İnci Hekimoğlu
Irkçı/milliyetçi/devletçi hareketlerin, son olarak da IŞİD çetelerinin içinde olan Çerkes kökenli saldırganlar her daim medyanın ve hatta çeşitli STK’ların gündeminde önemli bir ‘haber’ değeri olarak yer aldı.
Devletin psikolojik harp teknikleri içinde ‘özel’ bir yer alan söylemde, bazen asi Ethem’in ‘hain’liği, -birbiriyle ne kadar çelişkili olsa da- bazen de ‘Çerkeslerin devlete bağlılığı’ en sık vurgulanan malzeme olarak kullanıldı.
Kuşkusuz ulus devletin dün ‘Kafkas Türk’ü, bugün ise ‘din kardeşliği’ dışında bütün etnik kimlik ve kültürel özelliklerini reddeden toplum mühendisliği karşılığını buldu. Kimliğine, kültürüne, geleneklerine yabancılaştırılarak, Türkiye’de ya da Ortadoğu’da emperyal çıkarların tetikçiliği rolüne indirilen başka grupların arasında kimi Çerkes grupları da vardır.
Ama değişmeyen kural, Çerkes kimliğini ve kültürünü eritmenin bir başka yolu olarak; halkların kardeşliği, ‘mağdurun kimliğinin sorulmazlığı’ ilkesiyle barışın, eşitliğin, adaletin ve özgürlüğün yanında yer alan Çerkeslerin varlığını görünmez kılma, önemsizleştirme çabasıdır. Kobanê direnişine ilişkin haberlerde de bu gelenek bozulmadı. IŞİD çetelerinin içindeki Çeçen komutanı medya pek sevip baş köşeye taşıdı ama Suriye’ye sürgüne gönderilen, vatanı bildiği topraklara, özgürlüğüne, inançlarına, kardeşlerine saldıran çetelere karşı YPG ile birlikte savaşan Çeçen Tugayı aynı ilgiyi görmedi.
Sevgili meslektaşım Fehim Taştekin yazana kadar da hiç kimsenin bundan haberi olmadı. Eminim Taştekin’in yazını okuyanlar, IŞİD çeteleri içindeki Çeçenlere değil de YPG ile birlikte savaşan Çeçenlere şaşırmıştır. Yine Kobanê’de, yoldaşlarıyla birlikte savaşırken yaşamını yitiren kardeşimiz Nejat Ağırnaslı ‘Boğaziçili’ kimliğiyle haber değer bulurken, Çerkesliği bir IŞİD’linin Çerkesliği kadar ‘değer’ görmedi. Tıpkı Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının avukatlığını yapan dedesi Niyazi Ağırnaslı ve hatta “Üç Fidan”ın Yusuf Aslan’ı gibi… Oysa Çerkesler için doğal olanı, Kobanê’ye destek vermek, dayanışmak ve Kobanê’ye sahip çıkmaktı. Kobanê’de oluşturulan yönetim şekli, adeta Çerkeslerin tarihi vatanı Çerkesya’nın Ortadoğu’da yeniden dirilişi, neredeyse üç asır sonra hayat bulmuş halidir.
Ne yazık ki, toplumsal belleği çalınmış, Türkleştirilmiş veya ümmetleştirilmiş ‘bir kısım’ Çerkes’e yabancı/düşman/uzak gelen Kobanê, aslında atalarının kurduğu; farklı kimliklerin huzur, barış ve kardeşlik içinde yaşadığı Çerkesya’nın güncellenmiş halidir.
Bugün Kobanê’ye yapılan saldırının ve yalnız bırakılmasının gerçek nedenleriyle, üç asır önce Çerkesya’yı, dönemin imparatorluklarının elbirliğiyle yok etmeye çalışmasının nedenleri birbirine çok benzer. En temel benzerlik ise ‘Demokratik Özerklik’ modelindedir.
Çerkesya’da dost ve düşmanlara uygulanan hukuk, 1800’lü yıllarda bile kadının toplumdaki yeri, halk meclislerinin temelini oluşturduğu yönetim; bugün Kobanê’nin canını dişine takarak savunduğu yönetim şeklinin bilinen ilk örneğidir.
12 bölgeye ayrılmış Çerkesya’nın başkenti sayılan Soçi’de merkezileşen Çerkesya Halk Meclisi (Adığe Xeku Xase), bu 12 bölgenin temsilcilerinden oluşmuştu. Bölgeler yani eyaletler farklı Çerkes boylarının adıyla anılır ve bütün eyaletler, yerel yönetimler ve bu yönetimlerin bağlı olduğu meclisler tarafından yönetilirdi. Bu 12 eyaletin temsilcilerinden oluşan Ülke Meclisi, halka açık toplantılar yapar, önemli kararları bile koşullar uygunsa bir meydanda toplanıp, tartışarak alırdı. Yargıçlar da halk meclisi tarafından seçilir ve tüm yargılamalar halka açık yapılırdı.
Doğrudan demokrasinin en önemli örneğini uygulayan Çerkesya’daki bu demokratik ve özgürlükçü yönetim biçimi nedeniyle hapishaneye hiç ihtiyaç duyulmamıştı. Kuralları da, yaptırımları da kendi koyan halklar, doğal olarak bu kurallara saygılı davranmayı kendisine saygının gereği sayıyordu. Hemen eklemeliyim; Çerkesya pek çok farklı inanç ve etnik kökenden halkların bir arada ve eşit söz hakkıyla yaşadığı bir demokrasi cennetiydi.
Çarlık Rusya’sına karşı yüzyılı aşkın bir süre vatanları için savaşırken buldukları direnme gücünün kaynağı işte buydu.
Yalnız Ruslara karşı değil Hunlar, Moğollar, Bizans, İran, Araplar, Kırım Hanlığı gibi istilacı güçlere karşı da verdikleri savaş, Karl Marx’ın “Ey insanlık, özgürlüğün anlamını Kafkas dağlılarından öğrenin” demesine, hatta Rus yazar Lermentov’un “Tanrıları özgürlüktür” diye tarif etmesine neden olacak kadar hayranlık uyandırıcıydı.
Bugün ise barbarlıklarıyla meşhur Moğollar’ı bile gölgede bırakan IŞİD’e karşı, ataları Abrekler gibi özgürlük mücadelesi veren Kürt halkının yanında yer alan Çerkesler gururumuz olurken, atalarının kemiklerini sızlatan, kendi tarihlerine sırtını dönüp, kendi kültür ve kimliklerine ihanet eden soydaşlarımız ise utancımız olarak kalacaklardır. Dünün Çerkesya’sı, bugünün Kobanê’sidir. Çerkesya’yı haritadan silen o emperyal barbarlığın, bugün Kobanê’yi hedef alması tesadüf değildir. Şimdi bir kez daha yok edilmek istenen bu alternatif yönetim şekli, insanlığın kan ve gözyaşından ve elbette sömürüden kurtulmasının tek yoludur.
Son olarak; yine de ikna olmayacağını varsaydığım o ‘bir kısım’ kamuoyu için sözü Çerkes Ethem’in abisine bırakıyorum: “İşittiklerime ve gördüklerime dayanarak şunu söyleyeyim ki, hem Kürtlerin dinlerine tutku derecesinde bağlılıklarına, hem de kamuoyunun vicdanına aykırı olan mevcut durum, bu necip milleti tehlikelere ve savaşlara sürüklemektedir.
… Ülkemizin 15 milyona ulaşan nüfusunun yarısını teşkil eden Kürtler, tarihin en eski zamanlarından beri kendi mamur beldelerinde yaşamakta iken, uygulamakta olduğunuz siyaset memleketlerini bölüp parçaladı.
…. Mert Kürt milletini harcamayın (zayi etmeyin) ve ona karşı düşmanlığın devamına meydan vermeyin…”*
Kaynaklar:
* Çerkes yazar/Hukukçu Rahmi Tuna: Adige Xabze *Jıneps Gazetesi * Tarihçi/Yazar Mustafa Erdoğan/ Paşaların Hesaplaşması: Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde A VII/I D 86 F I-90-91 numarada kayıtlı bulunan ve Reşid Bey tarafından Atatürk’e yazılan Arapça mektup.