'Che Guevara ile mektuplaşıp sonra o mektupları yırttığınızı düşünün'

'Che Guevara ile mektuplaşıp sonra  o mektupları yırttığınızı düşünün'

Cumhuriyet gazetesi yazarı Can Dündar, 6 Mayıs 1972’de idam edilen Deniz Gezmiş’in hiç yayımlanmamış mektuplarını yazdı. Dündar’ın 50 yıl sonra aynı adreste bulduğu Gezmiş’in Almanya’daki mektup arkadaşı Gabriele, kendisine gönderdiği mektup ve fotoğrafları attığını söyledi. “Çok mu önemliydi” diye soran Gabriele’e Deniz Gezmiş’in yeğeni Can Gezmiş, “Che Guevara ile mektuplaşıp sonra mektupları yırttığınız düşünün, işte öyle bir şey…” cevabını verdi.

Deniz Gezmiş’in kardeşi Hamdi Gezmiş’in 40 yıldır sakladığı mektupları yayımlamaya başlayan Can Dündar’ın “Sevgili Deniz sen komünist misin?” başlığıyla yayımlanan yazı dizisinin ikinci bölümü şöyle:

 

‘Sevgili Deniz sen komünist misin?

 

Benim yaş kuşağım ‘Penfriend’ modasını iyi bilir. Bir dönem, İngilizce öğrenmenin en iyi yolu, yurtdışından mektup arkadaşı edinmekti. Onlarla yazışarak dil geliştirilirdi. Buna aracılık eden kuruluşlar, dünya gençleri arasında adres değiş tokuş ederdi. Facebook’un öncülüydü belki.

Deniz’in de 17 yaşındayken, dört “Penfriend”i vardı. Ravalpindi’den Baby Maudud…

Berlin’de Gabriele

Belçika’dan Jeannine

Ve Buenos Aires’ten Teresita

Deniz, Bilir Koleji’nde geliştirdiği İngilizcesi’yle onlarla yazışıyor, fotoğraf istiyor, fotoğraf gönderiyor, gelen renkli kartpostalları, mektupları, fotoğrafları saklıyordu.

O mektuplar, Deniz’in infazından sonra yıllarca annesinin sandık odasında, bir çamaşır sepetinin içinde, torbalara sarılı şekilde muhafaza edildi. Annesi, oğlunu özledikçe o mektuplarda parmak izlerini aradı, satırları okşadı, sevdi.

Sonra mektupları Hamdi Gezmiş devraldı. Aslında bunlar Deniz’in yazdıkları değil, ona gelenlerdi.

Bir kısmında yüzeysel sohbetler olsa da bir kısmında politik tartışmalar vardı.

Örneğin Arjantinli Teresita’dan gelen 13 Eylül 1964 tarihli mektuba, Deniz’in Amerikan aleyhtarlığı damgasını vurmuştu.

Tarihin tam da Kıbrıs’ta “Johnson mektubu krizi” sonrası olduğunu hatırlatıp okuyalım:

“Sevgili Deniz

Seni tanıdığıma memnunum. Sanırım yakışıklı birisin. Ama seni anlayamıyorum. Neden Amerika’yı sevmiyorsun? Sizin ülkeyle araları kötü mü? Burada, Arjantin’de birçok insan, emperyalist oldukları için Yankileri pek sevmiyor. Ama bu insanlar komünist, komünistler Yankileri sevmez. Sen de komünist misin?

Arjantin’de kimse komünistleri sevmiyor, çünkü onlar insanların özgürlüğünü ellerinden alıyor. Biz, Küba’da olanlardan hoşlanmıyoruz. Küba’yı daha önce hiç duydun mu?

Öğrenim için Amerika’ya gidebilsen sevinirim. Senin için daha iyi olur. Oradan döndükten sonra ülkene yardım edebilirsin.

Sürprize bak ki şuan bizim eve kalan bir Yanki kız var. Buna ne dersin? Bence bu bir ülkeyi tanımanın en güzel yollarından biri. Ben bir Yanki’nin nasıl biri olduğunu öğreniyorum, o da Arjantinli bir kızı tanımış oluyor. İkimiz de birbirimiz üzerinden ülkelerimiz hakkında fikir ediniyoruz. Bu iyi değil mi?

Senden en kısa sürede cevap gelmesi umuduyla. Her zaman senin Teresita’n.”

 

“Sevgili Deniz

Benden fotoğrafımı istemiştin ama bu isteğini geri çevirmek zorundayım çünkü sadece bir tane fotoğrafım var. Fotoğrafların hepsi eski ve bence sen, yeni bir fotoğrafa sahip olmak istersin. Üzülerek söylüyorum ki ne Türkiye ne de Türkçe hakkında bilgim var. Sen Türk tarihini sever misin?

Ben Alman tarihini sevmem. Ayrıca bence birçok Alman, dost canlısı değil. Pek çoğu diğer erkekler gibidir. Ama Alman kızları hakkında kötü düşünmemelisin. Bazıları kötü olabilir, ancak çok iyi olanları da var. Ve umuyorum ki benim son gruba dahil olduğumu düşünüyorsundur. Tenis oynar mısın? Ben çok severim. Yüzmeyi de çok severim, ancak Berlin’de deniz yok. Sadece nehirler ve kirli göletler var. Yaz aylarında ailemle birlikte 14 günlüğüne Kuzey Denizi’ne gideriz. Ama çoğunlukla buranın havası soğuk oluyor. Türkiye gibi yılın büyük çoğunluğunda havanın sıcak olduğu bir coğrafyada yaşamak muhtemelen hoşuma giderdi. Bugünlük yazabileceklerim bundan ibaret.

Senin sevgili Gabriele’in”

 

Gabriele’nin peşinden Berlin’e

 

Hamdi Gezmiş’in oğlu Deniz Gezmiş’in yeğeni Can Gezmiş’le, hiç görmediği amcasından kalan kartpostallara mektuplara bakarken merak perisi dürttü, o mektup arkadaşlarını bulma sevdasına düştük. Acaba şimdi neredelerdi. Deniz’in akıbetini biliyorlar mıydı? Asıl önemlisi, onlar da İstanbul’daki bu yakışıklı gençten gelen mektupları, fotoğrafları saklamışlar mıydı? Adresler zarfların arkasında yazılıydı. Can, mektup arkadaşının ismini Google’a yazınca Berlin’de aynı isimle bir kadına ulaştık. Adresi araştırdık, inanılmaz ama gerçek:

Gabriele hala aynı adresteydi. Almanya’daki bir dostumuz aracılığıyla randevulaştık ve Deniz’in yarım asır önceki mektup arkadaşıyla buluşmak üzere Berlin yoluna düştük.

Görülmeye değer bir sahneydi:

Şimdi 60’lı yılların ortalarında olan Gabriele buluşacağımız kafeye gayet şık bir elbiseyle ve merakla geldi. Şansımıza evlendiği halde soyadını değiştirmemiş, anne babasını kaybettikten sonra da onlardan kalan eve yerleşmişti. Onu bu sayede bulabilmiştik. 50 yıl önce bir zarfa koyup İstanbul’a yolladığı gençlik fotoğrafını gösterdik. İnanamadı.

Sonra 14 yaşında yazdığı mektupları aldı, mavi mektup kağıtlarına yeşil renk mürekkepli kalemle yazdığı satırları inceledi.

O yıllara gitti, hüzünlendi, gülümsedi.

“Kiminle yazıştığınızın farkında mısınız” diye sorduk. Değildi. O mektup arkadaşının kim olduğunu da bilmiyordu, ona ne olduğunu da.

Anlatınca şoke oldu. Bizim aklımız ise, asıl peşinde olduğumuz şeydeydi:

“Peki ondan size gelen mektuplar, fotoğraflar? Onları sakladınız mı?”

“Maalesef diye boyun büktü Gabriele. Bütün mektupları atmıştı. Hayal kırıklığımız tahmin edersiniz. Gabriele “Çok mu önemliydi” diye sorunca Can, cevabı yapıştırdı:

“Che Guevara ile mektuplaşıp sonra mektupları yırttığınız düşünün, işte öyle bir şey..”

Hamdi Gezmiş anlatıyor:

 

Mavi Işıklar’ın davulunu patlattı

 

1960’larda Türkiye Milli Talebe Federasyonu, her yaz Uluslararası Kültür Şenliği düzenliyordu. İstanbul’daki şenliğe değişik ülkelerden folklor ekipleri, tiyatro grupları katılıyordu.

Deniz Gezmiş, yakın arkadaşı Erim Süerkan ile o şenliğin balosuna gitti. Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu’ndaki kantininde tertiplenen baloda ağırlıkla sosyalist ülkenin gençleri vardı. O dönem meşhur olan Mavi Işıklar grubu da bir konser verdi. Gençler dans edip eğleniyordu. Deniz orada tepki gösterdi. “Sosyalist ülke gençliği böyle mi olur” diye bağırarak, orkestranın davulunu tekmeledi. Davul patladı. Tam o günlerde Amerikan 6. Filosu İstanbul’a gelmişti. Deniz onu yakından izliyordu. Gençler orada direnirken öğrencilerin burada eğlenmesine çok kızmıştı.

Hamdi Gezmiş şöyle anlatıyor:

“Deniz Abim, o dönemdeki mektup arkadaşlarına yazdıklarından da anlaşılacağı gibi Amerika’ya ve Amerikan tarzı yaşam biçimine karşı tepkiliydi. Emperyalizme tepki gösterenlerini tutarlılık gereği onun getirdiği yaşam biçimine de karşı çıkması gerektiğine inanıyordu. Kendisi de böyle yaşıyordu. Ailede babam gibi müziğe yatkın olan tek kişi bendim. Mahallede ‘Yarasalar’ adlı bir müzik grubumuz vardı, orada gitar çalıyordum.

Abim benden sık sık ‘Ankara’nın taşına bak’ marşını çalmamı isterdi. Ben çalardım, o söylerdi. Sesi biraz detoneydi, ama büyük coşkuyla söylerdi.

Onun müziği danslar değil, türküler ve marşlardı.”