı biçimde krizler ve belâdan kurtulacağı bir çıkış yoluna girmesini karmaşıklaştırıyor ve zorlaştırıyor.
Parlamento geçtiğimiz günlerde orduya OHAL yetkileri vermeyi kabul etti. Önümüzdeki günlerde bu protestolarda ciddi şiddet olayları görme ihtimalimiz var mı?
Lübnan ordusu, Lübnan parçalı toplumunu yansıtır. Türkiye’nin OHAL deneyiminin projeksiyonunu Lübnan’a yapamayız. Yanlış sonuçlara varırız. Şiddet her zaman için Lübnan’da kullanılan bir yöntem ama OHAL nedeniyle ordu ve protestocular arasında olacak türden bir şiddet beklenmemeli.
Birçok Orta Doğu ülkesi gibi Lübnan’da yıllardır yozlaşma ile mücadele ediyor. Beyrut’taki felaket bir dönüm noktası olur mu? Yozlaşmanın tabanında ülkenin siyasi sisteminin yetersizliği veya denetimsizlik mi yatıyor?
Lübnan yıllardır yozlaşma ile mücadele etmiyor. Yozlaşmayı daha doğrusu akıl almaz boyutlara varmış yolsuzluğu sürekli yaşıyor. Yolsuzluğun tabanında sizin soruda altını çizdiğiniz nedenler ve ülkeye, bölgeye, dönemin özelliklerine, genel bölgesel siyasi şartlara ve uluslararası sistemin yapısından kaynaklanan bir dizi daha neden var. Sonuç olarak, Lübnan tam anlamıyla bir “failed state”, hatta bırakın çuvallamış bir devleti, bir devletsizlik hali ve ekonomik çöküntü fotoğrafı.
Siz bu bölgede yıllarca yaşamış bir gazeteci olarak, Lübnan’ın küllerinden tekrar doğabileceğini düşünüyor musunuz?
Evet. Bu ülkeyi iç savaş öncesinde, “Beyrut, Orta Doğu’nun Paris’i” (Paris’in de Paris olduğu eşsiz döneminde) benzetmesine haklı olarak sahip olduğu göz kamaştırıcı döneminde tanıdım ve orada yaşadım. 15 yıl süren iç savaşın hemen her aşamasında oradaydım. İç savaş biteli 31 yıl oldu ve benim bağım kopmadı. Özellikle Beyrut ile ilişkim tutkuyla hep sürdü. Başından geçenleri düşününce bir daha ayağa kalkamaz diye düşünmek çok kolaydı. Ama, kalktı. Dolasıyla, evet, küllerinden tekrar doğabileceğini düşünüyorum. Ama düşünüyor olmaktan daha öncelikli, çok arzuluyorum. İstiyorum.