Eski İstanbul Barosu Başkanı, ceza hukukçusu Prof. Dr. Ümit Kocasakal, iş insanı Osman Kavala'nın ağırlaştırılmış müebbet hapis, 7 kişinin de 18'er yıl hapis cezası aldığı Gezi Parkı davasını değerlendirdi.
Sözcü'den Ruhat Mengi'ye konuşan Prof. Kocasakal, kararın siyasetin gölgesinde alındığını belirtirken, bir hâkimin karara şerh koyduğunu hatırlattı ve, "Bir hâkim 'deliller yeterli değil' diyorsa mahkumiyet kararı için suçu somut delillerle ispatlamanız gerekir. Suçluluk konusunda en küçük şüphe varsa, bundan sanık yararlanır ve beraat ettirilir. Varsayıma, dedikoduya dayalı suç yaratılamaz ve ceza verilemez" diye konuştu.
TIKLAYIN - Gezi kararına üye hâkim şerhi: Dinlemeler hukuka aykırı, dosyada delil yok, beraat verilmeli
Prof. Kocasakal'ın Gezi Davası'na ilişkin açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
Bir ülke düşünün ki, o ülkenin cumhurbaşkanı sürekli olarak yargıya hücum edebiliyor, bir savcının talebi ve hakimin verdiği kararla ilgili olarak “Sen kimsin, biz seni takipteyiz ” diyebiliyor ve Adalet Bakanlığı ile HSK mesajı hemen alıyor, o hakim ve savcı soluğu başka yerlerde alıyorlar. Hakimlerin açıkça hedef alınabildiği ve “gereğinin!” de derhal yapıldığı bir ülkede yargı bağımsızlığı veya tarafsızlığı söylemi hoş ve boş bir ifadeden ibaret kalır. Hemen şunu söyleyeyim; Gezi kararı üzerine gelen tepkilere karşı Adalet Bakanımız “Türk yargısı bağımsızdır, herkesi hukuk devletinin asgari gereklerine saygı duymaya davet ediyorum” diyor, söylem olarak harika! Ama Sayın Bakan bu daveti önce sistematik olarak yargıya müdahale eden Cumhurbaşkanı'na ve diğer bakanlara, siyasilere yöneltmeli ve kendisi de bunun gereğini yerine getirmeli. Yani “istifa” diye bir müessesenin bile kaybolup onun yerini “affedilmek veya affetmenin” aldığı bir ülkede Bakan'ın bu ifadeleri de hoş bir söylemden ibaret kalmaya mahkumdur. Bu durumda dahi bugüne kadar Cumhurbaşkanı'nın konumu gereği aslında hiç konuşmaması gerekirken bir sürü şey söylemiş olması zaten baştan yanlıştır, devam eden bir davayla ilgili Cumhurbaşkanı'nın veya bir siyasi kişiliğin hiçbir şey söylememesi gerekir. Bu nedenlerle asıl ben bir hukukçu olarak siyaseti yargıdan elini çekmeye ve hukuka saygıya davet ediyorum!
Bu dava süresince Cumhurbaşkanı'nın yargıya tavsiye ve telkin anlamına gelebilecek birçok ifadesi olduğu gibi (bu gerçekten vahimdir); zaten ikiye bir çıkmış bir kararda, kararı veren bir üye hakimin daha önceden Cumhurbaşkanı'nın Genel Başkanı olduğu siyasi partinin aday adayı olması ve oradaki –Cumhurbaşkanı'nı övücü- söylemleri, böyle bir davada karar mevkiinde olan bir hakimin bu şekildeki bir aidiyeti ve söylemi, karar veren mahkemenin bağımsız ve tarafsız olamayacağı yönünde dışsal bir algı oluşturmaya yeter ve bunun çok ötesine geçer. Bu saatten sonra siz artık bu kararın hukukiliğini dahi tartışacak bir durumda olamazsınız, daha baştan mahkemenin bu yapılanma biçimiyle birlikte karar zaten artık hukuki olmaktan çıkıyor ve teknik hukuk yönünden bir tartışmayı da anlamsız hale getiriyor maalesef.
Dolayısıyla bir fiil, belirli bir siyasi görüş ve kimliğin davranışları ne denli kabul edilemez olursa olsun, eğer kanunda bunu açıkça suç olarak tanımlayan bir madde yoksa, suç olarak kabul edilemez. Buna karşılık bir fiilin suç olmaması yahut yapılan bir haksızlık, fiilin siyaseten ve ahlaken yanlışlığını ortana kaldırmaz ve o siyasi kimlik ve hareketi temize çekip vaftiz etmez…
O “yeterli değil” ifadesinin hukukta bir karşılığı var, sadece bizim değil Kıta Avrupası'nın hukukuna göre masumiyet karinesinin bir gereği olarak, bir olayda sizin bir suç sebebiyle bir kişiyi mahkum edebilmeniz için öncelikle fiilin kanundaki suç tanımına uyması bir yana, uysa dahi bu suçu başka bir oluşa imkan vermeyecek kesinlikte sağlam somut delillerle ispatlamanız gerekiyor. Buna göre eğer suçluluğu konusunda en küçük bir şüphe varsa, bu şüpheden sanık yararlanacak ve sanık beraat ettirilecektir. Yargıtay'ımız bu ilkeyi bütün suçlarda büyük bir titizlikle uyguluyor. O nedenle asıl istinaf mahkemesi ve Yargıtay'dan çıkacak sonuç önemli. Kuşkudan sanığın yararlanacağı çok önemli bir ilkedir, bugüne kadar bu ilkeye çok titizlikle uymuş olan Yargıtay uymaya devam eder mi etmez mi onu bilemem ama bir hukukçu olarak net söyleyebilirim ki sonuçta hukukun gereği ve kanunun emri bu! Şüpheden sanık yararlanacak, bu aynı zamanda “bir takım varsayımlara, zanna, dedikoduya dayalı suç yaratılamaz ve ceza verilemeyeceği anlamına gelir!"
TIKLAYIN - Babacan'dan Gezi Davası tepkisi: Büyük haksızlık, hukuki açıklaması yok!