CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Bilim, Yönetim ve Kültür Platformu Başkanı Sencer Ayata, 1 Kasım seçimi sonrası AKP’ye yakın kesimlerde dile getirilen “Gezi parantezi kapandı” yorumuna ilişkin olarak, "Gezi’nin birçok yönü vardı ama belki de en önemlisi siyasi baskı kadar mahalle baskısına da hayır demesiydi. Otoriterleşme sürdüğü sürece özgürlük mücadelesi bitmez, Gezi bitmez" dedi.
BirGün'den Sebahat Karakoyun'un sorularını yanıtlayan (10 Kasım 2015) CHP'li Ayata'nın açıklamalarından satır başları şöyle:
AKP, seçimde yine kamplaşmayı kullandı. Terörle korkuttu. AKP’ye oy verenler, “Ülkeyi bu duruma getiren zaten AKP” demedi. Tersine, “AKP düzeltir” anlayışıyla hareket etti. Ancak bu seçimde kazandıkları moral, çok uzun sürmeyecektir. Üç ay sonra toplum yine aynı sorunlarla karşı karşıya kalacak. Çevremizdeki ateş çemberi ve içerideki yangın, iktidarı daha da fazla sarsmaya başlayacak.
Partimiz şu anda yüzde 25’lik bir taban üstüne oturuyor. Son beş yılda yüzde 20 seviyesinden 25 seviyesine geldi ama orada durakladı. Türkiye'de üçte ikiye karşı üçte birlik bir sağ-sol bölünmesi var. Ancak bir kez Ecevit'in yüzde 42’si ile bu denge biraz olsun sol lehine oynamıştı. Bugüne bakalım. CHP ve HDP çok farklı siyasi duruşu olan partiler. Ama sol kimlik vurgusu olarak bakarsak iki partinin oy toplamının yüzde 38 olduğu görülüyor. Bu geçmişe kıyasla yüksek bir oran ama yetersiz.
Ortaya çıkan tablo aydınlanma ve modernleşme süreçlerinin Türkiye’de ciddi oranda ilerlediğini, ama henüz toplumsal çoğunluk haline gelemediğini gösteriyor. Hedef elbette çağdaşlaşma ve sol ilkelerden vazgeçmeden bu tabanı genişletmek.
CHP dini siyasete alet ederek ya da etnik kimlikleri vurgulayarak oy kazanamaz. Oy alamadığımız bu geniş tabanla sosyo-ekonomik bir dille iletişim kurmaya çalıştık. Ekonomiyle ilgili vaatlerimizin temel felsefesi budur. Gündeme getirdiğimiz vaatler sosyal adaletçi, bölüşümcü sosyal politika önerileriydi. Doğrudan insan odaklı önerilerdi. CHP ancak bu yolda ilerleyen ve bunları yayan ve derinleştiren bir parti olursa başarır.
Vatandaşa sosyo-ekonomik bir dille seslenmekten vazgeçmek yanlış olur. Hastanelerdeki, okullardaki, fabrikalardaki sorunların sözcüsü olmalıyız. Daha çok emeğin yanında bir parti olmalıyız. CHP’nin muhafazakâr söylemlerle oy tabanını genişletme imkânı olduğunu zannetmiyorum.
Türkiye’de toplumun üstüne her geçen gün biraz daha çöken bir otoriter rejim var. Otoriterleşmenin çarkları sürekli dönüyor. Bu nedenle, refah dışında, CHP’nin bir diğer tarihi misyonu özgürlük ve demokrasi mücadelesinin lokomotifi olmak, dış barışı sağlamak. Türkiye’de özgürlük hedefini, sosyal adalet hedefinden ayrı düşünmek mümkün değil.
Parlamentodaki durum itibariyle CHP sayı ve iddia olarak aynı konumda. Ama diğer iki muhalefet partisi daha sorunlu. CHP parti içinde birliği sağladığı ölçüde muhalefetin gövdesinde sorun yok ama diğer partiler açısından ciddi sorunlar var. Demokrasi, kısacası başkanlık konusunda ne yapacaklarını bilmiyoruz.
CHP otoriterleşmeye direnme konusunda aynı kararlılıkta ama daha zor bir durumla da karşı karşıya. Matematiksel denklemlerin ötesinde, üst düzeyde politikalar üreterek güçlü bir parlamenter ve toplumsal muhalefeti inşa etme olarak tanımlanabilir. Bu alanda önderlik yapabilmeli CHP. Aksi halde fiili başkanlık, başkanlığa o da despotik bir padişahlık sistemine dönüşebilir.
13 yılda gelinen noktayı hatırlayalım. Bir yanda sorunlar yumağı diğer yanda paramparça bir AKP. Bu tabloda bir değişiklik olmadı. Sorunlar yumağı duruyor. AKP’de çift, hatta çok başlılık devam edecek. İktidar partisi belki geçici bir toparlanma göstermiş olabilir, ama bünyesel zafiyetleri devam ediyor. Tabanda parti bağı gevşek, bir o yana bir bu yana savrulan yüzde 10’luk bir kitle var. Araştırmalar aslında bu kesimin yüzde on beş dolayında olduğunu gösteriyor. Önümüzdeki dönemde bu hedef kitlenin kompozisyonu iyi belirleyip o kesime yönelik mikro politikalar geliştirebilmek büyük önem taşıyor.
Bu iktidar giderek büyüttüğü rant çarklarını çevirebilmek için otoriterleşmek zorundadır. İktidar çemberini daha fazla zenginleştirmek gayretleri devam ettikçe beklediğimiz şeffaflaşma, uzlaşma ve demokratikleşme mümkün değildir. Kamplaşmayla kazandığına inanan bir parti kamplaşmaya son vermeyecektir.
Hepimiz bilmeliyiz ki sorunların ana kaynağı gücün tek elde toplanması. Hükümet başkanın özel kalemi, parlamento onun onay makamı, hukuk maşası, toplum tebaası olduğu sürece Türkiye daha büyük sorunlarla karşılaşacaktır. Sorunların kaynağının ‘hep daha fazla güç isteyende’ olduğunu anlatabilmemiz lazım.
Toplumda iki tip korku görüyorum. Birincisi terör, ikincisi iktidar yani istibdat korkusu. Bu korkuya karşı en kısa zamanda hep birlikte, "Biz varız, biz büyük bir gücüz ve biz yaparız" diyebilmeliyiz. Ne zaman özgürlüğü, aydınlanmayı, demokrasiyi isteyen seçmen tabanı her şeyi bir partiye bırakmayıp büyük bir toplumsal sorumluluk üstlenirse bu engel o zaman aşılır. Ne zaman parti bu tabanla birlikte politika yapmayı başarırsa bu engel o zaman aşılır. Bunun yapılacağına inanıyorum. Ne kadar umutsuz olursanız korku o kadar daha fazla beslenir, yayılır. Umudu kaybetmez, haklılığımıza inanırsak korkuyu yeneriz.
Gezi’nin birçok yönü vardı ama belki de en önemlisi siyasi baskı kadar mahalle baskısına da hayır demesiydi. Otoriterleşme sürdüğü sürece özgürlük mücadelesi bitmez, ‘Gezi bitmez’.