CHP Grup Başkanvekili Altay: Eskiden kurtarma ekibi 'sesim geliyor mu' diye aşağıya seslenirdi, bu depremde enkazdan insanlar bağırıyor, sesimi duyan yok mu diye!

CHP Grup Başkanvekili Altay: Eskiden kurtarma ekibi 'sesim geliyor mu' diye aşağıya seslenirdi, bu depremde enkazdan insanlar bağırıyor, sesimi duyan yok mu diye!

CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depremlerinin ardından bölgede yaptığı incelemelere ilişkin, “Kefen yok. Hadi vinç yok, operatör yok. Ses var, ekip yok. Ekip var, ekipman yok. Ekipman var, ses yok. Eskiden deprem olduğu zaman kurtarma ekibi giderdi enkazın başına, sesim geliyor mu diye aşağıya seslenirdi. Bu depremde tersi oldu. Enkazdan insanlar bağırıyor, sesimi duyan yok mu diye. Böyle bir tablo yaşadık. Bunları konuşmamız lazım. Allah beterinden saklasın” dedi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Devlet nerede” diye soranlara yönelik olarak kullandığı “Kanı bozuk, karakter yoksunları, işbirlikçi sefiller” ifadeleri içinse Altay, “Muhalefeti tehdit ediyor, AHBAP’ı hedef gösteriyor. Devlet Bey, Türkiye’de ‘Devlet nerede?’ diye kavramı literatüre kim soktu biliyor musun sen. Tayyip Erdoğan soktu, 1999 depreminde. Hem de 99 depreminde, devlet beşinci saatinde her şeyiyle oradayken” yorumunu yaptı. Altay, seçim ertelenemeyeceğini belirterek, "Erdoğan, seçimi öteleyerek hesap vermekten kaçamaz. Hesabı millete vereceksin. Hem de ister 14 Mayıs’ta ister 18 Haziran’da… Memleket ve millet ağır yara almış. Millet yarasını kimin saracağını belirlemelidir" dedi.

CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, bugün TBMM'de basın toplantısı düzenleyerek gündeme ilişkin açıklamalar yaptı. 11 Şubat’ta yaşamını yitiren önceki CHP Genel Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal'ı anarak sözlerine başladı.

Altay, eski TBMM Başkanı, AKP kurucularından Bülent Arınç'ın seçimin ertelenmesine ilişkin yaptığı çağrı üzerine, "Felaketi bahane edip, milletin kantarına çıkmaktan kaçmak için önden sayın Arınç’tan böyle bir açıklama yapması istenmiş olabilir. Bilmiyorum. Çünkü sayın Arınç’ın zaman zaman AK Parti’ye yönelik eleştirel sözleri de oluyordu. Bu yüzden ‘AK Parti’nin vicdanı’ sözleri çok kullandı. Ben sayın Arınç’ın milletin vicdanı olmasını tavsiye eder ve arzu ederim" diye konuştu.  

Altay’ın konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:

"Baykal, siyaset bana ne verecek diye değil, ben topluma ne vereceğim anlayışıyla siyaset yapılmalı derdi hep bizlere"

"50 yıl kesintisiz hizmet veren sayın Deniz Baykal, devlette de siyasette de çok çok önemli görevler üstlendi. Benim aklımda Baykal ile çok şey kaldığı söylenir ama onun siyaset ile ilgili temel diskurunu sizinle paylaşmak isterim. Şöyle yaptı sayın Baykal, siyaset bana ne verecek diye değil, ben topluma ne vereceğim anlayışıyla siyaset yapılmalı derdi hep bizlere. Böyle tavsiyeleri olurdu. Kederli ailesine, sevenlerine, bütün CHP Ailesi’ne bu vesile ile tekrar başsağlığı diliyorum. Cenaze törenine gerek Meclis’te gerek camide katılan bütün siyasi partilerin genel başkanları, grup başkanvekillerine, milletvekillerine, yöneticilerine teşekkürü borç biliyorum.

"Enkaz altında 8’inci gününde hala mucizelerin gerçekleşmesi, içimize adete su serpiyor"

31 bin 974. Bu resmi rakam. İnşallah bu artmaz. Ama herkesin, hepimizin bildiği bir şey var ki fiili olarak durum daha da vahim görünüyor. Büyük bir acı, felaket yaşadık. Bizim şu an itibarıyla yaklaşık 96 milletvekilimiz bölgede, illerde, ilçelerde, beldelerde, köylerde… Milletin, vatandaşın derdiyle dertleniyor, haliyle hemhal oluyoruz. İhtiyaçları anında tespit edip, ilgili birimlere iletiyor arkadaşlarımız. Her vilayette bir sorumlu Genel Başkan Yardımcımız var. Her ilçede en az iki veya üç milletvekilimiz var. İl merkezlerinde ilin durumuna göre altı, yedi milletvekilimiz sahada, vatandaşlarımız ile beraber. Ölenlere Allah’tan rahmet diliyorum, yaralılar var, acil şifalar diliyorum. İstanbul’da, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde yaralılarımız var. Enkaz altında 8’inci gününde hala mucizelerin gerçekleşmesi, içimize adete su serpiyor. İnşallah yeni mucizeleri de görürüz diye düşünüyorum. Dualarımızın enkaz altında olanlarla olduğunu belirtiyorum.

"Allah bu milletten razı olsun, milletimiz büyüklüğünü bir kez daha gösterdi"

Ben bu 6-7 Şubat itibarıyla Osmaniye, Antakya, Pazarcık, Kahramanmaraş, Nurdağı, Islahiye, İskenderun bölgelerinde bulundum. Böyleyi taradım. Bölgedeki vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimizi ilettim. Yapacağımız bir şey varsa onları yaptık. Tablo vahim. Böyle manzaralardan siyaset yapılmaz. Evet yapılmaz. Böyle manzaralar karşısında gerçekleri, aksayan yönleri söylemezsek de işimizi yapmamış oluruz. Şuydu olay; mesela Çarşamba, Maraş’tan Adana’ya doğru gidiyorum, yol gidişli gelişli. Benim gittiğim istikametten boş tırlar seyrediyor. Onlar yavaş gittiği için ben yüzlerce boş tırı geçtim. Karşıdan da binlerce tır geliyor. Bunların bir kısmının tepesinde iş makinesi var, bir kısmı kapalı dorse; gıda, erzak, giyecek yardım yağdı. Allah bu milletten razı olsun. Milletimiz büyüklüğünü bir kez daha gösterdi.

"Ama çok net bir şey gördük, müthiş bir organizasyon bozukluğu, kabiliyetsizliğini orada yaşadık"

Mesela gördüğüm bir manzara; Osmaniye’de çadır betona koyulmuş, içi bomboş. Bir hamile kadının doğumuna 20 gün var. Bir elinde çocuk, bir elinde bir çocuk, ‘bana yardım edin’ dedi. Dedim ‘bacım ne istiyorsun, nasıl yardım edelim.’ Hiçbir şey yok ki dedi. Çarşamba günü karnı burnunda, 20 gün sonra doğum yapacak, betonda yatıyor. Bunları görmemiz, bilmemiz lazım. Osmaniye’de otobüs durağında yürürken bir aile, 4 yaşında küçük yavru da var. Geçmiş olsun dedim. ‘Biz ne yapacağız’ dedi. ‘Biz bu otobüs durağında mı yatacağız’ dedi. Ne çadır ne battaniye… Bu eksiklikleri şunun için söylüyorum, evet bunlar aynı anda olmayabilir. Ama çok net bir şey gördük, müthiş bir organizasyon bozukluğu, kabiliyetsizliğini orada yaşadık.

"85 milyonlu Türkiye, 200 bin çadır stoğuna kalmışsa vay ki vah"

Her yerden iki ses çıkıyordu. Yemek diyen yoktu, karnım aç diyen yoktu. İlk üç, dört gün insanlar vinç, vinç, vinç diye bağırdı ya. Efendim iş makinesi var operatör yok. Üçüncü günden itibaren de halen şu anda bugün 8’inci gün insanlar çadır, çadır, çadır diye bağırıyor. Ve çadır yok. 200 bin çadır kurulmuş, resmi açıklamaya göre. Bitmiş. 85 milyonlu Türkiye, 200 bin çadır stoğuna kalmışsa vay ki vah. Oraya lazım 500 bin çadır. Ama yok. Yok. Çadır yok. Bunu söylemeyelim mi? Bunu anlamak da mümkün değil.

"Erdoğan kusura bakma, tüm vatandaşlar devleti aradı"

AFAD Başkanı’nı büyükelçi yapmışlardı. Tanzanya’dan adamı geri çağırdılar. Niye? AFAD’ın bir başkanı yok mu? Acil Kurtarma Genel Müdürü yok mu? Tanzanya’daki büyükelçiyi çağırdılar. Orada da bir sıkıntı var. Ona değineceğiz. İkinci günü AFAD’da çalışmak üzere gönüllü gelmiş. Benden kürek istedi. Osmaniye’de… Kürek bulsam gideceğim dedi. Böyle bir tablo ile karşı karşıyaydık. Pazartesi günü orada hiç Erdoğan kusura bakma, tüm vatandaşlar devleti aradı. Pazartesi günü devlet orada hakikaten yoktu. Sivil toplum kuruluşları vardı, ilçe belediyeleri yetişmişti. Ama devlet yoktu. Salı günü devlet göründü. Nasıl göründü, eli, ayağına dolanmış bir devlet… İş makinesi gelmiş, operatör de var. AFAD yetkilisi diyor ki ‘Dur talimat gelmedi, seni nereye yönlendireceğimi bilmiyorum’ diyor. İnsanlar enkaz altında. İlk 72 saat çok önemlidir. Ne olacaksa o zaman olacak. Ve çarşamba günü devlet, yetersiz koordinasyonsuz bir şekilde çalışmaya başladı. Koordinasyon yine yoktu, hala yok.

"Vergi kaçırmak için kullanılan bir kurum haline dönüşürse Kızılay, güven de olmaz"

Geliyoruz AFAD’a… Bir Kızılay’ımız vardı. İlk deprem olduğu zaman onu görürdük. Bir deprem olduğunda çadırlar kurulur, seyyar mutfaklar, seyyar hastaneler kurulurdu. Görmedik. AFAD çadırı gördük. Çok az da olsa gördük. Kızılay çadırı görmedik. Yoktu. Orta yerde bir Kızılay yok. Kızılay’a zaten toplumda güven de yok. Vergi kaçırmak için kullanılan bir kurum haline dönüşürse Kızılay, güven de olmaz. Bu yönetim fecaatinin, devlette liyakatin ne kadar bitirildiğinin de bir göstergesidir.

"Bay Kemal’in belediye başkanlarına talimatı, ‘AFAD ile eşgüdümlü olun’"

Yardımı tek merkezden koordine etmek şüphesiz çok önemli. İlk gün sayın Genel Başkanımız da belediye başkanlarımıza dedi ki ‘AFAD ile birlikte çalışın, şimdi siyaset zamanı değil.’ Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Bay Kemal’in belediye başkanlarına talimatı, benim yanımda söyledi. ‘AFAD ile eşgüdümlü olun’ dedi. Derdimiz bağcı dövmek değil, yaraya merhem olmak, kurtarmak; kurtardığımızı doyurmak, giydirmek… Fakat AFAD, ‘sen dur.’ Bir belediyemiz jeneratör göndermiş, ‘Vay efendim bu jelatine sarılmamış’ diye kabul edilmediği ile ilgili bize şikâyet geliyor.

Depolarda; erzak, hijyen malzemesi var. Dağıtma kabiliyet ve kapasitesi yok. Halen yok. 8’inci günde de yok. Cumartesi tekrar gideceğim bölgeye. İnşallah bunların bir yoluna girdiğini görürüm. Varlık içinde darlık çektik ya. İşin özü bu. Evsiz kalmış yüzbinler… Karnı aç, depoda var. 6 kilometre ötede köyde adam aç, aç… Açık, çıplak. Depoda var. Böyle bir şey olabilir mi? Böyle devlet olabilir mi? Böyle beceriksizlik neden olur? Hep söylüyoruz, Arama Kurtarma Genel Müdürü’nü atıyorsun. Kim? İlahiyatçı. İlahiyatçılar da bizim. İlahiyatçı ben musallaya yatınca lazım. Camide önümde lazım ya. Arama Kurtarma Genel Müdürlüğü… Bir itfaiye çavuşunu yapsan bu ilahiyatçı genel müdürden daha iyi iş yapar. Bir inşaat ustasını yapsan daha iyi iş yapar. Bu ülkenin çok iyi yetişmiş mühendisleri var. Aman efendim, ideolojik olarak bana biat edeni devletin her kurumuna yerleştiririm. AFAD Başkanı, vali galiba. AFAD’ın bütün üst düzey yöneticileri ya ilahiyatçı ya sosyal hizmetlerle ilgili alanlarda yetişmiş. Ya teknik adam yok AFAD’da ya.

"Eskiden kurtarma ekibi 'sesim geliyor mu' diye aşağıya seslenirdi, bu depremde enkazdan insanlar bağırıyor, sesimi duyan yok mu diye"

Cenaze var. Savcı görmeden gömemezsin denmiş. Gelsin görsün. Sen cenazeyi karakola getir. Lafa bak ya. Depremde annesini, babasını kaybetmiş birine söylenmiş laf, laf mıdır ya? Cenazeleri toplayın merkeze, adliyeye, karakola götürün. Bunlar yaşandı bölgede. Kefen… Kefen yok. Hadi vinç yok, operatör yok. Ses var, ekip yok. Ekip var, ekipman yok. Ekipman var, ses yok. Eskiden deprem olduğu zaman kurtarma ekibi giderdi enkazın başına, sesim geliyor mu diye aşağıya seslenirdi. Bu depremde tersi oldu. Enkazdan insanlar bağırıyor, sesimi duyan yok mu diye. Böyle bir tablo yaşadık. Bunları konuşmamız lazım. Allah beterinden saklasın. Bilinen bir söz var, ‘Tedbir bizden, takdir Allah’tan.’ 20 yıldır bu ülkeyi yönettiniz. 30 küsur milyar deprem vergisi topladınız, onu bari deprem için harcasaydınız ya. Aldığınız deprem vergileri ile çadır alsaydınız bırak önleyici tedbiri… Şu deprem vergileri ile çadır alsaydınız milleti 8 gün boyunca bu öldürücü soğuğa mahkûm etmemiş olurdunuz. Ayıp. Devlet burada hakikaten sınıfta kalmanın ötesinde bir ayıba, günaha ortak olmuştur.

1999 depreminde asker, seyyar hastanesiyle, seyyar mutfakla, çadırla öğlende oradaydı. Altı saat sonra oradaydı. Asker enkazın başındaydı. Bu askeri üç gün niye beklettiniz kardeşim? Depremde en iyi kurtarma marifetine sahip olan madenciler niye üçüncü günde geldi ya. İki gün niye getirmediniz. Milletin enkazda ölmesini, inlemesi mi beklediniz? Zevk mi aldınız bundan? Sormayalım mı bunları? Asker neden üç gün sonra geldi? Soru iki; AFAD neden bir türlü organize olamadı? Organize etmekten sorumlu olan AFAD, kendisi organize olamadı ki gelen belediyeleri yönlendirsin. Yönlendiremedi, eli ayağına dolandı. Üçüncü soru; madencileri neden geç yönlendirdiniz? Arama kurtarmadaki en marifetli kadromuzu neden üçüncü günde gönderdik oraya? Dördüncü soru; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin elinde termal ve sismik arama cihazları var. Ben bunları ilk gittiğimde hiç görmedim. Oraya gittim, iki gün kaldım, Ankara’ya geldim. Ankara’da bir buçuk gün kaldım, tekrar gittim. Bu cihazlar niye üç gün sonra geldi diye sormayalım mı ya. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 6 saatte seyyar hastane, seyyar mutfak, çadır kent kurması imkanı varken neden üç gün geciktiniz diye sormayalım mı? Ve Akdeniz’de, Ege’de binlerce otel bomboş dururken depremzedeleri yerleştirmek için üniversiteleri kapatıp, öğrenci yurtlarına depremzedeleri yerleştirerek neden eğitim ara verdiniz? Gücünüz yetmiyor mu o otellere? Boş otel varken öğrencileri yurttan karga tulumba çıkarıp oraya depremzede yerleştirmek doğru mu? Bunu neden yaptınız? Bunu da bu millete açıklayın. AFAD’ı neden ideolojik sadakate göre yapılandırdınız? Deprem vergileriyle neden deprem adına bir cümlelik bir iş yaptık diyebileceğiniz bir şey toplumun önüne koyamıyorsunuz? Neden? 20 yıllık AK Parti iktidarından bir cümle istiyorum. Yok koyamıyorlar. Bunları sormayalım mı?

"Erdoğan, seçimi öteleyerek hesap vermekten kaçamaz"

Bir felaketi bahane edip seçimden kaçma hevesini de bu arada gözlüyoruz. Felaketi bahane edelim, seçimi öteleyelim. Neden? Bak Erdoğan, TBMM’nin milletten aldığı yasama yetkisinin son 124 günündeyiz. Bak Erdoğan, senin milletten aldığın yürütme yetkisinin son 124 günü kaldı. 125’inci gün o yetki senin değil, milletin. Depremin ağır sonuçlarını çok açık olarak yürütmenin beceriksizliği, yürütmenin koordinasyonsuzluğu, yürütmenin ihmali ve devletin liyakatten yoksunlaşması iken Erdoğan, seçimi öteleyerek hesap vermekten kaçamaz. Hesabı millete vereceksin. Hem de ister 14 Mayıs’ta ister 18 Haziran’da… Memleket ve millet ağır yara almış. Millet yarasını kimin saracağını belirlemelidir. Millet yaraları kimin saracağını, sorunları kimin çözeceğine karar vermelidir. Sen bu kararın önüne geçemezsin YSK üzerinden seçimleri öteleyerek. Erdoğan, bırak yaraları kimin saracağına millet karar versin. Kusurlarını depreme sığınıp seçimi bir yıl erteleyerek örtemezsin. Bu millete o hesabı vereceksin.

"Devlet, bizim devletimiz, Erdoğan’ın ya da Bahçeli’nin devleti değil"

AHBAP hedefte. Neden? Millet, Kızılay’a da AFAD’a da güvenmiyor. Parasını oraya vermek istemiyor. CHP’nin bir yetkilisinden siz ‘AFAD’a para vermeyin’ diye bir şey duydunuz mu? Kızılay’a yardım etmeyin diye bir şey duydunuz mu? Kızılay’ı itibarsızlaştırmışsınız, belediyelere daha önce koronavirüs döneminde yapılan yardımlara çökmüşsünüz, devleti liyakatsiz, beceriksiz bir sürü yandaş ile doldurmuşsunuz millet verdiği paranın, veriliş amacına uygun bir tereddüt yaşıyor ve AHBAP’a yardım yapıyor. Esmiş, gürlemiş Devlet (Bahçeli) Bey, ‘devlet nerede’ diyen mağdurlara, hakaret, tehdit ediyor. Muhalefeti tehdit ediyor, AHBAP’ı hedef gösteriyor. Devlet Bey, Türkiye’de ‘devlet nerede?’ diye kavramı literatüre kim soktu biliyor musun sen? Tayyip Erdoğan soktu, 1999 depreminde. Hem de 99 depreminde, devlet beşinci saatinde her şeyiyle oradayken. ‘Devlet nerede’ demek Tayyip Erdoğan söyleyince bir haklı çıkış, Tayyip Erdoğan karşıtları söyleyince ihanet, hainlik, bölücülük, teröristlik… Kafaya bak. Türkiye’yi yönetenlerin kafasına bak. Böyle büyük bir depremin üçüncü gününde devleti sorgulamak, sahada olabildiğini hisseden herkesin görevidir. Devlet, bizim devletimiz. Erdoğan’ın ya da Bahçeli’nin devleti değil. Hep söylüyor Bay Kemal, ‘Bunlar maalesef devleti çürütüyorlar.”

"Ben sayın Arınç’ın milletin vicdanı olmasını tavsiye ederim"

Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın “Seçimin ertelenmesi” yönündeki açıklaması ile ilgili soru üzerine Altay, şu yanıtı verdi:

"Bu çok açık. Felaketi bahane edip, milletin kantarına çıkmaktan kaçmak için önden sayın Arınç’tan böyle bir açıklama yapması istenmiş olabilir. Bilmiyorum. Çünkü sayın Arınç’ın zaman zaman AK Parti’ye yönelik eleştirel sözleri de oluyordu. Bu yüzden ‘AK Parti’nin’ vicdanı sözleri çok kullandı. Ben sayın Arınç’ın milletin vicdanı olmasını tavsiye eder ve arzu ederim. Sayın Arınç’ın seçimin ertelenmesiyle ilgili yazısını okudum. Her şeyden önce bunca yıllık siyasi tecrübesiyle örtüşmeyen bir yazı kaleme almış. Deprem oldu bitti, ölenler öldü. Allah’ım rahmet eylesin, yaralılar hastanelerde Allah’ım şifa versin. Sağ kalanlar da bir şekilde başını kuruluğa koyacak. Ve önümüzde tam dört ay var. Bu seçimi yapmaya niye engel olsun sayın Arınç? Dört ay da yapılamayıp da dört ay sonra ne yapılacak söylesin. Ben söyleyeyim, dört ayda da on ayda da depremzedelerin tümünün yeni konutlarına yerleşmesi mümkün değildir.” (ANKA)