CHP Sözcüsü Faik Öztrak, "Hem Bakan, hem de Başkan o dönemde, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı ile imzalanmış bir protokolden bahsediyor. Bu protokol ne zaman imzalanmış? 21 Şubat 2017 'de… Zamanlama manidar. 20 Temmuz 2016’daki OHAL darbesinden hemen sonra ve Türkiye’yi rejim değişikliğine götürecek, 16 Nisan 2017 referandumundan hemen önce hem Bakanın hem de Başkanın yaptığı açıklamalar, beraberinde yeni ve ciddi sorular da getiriyor." ifadelerini kullandı.
CHP Sözcüsü Faik Öztrak'ın CHP Merkez Yönetim Kurulu (MYK) toplantısının ardından düzenlediği basın toplantısından açıklamalar şöyle:
Önümüzdeki cuma günü TBMM’nin açılışının 101. yıl dönümünü ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlayacağız. Bundan tam 101 yıl önce Anadolu ve Rumeli işgal altındayken vatan topraklarında başıbozukluk ve çaresizlik hâkimken, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk işi, milli ordumuzdan da önce Millet Meclisi’ni kurmak olmuştur. Kurtuluş Savaşı’nın merkezine de milletin iradesini ve onun temsilcilerinden müteşekkil Meclis’i yerleştirmiştir. Atatürk, kurtuluş savaşımızı Gazi Meclis’in verdiği güçle yürütmüş, her devrimi ve her işi, milletinin bağrından çıkan TBMM eliyle hayata geçirmeyi tercih etmiştir. TBMM’yi ortadan kaldırmayı, yetkilerinden arındırmayı, bir ‘tek adam rejimi kurmayı’ asla düşünmemiştir. Milli iradenin tecelligâhı Meclis’imiz, sadece kurtuluş savaşımızın değil, muasır medeniyetler seviyesine çıkma mücadelemizin ve meşruiyetin merkezi olmuştur. Ancak OHAL şartlarında, gayrı meşru bir referandumun ardından kurulan rejim koşullarında, 2018’de işbaşına gelen yönetim Meclis’imizi işlevsizleştirmeye, etkisizleştirilmeye, millet iradesinin üzerine, tek adam vesayet rejimi gölgesi düşürmeye çalışmaktadır. Bu çabalar ne yazık ki ülkemizin bereketini kaçırmış, milletimizin ufkunu karartmıştır. Ama milletimiz, hâkimiyet kayıtsız, şartsız milletindir’ ilkesinden asla ama asla vaz geçmemiştir, geçmeyecektir.
Günlük vaka sayılarında, dünyada dördüncü sıradayız. Nüfusa oranla yeni vaka sayılarında ise İsveç’ten sonra ikinci sıradayız. AK Parti’nin lebalep kongrelerinin tamamlandığı günden bugüne kadar, vaka sayısı 30 binlerden 60 binlere yükseldi. 25 günde 5 bin 464 insanımızı yitirdik. Bu sayılar, ağızlardan bir çırpıda dökülüyor ama hastalananlar, yoğun bakımda yer bulamayanlar, yitirdiklerimiz; anneler, babalar, eşler, evlatlar, en sevdiklerimiz. Hayatlarımızda, bir daha doldurulmayacak boşluklar, hiçbir zaman onulmayacak yaralar açılıyor. Yaşanan acılar tarif edilir gibi değil. Geçen hafta İstanbul’da gencecik bir kadın, karnında yavrusuyla hayata gözlerini yumdu. Ondan birkaç hafta önce, İzmit’te 5 aylık hamile bir başka genç kadın, ardında gülüşünü bırakarak, yaşama veda etti. Türk Tabipleri Birliği, salgın nedeniyle gerçekleşen ölüm sayılarının açıklananın üç katı olduğunu söylüyor. Hala ders alınamadığı anlaşılıyor. Salgını önlemek yerine, vefat sayılarını karartmanın kime ne faydası var? Devlet böyle mi yönetilir? Ağır hasta sayılarında hızlı bir yükseliş var. Şubat ve mart ayında binli sayılara düşen ağır hasta sayımız nisanda üç binlere yükseldi. Türk Yoğun Bakım Derneği’nin uyarıları, durumun vahametini net şekilde ortaya koyuyor. Yoğun bakımlarda kırmızı alarm zilleri çalıyor. AK Parti’nin lebalep kongrelerinden sonra yoğun bakımlar lebalep doldu. Artık yoğun bakımlarda genç hastalar var.
İstanbul Havalimanı’nı işleten yandaşların ödeyeceği, 1 milyar 45 milyon avroluk kira bedeli 2024’e erteleniyor. Yetmez işletme süresi de iki yıl uzatılıyor. Saray milletten esirgediğini, yandaşa veriyor. Milletimize veriyorlar talkını, kendileri yutuyor salkımı… Bunu mart ayı bütçe rakamları da teyit ediyor. ‘Milletin cebinden 1 kuruş çıkmayacak’ denerek yapılan projelere, bu yılın ilk üç ayında ödenen garantilerin toplamı, geçen yılın aynı dönemine göre, yüzde 182 artarak, 7,5 milyar liraya sıçradı. Devlet yönetiminde böyle hesap kitap mı olur?
Gerçeklerin er ya da geç, ortaya çıkmak gibi güzel bir huyu var. ‘128 milyar dolar nerede’ sorusunu ısrarlı takibimiz, somut sonuçlarını vermeye başladı. Geçtiğimiz cuma günü çiçeği burnunda Merkez Bankası Başkanı’na bir açıklama yaptırdılar. Hatırlayacaksınız, önceki Merkez Bankası Başkanı, 128 milyar doların akıbetini merak edince koltuğundan oldu. Yeni gelen Başkan da yaptığı açıklamayla, iddialarımızın bir kısmını, ilk ağızdan doğruladı. Çeşitli gerekçeler ileri sürse de kasada kendisine ait döviz kalmadığını itiraf etti. Demek ki döviz rezervleri, Erdoğan şahsım hükümetinin ve şürekâsının iddia ettiği gibi, kasada değilmiş. Merkez Bankası kasadaki kendi rezervlerini, arka kapıdan Hazine’ye vermiş, kimse fark etmesin diye de aynı gün emaneten aldığı dövizleri kasasına koymuş. Merkez Bankası döviz rezervlerinin sahibiyken, emanetçisi olmuş. Mızrak çuvala sığmayacak kadar büyük. Net rezervler uzunca süredir alarm veriyor. En son tarih itibariyle Merkez Bankası döviz kasasının vaziyeti budur: Resmi döviz rezervlerinden kısa vadeli döviz yükümlülüklerini düşersek, kasa, 43 milyar dolar açık veriyor. Yani alacaklılar kapıya dayansa, kasada para yok. Bu kasa, iki yıl önce şubat ayında, 54 milyar dolar fazla veriyordu. Bir kez daha soruyoruz. Devlet böyle mi yönetilir? Merkez Bankası Başkanı yine açıkladı. Rezervler, normal yollardan, Merkez Bankası’nın doğrudan müdahaleleriyle ya da ihaleyle satılmamış. Merkez Bankası’nın döviz rezervleri, bizim bu işin başından beri iddia ettiğimiz gibi Merkez Bankası’nın arka kapısından damadın yönetimindeki, Hazine ve Maliye Bakanlığı’na aktarılmış. Yine damada bağlı kamu bankaları da bu rezervleri siyasete rant devşireceğim diye afiyetle yemiş, bitirmiş.
Bugün Hazine ve Maliye Bakanı da televizyona çıktı. ‘Sorumlu Hazine değil, Merkez Bankası’ dedi. Anlaşılan 128 milyar dolar yakar top oldu. Kimse elinde tutmak istemiyor. Ama ne mevcut Bakan ne de Merkez Bankası Başkanı rezervlerin, döviz piyasalarına müdahale yetkisiyle beraber, Hazine’ye neden devredildiğini ya da Hazine’nin bu işlemlere neden ortak edildiğini açıklamıyor.
Hem Bakan, hem de Başkan o dönemde, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı ile imzalanmış bir protokolden bahsediyor. Bu protokol ne zaman imzalanmış? 21 Şubat 2017 'de… Zamanlama manidar. 20 Temmuz 2016’daki OHAL darbesinden hemen sonra ve Türkiye’yi rejim değişikliğine götürecek, 16 Nisan 2017 referandumundan hemen önce hem Bakanın hem de Başkanın yaptığı açıklamalar, beraberinde yeni ve ciddi sorular da getiriyor.
Şimdi izninizle ve aracılığınızla bazı soruları, Erdoğan Şahsım Hükümeti’ne onun Hazine ve Maliye Bakanı’na ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı’na, milletimiz adına yöneltmek istiyoruz.
Soru 1: Bu protokolün varlığını dört yıl boyunca, kamuoyundan neden sakladınız?
Soru 2: Serbest dalgalı kur rejimini, fiilen ortadan kaldıran bu arka kapı uygulamalarını ve yapılan işlemleri, kamuoyundan bugüne kadar neden sakladınız?
Soru 3: 2017’den sonra, Hazine döviz piyasalarına müdahale ederken, Merkez Bankası yayımladığı tüm politika metinlerinde, Türkiye’de serbest dalgalı kur rejimi uygulandığını söyledi. Milletimizi ve dünyayı neden yanılttınız? Sebep olduğunuz güven kaybını, nasıl telafi etmeyi düşünüyorsunuz? Soru
4: Döviz rezervlerinin yönetimi ve piyasalarda döviz işlemleri yapan oda Merkez Bankası’nın harimi ismetidir. Merkez Bankası’nın harimi ismetine siyasetin elinin girmesine neden izin verdiniz? Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın, döviz rezervlerini yönetme yetkisi, kim tarafından, neden ve hangi amaçla elinden alındı ve damadın yönetimindeki kurumlara devredildi?
Soru 5: Bu işlemlere mesnet yaptığınız protokol Hazine’ye, Kamu Bankaları eliyle, döviz piyasasına müdahale etme yetkisini açıkça veriyor mu?
Soru 6: Bu protokolün yasal dayanağı olarak Merkez Bankası Başkanı, 2 Temmuz 2018’den sonra, yürürlükten kalkmış bir kanun maddesine atıf yapıyor. Bu durumda Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2 Temmuz 2018’den sonra kamu bankaları eliyle döviz satmaya devam etti mi? Ettiyse hangi yetkiyle etti?
Soru 7: Mahalli idare seçimleri öncesinde 17 Ocak 2019 tarihinde, 4059 sayılı Yasada yapılan bir değişiklikle, Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesi’ne üye kurum ve kuruluşların ‘Yetkileri dışında alınacak tedbirleri belirleme ve uygulama yetkisi’ Cumhurbaşkanı’na verildi. Bu çerçevede; Erdoğan, Cumhurbaşkanı sıfatını kullanarak, Merkez Bankası rezervlerinin olağandışı yöntemlerle satılması için bir karara imza attı mı? Merkez Bankası veya Hazine ve Maliye Bakanlığı’na yazılı ya da sözlü talimat verdi mi?
Soru 8: 2017 Şubat ayından bu yana Hazine’nin talimatıyla kamu bankaları eliyle, hangi tarihlerde, ne kadar döviz, kimlere satıldı?
Soru 9: Hazine talimatıyla kamu bankaları üzerinden satılan dövizlerden, birilerinin önceden haberi oldu mu? Döviz piyasalarına yapılacak müdahalelerin dışarıya sızmaması ve özellikle ‘içeriden öğrenenlerin ticaretinin’ engellenmesi için Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Kamu Bankalarında, ne tür tedbirler alındı?
Soru 10: Merkez Bankası ve Hazine arasında imzalanan, bu protokolün detaylarını kamuoyuyla ne zaman paylaşmayı düşünüyorsunuz?
Bize göre, yarından tezi yok. Hazine ve Maliye Bakanı’nın söylediği gibi Merkez Bankası gün gün kime, ne kadar döviz satıldığını kamuoyuna açıklamalıdır. Sayın Bakan da bugün böyle bir talepte bulundu. Eğer Merkez Bankası bunu açıklamazsa, protokolün tarafı olan Hazine ve Maliye Bakanlığı bunu açıklamalıdır. Ayrıca, Hazine ve Maliye Bakanı, 27 Şubat 2017’de imzalanan protokolü, Bakanlığının internet sitesine koymalı ve yayımlamalıdır. Milletimiz de bu protokolde ne var, ne yok görmelidir. Biz sorduğumuz bu sorulara, milletimiz adına ivedilikle cevap bekliyoruz. Bu arada Sayın Lütfi Elvan, tüm bu işlemler için: ‘Yöntem eleştirilebilir ama yolsuzluk var denemez’ demiş. Hiç kusura bakmayın Sayın Elvan. Yöntem de eleştirilir, gizli saklı yapılan, milletten saklanan işlerde yolsuzluk şüphesi de olur. Kaldı ki, bu işlemler doğru yapılan işlemler ise siz göreve geldikten sonra kasım ayında bu işlemlere neden son verdiniz? Döviz rezervlerimizi yok yere eriten, bu arka kapı operasyonu, siyasidir. Erdoğan siyasetinin finansmanında kullanılmıştır. Erdoğan şahsım hükümeti, 2019’un mart ve mayıs aylarında mahalli idare seçimi ve yenilenen İstanbul seçimi öncesinde, TCMB kasasına girmesi gereken yaklaşık 25 milyar dolarlık döviz rezervini, arka kapı operasyonlarıyla buharlaştırmış, siyasi ikbali için çarçur etmiştir. Taze Merkez Bankası Başkanı, açıklamasında arka kapı operasyonlarının, 2017’den bu yana yapıldığını da itiraf etmiştir. Yani, rezervlerdeki erime salgından çok önce başlamıştır. Gerçekler ortadadır. Erdoğan şahsım hükümeti milletin rezervlerini, tek adam vesayet rejimi inşa sürecinde kullanmış; Salgın ise rezervlerdeki erimeyi hızlandırmış ve görünür kılmıştır. Milli rezervlerimiz, tek bir kişinin siyasi hırs ve ikbali için kullanılmıştır. Bu ne iktisadidir ne hukukidir ne vicdanidir ne de ahlakidir.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun patates soğan dağıtımını eleştirirken Şişli Belediyesinin dağıtım yapmasına Öztrak, “Çiftçinin elinde kalan patates soğanı alıp, hemşerilerine dağıtılmasını projelerini yürüten bizim belediyelerimiz. Bizim eleştirdiğimiz o değil. Bizim eleştirdiğimiz şu: Tamam patates soğanları aldınız. Neden bayraklı tırlarla dağıtıyorsunuz. Bir elin verdiğini diğeri görmesin, bu açıkça plansızlığın göstergesi” dedi.
TBMM’ye 10 CHP fezlekesinin daha gelmesi için Öztrak, “Bu fezlekeler bizim bastırdığımız, ilgililerin beyanatlarını içeren bir kitapçık. Toplatılan bu kitapçıktan sonra bir de MYK’mız hakkında milletvekili olan üyelerinin dokunulmazlıkların kaldırılması için fezleke gönderiliyor. Bu aslında siyaset yapmayalım, Anayasanın bize vermiş olduğu demokrasinin asli unsur olma görevini yerine getirmeyelim, milli iradenin özgürce oluşabilmesi için açık propaganda hakkımızı kullanmayalım diye bize verilen gözdağıdır. ‘128 milyar dolar nerede’den sonra gelmiştir Meclis’e. Son olarak ‘Tek Adam Anonim Şirketinin’ millete çıkarılan elektrik ve gaz faturalarını anlatan broşürlerimiz de toplatılmıştır. Bu hukuk devletine vurulan ağır darbedir. Biz bunlardan korkmayız” dedi.
İçişleri Bakanlığı’nın 3’ü CHP’li 6 belediye hakkında soruşturma başlatmasına Öztrak, “Kim veriyor bu gri pasaportları? İçişleri Bakanlığı ile valilikler. Onların sorumluluğunda. Biz bu meselenin üzerine gitmemiş olsak bu mesele hala sütre gerisinde duruyordu. İçişleri Bakanlığı görevini yapmalı, bu işlerin arkasındaki çeteyi ortaya çıkarmalıdır” dedi.