Çevre ve Şehircilik Bakanı Özhaseki imar 'barışı'nı açıkladı, başvuru sürecini anlattı

Çevre ve Şehircilik Bakanı Özhaseki imar 'barışı'nı açıkladı, başvuru sürecini anlattı

Erken seçime 2 ay kala Başbakan Binali Yıldırım'ın açıkladığı  seçim/ekonomi paketinde dikkatleri çeken imar 'barışı'nı Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki anlattı. Yıldırım'ın 'barış' dediği düzenlemeye karşılık gelen "Barış değil, af" eleştirilerini değerlendiren Özhaseki, "İmar barışı ile imar affı arasında ciddi fark var. İmar barışında, yaptığımız kayıt belgesi ile vatandaşa bir müktesep vermiyoruz. Yani Avcılar’da 6 kat yerine 7 kat yapıp oturan bir vatandaşa, binasını yıktığında 7 kat iznini vermiyoruz. İmar planında ne varsa o hakkı veriyoruz" dedi.

Özhaseki başvuru sürecini, "Vatandaş evinin veya işyerinin durumunu, istediğimiz detayları içeren bir formla kendisi beyan ediyor. O formun yanına resmini ekliyor ve kaçak değilse onu da söylüyor. Değerini de arsa emlak değeri ile üstündeki yapı değerinin toplamının yüzde 3’ü şeklinde hesaplayıp bize yatırıyor" diye anlattı.

Peki bu düzenleme ile kaçak ev yapanlar, kaçak kat çıkanlar ödüllendirilmiş olmuyor mu? “Nasıl olsa yeni düzenleme de gelir” anlayışını yerleştireceği için yeni kaçak yapıların oluşmasına neden olmaz mı? İstanbul’un lüks semtlerinde imar mevzuatına aykırı katlar yasal hale gelirse haksız rantın önü açılmış olmayacak mı? Daha da önemlisi, dayanıksız binalar legalleşirse depremde büyük bir facia ile karşılaşabilir miyiz?Gazete Habertürk'ten Kübra Par'ın sorularını yanıtlayan Özhaseki'nin açıklaması şöyle:

- Türkiye’de çok ciddi bir kaçak yapılaşma var. Hal böyleyken seçime 2 ay kala neden böyle bir düzenleme getirdiniz?

Kayseri’de 21 yıllık belediye başkanlığım döneminde hiç kaçak yapı olmadığını iddia ediyorum. Karşı olduğumu da her fırsatta söylüyorum. Türkiye’de TÜİK verilerine göre 26 milyon 358 bin bağımsız birim var. Bu da 9.5 milyon civarında bina ediyor. Bunların ne kadarının imara aykırı, ne kadarının iskanlı olduğuna baktığımız zaman Antalya, İzmir, İstanbul, Ankara, Muğla gibi birçok büyükşehirde rakamların korkunç boyutlarda olduğunu görüyoruz. Türkiye’deki yapı stokunun en az yüzde 60’ı imara aykırıysa ve bir sorun olarak önümüzde duruyorsa buna bir çözüm bulmak gerekmiyor mu? Bu konuda kanunda, “Yıkacaksınız ve para cezası yazacaksınız” şeklinde bir hüküm var. Böyle belli bir hüküm varken, yaklaşık 15 milyonluk imara aykırılık karşısında hangi belediye başkanı işlem yapabiliyor?

- Oy kaygısıyla, siyasi kaygılarla işlem yapmıyorlar...

Hem o hem de ekonomik kaygılar var. İmara aykırılıklar birkaç noktada toplanıyor; hepsi tu kaka denilerek kötülenecek şeyler değil. Öncelikle mülkiyet sorunu var. Herhalde vatandaşların bazıları gelip sormadan, satın almadan Hazine üzerine evlerini yapıp çıkmış. Özal zamanında imar afları çıktığında da tapu tahsis belgeleri verilmiş. Ama o zaman parasızlıktan ya da başka nedenlerden dolayı hakkı olduğu halde bu belgeleri alamayanlar olmuş. Bir de yapımla ilgili sorunlar var. Arsası olan vatandaşlar, bu arsaların üzerine binalar yapıp belediyeye hiç müracaat etmedikleri için o yerler sistemde sadece arsa olarak gözüküyor. Ruhsata müracaat ettikten sonra belediyeye bildirdiği kat sayısından fazla kat çıkanlar da ayrıca bir sorun teşkil ediyor. Bu durumda da iskân alınamıyor. Bir diğer bölümde de fabrikalar var. Eskiden organize sanayiler kurulmadığı için şehirlerin çeperlerine kurulmuş koca koca fabrikalar var. Zaman içerisinde bunların neredeyse hepsi kaçak durumuna düşmüş; imar planları değişmiş veya ufak tefek ilavelerle kaçak durumuna gelmiş. Şu an içlerinde de binlerce işçi çalışıyor. Organize sanayilerde bile imarlı, ruhsatlı ama daha sonra üretim bandını genişletip bildirmediği için iskân alamayan fabrikalar var. Böyle olunca da bazı kayıplar oluşuyor. Vatandaş, evinin kat mülkiyetini alamadığı için burası bir ekonomik değer olarak gözükmüyor. Eğer bankadan kredi alacaksa, evini ipotek ettiremiyor. Fabrika sahipleri de aynı durumu yaşıyor. Aynı zamanda, içlerinde yüz binlerce işçi çalıştığı için bu fabrikalar yıkılamıyor. Bunun gibi sorunlar üst üste gelmiş. Türkiye’nin yüzde 60’ına denk geldiği için bu yapıları yıkmak da katrilyonlarca değere denk geliyor. Kaçak durması halinde de birçok kayıp oluştuğu için bunların kayıtlı olarak durmaları gerektiğini düşündük. O yüzden bunun adına “İmar affı” değil, “Yapı kayıt belgesi” dedik.

- Siz “Barış” diyorsunuz, eleştirenler de “Hayır, bu barış değil af” diyor. Yapı kayıt belgesi ne işe yarayacak?

İmar barışı ile imar affı arasında ciddi fark var. İmar barışında, yaptığımız kayıt belgesi ile vatandaşa bir müktesep vermiyoruz. Yani Avcılar’da 6 kat yerine 7 kat yapıp oturan bir vatandaşa, binasını yıktığında 7 kat iznini vermiyoruz. İmar planında ne varsa o hakkı veriyoruz.

- “Özellikle İstanbul’un lüks semtlerinde imar barışı ile kaçak katlar kaçak olmaktan çıkacak ve satışı kolaylaşacak dairelerin fiyatları yüzde 50 artacak. Binanın imar barışına dahil olması için ödenmesi gereken bedelin yüzde 3 olduğu dikkate alınırsa burada çok ciddi bir rant oluşacak” deniliyor. Bu haklı bir eleştiri değil mi?

İnsanlar şu anda içlerinde oturuyorlar, yıkamıyorsunuz. Ev satılırken bir değeri var, o da değişmiyor. Kayıt belgesi alınınca da kimseye artı bir şey verildiği yok.

- Bu kayıt belgesi ile o evler krediyle alınabilecek hale gelecek mi?

Eğer kat mülkiyeti kurulmak isteniyorsa o zaman iki misli bedel verilmek zorunda. Vatandaş zaten binasında oturuyor, yıkamıyorsunuz.

"Gelirini kentsel dönüşüm için belediyelere kredi olarak vereceğiz"

- Başvuru süreci nasıl işleyecek?

Vatandaş evinin veya işyerinin durumunu, istediğimiz detayları içeren bir formla kendisi beyan ediyor. O formun yanına resmini ekliyor ve kaçak değilse onu da söylüyor. Değerini de arsa emlak değeri ile üstündeki yapı değerinin toplamının yüzde 3’ü şeklinde hesaplayıp bize yatırıyor.

- Yüzde 3’lük payı az ödemek için değerini daha düşük gösterenler olursa suiistimaller doğmaz mı?

Vatandaşın vereceği bilgi tapu kadastro bürolarına, il müdürlüklerine, denetim firmalarına; yani bu işten anlayan binlerce insanın yer aldığı kurumlara yapılacak. 100 metrelik bir yapıysa veya TOKİ ayarında bir ev tarif ediyorsa, 100 metre çarpı 695 liradan hesaplayıp “Evin bedeli 69 bin 500 lira” diye oraya yazmak zorunda. Bulunduğu mahallenin emlak beyan rakamları da zaten belli. Altına da onu ekleyecek ve evin değeri 80-90 bin lira civarında çıkacak. Binlerce yeminli büro veya il müdürlükleri de bu bilgilere bakar bakmaz, “Şurada bir eksik var” deyip kendilerine gösterecekler. Elbette bu denetimi yapacağız ama vatandaş piyasada 100 birim eden değerini resmi rakamlarla bize bildirdiğinde daha düşük çıkabilecek. Resmi rakamlar ve belediyedeki emlak değerleri ortaya çıktığı için de buna bir şey diyemeyeceğiz. Belki piyasaya çıkarsa, orada emlakçılar vasıtasıyla evini çok daha fazlaya satabilir. Ama bizim resmi rakamlarımız var. Eğer Hazine üzerindeyse, vatandaş, hangi semtte kaç metrekare üzerinde oturduğunu, emlak değeriyle birlikte bildiriyor. Oturduğu yerin mülkiyetini satın alıp evini legal duruma getirmiş oluyor. Belediyeler de vergilerini düzgün almaya başlıyor. Kamu da buradan 40-50 milyar civarında bir gelir bekliyor. Türkiye çok ciddi bir deprem bölgesi. Özellikle Kuzey Anadolu Fay Hattı bizi korkutuyor. “Çok hızlı kentsel dönüşüm yapıp bir an önce depreme hazır olalım” diye düşünüyoruz. Aldığımız bu bedeli de belediyelere sıfır faizli para olarak vermek istiyoruz. 

"Yapı kayıt belgesi 'burası sağlam' anlamına gelmiyor"

- “İmar barışı getirmek, olası depremde faciaya yol açar. Dayanıksız binaları legalleştiriyorsunuz” eleştirisine ne diyorsunuz?

Yapı kayıt belgesi, “Burası sağlam. İlanihaye içinde oturun, keyfinize bakın” anlamına gelmiyor. Yalnızca kayıt altına alıp elimizdeki stoku görüyoruz. Sonra da kentsel dönüşüm için işe başlarken yapı kayıt belgesini zaten şart koşuyoruz. Bu, depremi etkileyecek bir şey değil. Sadece elimizdeki yapı stokunu tespit edip sonrasında işe başlamakla ilgili. Depreme hazırlık yapmanın Türkiye’deki birinci iş olduğuna inanan birisiyim, durmadan da dile getiriyorum. Eğer onun önünü kesecek bir iş olsa, bu konuda hiçbir adım atmam.

“1950’li yıllardan itibaren, iş bulma ümidiyle köylerden kentlere birçok vatandaş geldi. Kamunun görevi bu vatandaşlara yer göstermekti ama kimse bunu yapmadı. Kimisi yıkmayı tercih etmiş, kimi sol tandanslı partiler de ‘Burayı verelim. Bunlar bizim arka bahçemiz olur, eylemlere götürürüz’ diye yaklaşmış. Kamunun böyle bir çıkarcı anlayışla insanları perişan ettiği bir dönemde, iş bulma ümidiyle köyden kente gelen insanları, ‘Siz kaçaksınız’ diye zora sokmanın bir manası var mı?” 

Haberin tamamını okumak için tıklayın.