CHP: KHK ihraçları Anayasa'nın 121, 129 ve 130'ncu maddelerine aykırıdır

CHP: KHK ihraçları Anayasa'nın 121, 129 ve 130'ncu maddelerine aykırıdır

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin ardından 1 yıl 17 gün geçmesine rağmen OHAL uygulaması devam ediyor. CHP, OHAL uygulaması süresince hak ihlallerini araştıran "Darbe Girişimi"nin İnsan Haklarına Yansıması Raporu"nu yayımladı. Raporda, Hükümet tarafından hazırlanan Araştırma Komisyonu raporunu darbe girişimi sonrasında yaşanan hak ihlallerini net yansıtmadığı vurgulandı. Yaşanan hak ihlallerinin bir an önce gidirilmesi gerektiği söylenen raporda, "15 Temmuz gecesi ve ertesi günlerde alınması zorunlu olan ivedi tedbirler, kalıcı hale dönüştürülmemeli" denildi. 

Raporda ayrıca KHK ile ihraçların anayasının 121, 129 ve 130'ncu maddelerine aykırı olduğu da belirtildi

Aynı raporda "Gözaltında kayıplar, işkence ve kötü muamele iddiaları tarafsız ve bağımsız şekilde soruşturulmalı, sonuçlar kamuoyu ile paylaşılmalıdır" deniliyor.

 

Darbe Girişimi'nin İnsan Haklarına Yansıması Raporu

AKP tarafından hazırlanan Araştırma Komisyonu raporu, darbe girişimi sürecinde ve sonrasına dair herhangi bir tespit yapmamakta ve devam eden insan hakları ihlallerinin önlenmesine, ihlali gerçekleştirenlerin tespit edilerek yargı önüne çıkarılmasına dair herhangi bir öneriye yer vermemektedir.

Anayasanın 15. maddesinin 2.fıkrasında düzenlenen haklar savaş dahil hiçbir koşulda sınırlandırılamayan haklardandır. Yukarıda ayrıntılarıyla değinildiği üzere, ülkemiz 15 Temmuz 2016 tarihinde bir askeri darbe girişimi yaşamış ve tüm toplum kesimlerinin karşı çıkması ile bu darbe bastırılabilmiştir. Darbenin bastırılmasının üzerinden darbecilere ve arkasındaki örgüte (FETÖ/PDY) yönelik gerçekleştirilen operasyonlarda bizzat devlet televizyonu ve ajansları yolu ile servis edilen görüntülerden anlaşıldığı kadarı ile yüzlerce hatta binlerce kişiye işkence ve kötü muamele yapıldığı iddia edilmiştir.

Bunun yanı sıra insan hakları örgütlerine işkence ve kötü muamele ile ilgili başvurular olmakta, ancak etkili soruşturma yürütülmediğine dair görüşler kamuoyu ile paylaşılmıştır. Nitekim, TBMM insan haklarını inceleme komisyonuna da resmen çok sayıda işkence iddiası başvurusu yapılmıştır.

Birleşmiş Milletler (BM) İşkenceye Karşı Sözleşmesini imzalayarak otoritesini ve denetleme yetkisini Türkiye’nin de tanıdığı BM İşkenceye Karşı Komite (UNCAT) Mayıs 2016’da Türkiye’nin dördüncü periyodik raporunu değerlendirmiş ve çeşitli uyarı, tavsiye ve öneriler içeren Sonuç Gözlemlerini kabul etmiştir.

BM İşkenceye Karşı Komite (UNCAT), sözü edilen Sonuç Gözlemlerinde, son dönemde kolluk kuvvetlerinin alıkonulan kişileri işkence ve kötü muameleye maruz bıraktığına dair kendilerine ulaşan çok sayıda güvenilir raporlar nedeniyle duyduğu kaygıyı dile getirerek, Türkiye’ye İşkenceye Karşı Sözleşmenin 2. maddesinin 2. paragrafında yer alan, “hiçbir istisnai durum, ne savaş hali ne de bir savaş tehdidi, dahili siyasi istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hal, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez” şeklindeki mutlak işkence yasağını hatırlatmıştır. Komitenin bu uyarısı bugün içinden geçtiğimiz olağan üstü koşullarda çok daha fazla anlam kazanmaktadır.

Darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL ve çıkarılan OHAL KHK’ları ile yüz binin üzerinde kamu görevlisi kamu görevinden açığa alınmış veya kamu görevinden ihraç edilmiştir.

Hükümet yetkililerinin kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda, kamu görevinden çıkarılanlarla ilgili olarak yapılan şikayetlere, kurum amirlerinin kanaatlerine, çeşitli istihbarat raporlarına, kişilerin sosyal medya hesaplarına, kişilerin çeşitli sosyal ilişkilerine, kişilerin düşüncelerine uygun yaşam biçimlerine dayalı olarak kullanılan kanaatlerle ve sendika üye ve yöneticileri bakımından ise sendikasının toplumsal muhalefet içerisinde yer alıp almadığına göre işlem tesis edilmiştir.

Ceza mahkemesi kararı ile tespit yapılmadan, araştırma adli süreçlerden geçirilmeden kesin ihraç gibi ağır yaptırım türleri doğrudan uygulanmıştır. Gerekli adli tahkikat süreçleri yapılmadan, suça karışmış kişiler kadar suç ile hiç ilgisi olmayan kişilerin kesin ihraç edilmeleri ile masumiyet karinesi çiğnenmiştir. Yapılan bu ihraçlar, Anayasanın 15. maddesinin 2. fıkrası ile AİHS’in 15. maddesinin 2. fıkrası, BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesinin 4. maddesi ihlal edilmiştir. Yaşanan insan hakları ihlallerinin önemli bir çoğunluğunu oluşturan kamudan yapılan ihraçlarda masumiyet ilkenin açıkça çiğnendiği ve çok ağır insan hakkı ihlallerine yol açıldığı anlaşılmaktadır.

Aşağıda kamudan ihraçlarla ilgili uluslararası hukukta kabul edilmiş genel kurallara yer verilmiş olup bu kurallara uygun olarak hareket edilmediği anlaşılmaktadır

KHK ile ihraçlarda ihlal edilen hakları aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

KHK ile liste usulü ihraç, Anayasa’nın 121, 129 ve 130. maddelerine aykırılık taşımaktadır. Nitekim OHAL’in gerekli kıldığı konularda KHK çıkarılabilmektedir. Savunma hakkı tanınmadan kamu görevlilerine disiplin cezası verilememesi mümkün olmayıp, bu gibi yaptırımların yargı denetimi dışında tutulması mümkün değildir.

Anayasa’nın 125. maddesi uyarınca idarenin her türlü eylem ve işlemleri yargı denetimine tabidir. KHK ile tesis edilen kamu görevinden çıkarma işlemleri için açılan davalarda incelenmeksizin red kararları verilmesi hukuka aykırılık teşkil etmektedir.

Hak arama özgürlüğü, savunma hakkı, masumiyet karinesi, adil yargılanma hakkı etkili başvuru yolu ihlal edilmiştir. Anayasa 36. ve 40. madde ile AİHS 6. ve 13. madde ihlal edilmiştir. Ayrımcılık yasağı, Anayasa 10. maddesindeki kanun önünde eşitlik hakkı, AİHS’in 14. maddesindeki ayrımcılığa uğramama hakkı, İLO’nun 111 sayılı iş ve meslekte ayrım görmeme hakkı bağlamında ihlal edilmiştir.

Din ve vicdan özgürlüğü hakkı Anayasanın 24. maddesi ile AİHS’in 9. maddesi bağlamında ihlal edilmiştir.

Düşünce ve kanaat özgürlüğü hakkı, ifade özgürlüğü Anayasanın 25. maddesi ile AİHS’in 10. maddesi bağlamında ihlal edilmiştir. Binlerce kamu görevlisinin sosyal paylaşımlarındaki eleştiriler nedeni ile ihraç edildiği iddia edilmiştir.

Örgütlenme özgürlüğü Anayasanın 51 ve 53. maddeleri ile AİHS’in 11. maddesi, İLO’nun 158 sayılı sözleşmesi bağlamında ihlal edilmiştir. Binlerce kamu görevlisi sendikal haklarını kullandıkları için ve bu temelde muhalefet ettikleri için ihraç edildiği ileri sürülmüştür.

Özel hayata saygı hakkı, kişisel veriler Anayasanın 20. maddesi ile AİHS’in 8. maddesi bağlamında ihlal edilmiştir. Çalışma hakkı Anayasanın 49 ve 50. maddeleri, BM Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 7. maddesi, İLO’nun 111 ve 158 sayılı sözleşmeleri bağlamında ihlal edilmiştir. Ayrıca alınan kararlar, BM Ekonomik ve Sosyal Komitenin 2005 tarihli 18 nolu genel açıklayıcı yorum kararına aykırılık teşkil etmektedir.

Toplanma ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı Anayasanın 34. maddesi ile AİHS’in 11. maddesi bağlamında ihlal edilmiştir. Seyahat özgürlüğü hakkı, sadece suç isnad edilenler değil eş ve yakınlarının pasaport iptalleri ile Anayasanın 23. maddesi bağlamında ihlal edilmiştir.

Mülkiyet hakkı mal varlıklarına el konulması suretiyle Anayasanın 35. maddesi bağlamında ihlal edilmiştir.

Bu hak ihlalleri Türkiye’nin yargılama yetkisini kabul ettiği ve Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca uymakla yükümlü olduğu AİHM içtihatlarına aykırılık teşkil etmektedir.

Darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL, olağan bir rejime dönüşmüş ve iş bu muhalefet şerhimizin yazıldığı süreçte halen sürmektedir. Türkiye’de 2004 yılına kadar devam eden gözaltında kaybetme ve zorla kaybetme vakalarının yeniden yaşanmaya başladığı iddia edilmektedir. Özellikle Ankara’da Sokak ortasında zorla kaçırılarak kaybedilmek istenen 11 kişi olduğu kamuoyuna yansımıştır. Bu konuda insan hakları örgütleri (İHD) BM’ye ve TBMM İnsan hakları inceleme komisyonuna başvuru yapmıştır.

2013 Gezi olaylarıyla başlayan dönemde çıkarılan yasalar ve OHAL’in ilanından sonra KHK’ler ile sağlanan yargı zırhı, kolluk güçlerinin denetimden yoksun kılınması tüm muhalefete yönelmektedir. Mücadele FETÖ ile mücadele ile sınırlı kalmamakta, muhalif olduğu düşünülen kişilere ve kurumlara yönelmektedir. Somutlaştırmak gerekirse, göreve iade talebiyle açlık grevini cezaevinde sürdüren ve sol değerlere sahip olduklarını inkar etmeyen Semih Özakça ve Nuriye Gülmen’in ya da 7 Haziran günü gözaltına alınan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şube Başkanı Avukat Taner Kılıç’ın “FETÖ’cü olduğunu” iddia etmek, bu yapılanmayla mücadelenin gereken ciddiyeti taşımaktan uzak olduğunu ortaya koymaktadır. Yine işinden edilen Veli Saçılık’ın sokak ortasında kurşuna dizilir gibi plastik mermilere hedef yapılmasının ne FETÖ ile mücadele ne de  terörle mücadele bağlamında değerlendirmek mümkün değildir.

İsnad edilen suç ne olursa olsun, alınacak tedbirlerin ve yapılacak tahkikatın hukuka uygun olması gerekmektedir. Bu bağlamda Soruşturmaların tarafsız ve etkili bir biçimde sürdürülmesi için Türkiye’nin de imzacısı olduğu ulusustü hukuk kurallarına uygun yasal düzenlemeler gecikmeksizin TBMM gündemine getirilmeli, KHK’yla kolluk güçlerine “işkence” ve “kötü muamele” suçlarında cezasızlık getiren hükümler derhal ve geçmişe dönük olarak iptal edilmeli, kamu vicdanını rahatlatmak için işkence ve kötü muamele iddialarına soruşturmalar şeffaflık içinde yürütülmeli ve sonuçları kamuoyuna açıklanmalıdır.

Darbe girişiminden sonra binlerce kişinin tutuklanması ve tutuklamanın bir baskı/yıldırma aracı olarak kullanılmaya devam edilmesi nedeniyle, zaten ağır olan cezaevi koşullarının insanlık onuruyla bağdaşmayacak noktaya geldiği partimizin Cezaevi Komisyonu’nun tespit ve raporlarına, keza ilgili sivil toplum örgütlerinin ve basının aktarımlarına yansımaktadır. Son 10 yılda tutuklu ve hükümlü sayısının yüzde 117,7 arttığını ve tutuklu-hükümlü sayısının 200 bine yaklaştığını Adalet Bakanlığı açıklamıştır. Ocak ayında Adalet Bakanlığı tarafından soru önergesine yanıt olarak, darbe girişiminden sonra “FÖTÖ/PDY” iddiasıyla 42 bin 83 kişinin tutuklandığını bildirilmiştir. Koğuşlara kapasitenin çok üzerinde mahkum yerleştirildiği, sıcak su, tuvalet/banyo, yemek gibi temel ihtiyaçların karşılanmadığı, sağlık hizmetlerinin hemen hiç olmadığı cezaevi koşulları, cezalandırmanın da insan haklarına uygun olması niteliğine zarar vermektedir. Adalet Bakanlığı’nın “cezaevlerinde ‘işkence’, ‘kötü muamele’ nedeniyle hakkında soruşturma açılan personel sayısı”na ilişkin verilen soru önergelerini yanıtlamamaktadır.

15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra tutuklanan binlerce kişiye yer açılması için Ankara, İstanbul, İzmir gibi belirli merkezlerdeki cezaevlerinde bulunan ve tedavileri zorlukla sürdürülmeye çalışılan hasta mahkumların büyük bir çoğunluğu başka cezaevlerine nakledilmiş, bu sebeple tedavileri zorlaşmıştır.

Bu nedenlerle;

15 Temmuz gecesi ve ertesi günlerde alınması zorunlu olan ivedi tedbirler, kalıcı hale dönüştürülmemeli, bu kalıcılığın yol açtığı insan hakları ihlalleri derhal giderilmeli ve bu ihlallere yol açanlarla ilgili etkili soruşturma imkanı sağlanmalıdır. Olağanüstü halin gerektirdiği sınırlı sürede ve sınırlı tedbirler genişletilmemeli ve kalıcı hale getirilmemelidir. Olağanüstü halin sağladığı dokunulmazlık zırhı kaldırılmalı, hak ihlaline yol açan sorumlular yargılanmalıdır. Tutuklama kararlarının geçerli hukuki dayanaklarıyla bir zorunluluktan kaynaklandığı hukuksal olarak kanıtlanmalıdır. Delilden yoksun, sadece spekülasyona veya kurum içi kanaat diye nitelendirilen görüşler ile verilen tutuklanma kararları tüm sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırılmalıdır. Ulusal emredici normlara ve uluslararası hukuksal müeyyidelere uygun hazırlanmamış iddianameler iade edilmeli; bu tür iddianamelerle açılan davalar düşürülmelidir. Hukuki ve idari başvuru süreçleri, şeffaf bir biçimde sürdürülmeli, tüm belge ve bilgilerin taraflara açık olması sağlanmalıdır.

Ceza infaz kurumlarında yaşanan hak ihlalleri ortadan kaldırılmalıdır.

Gözaltında kayıplar, işkence ve kötü muamele iddiaları tarafsız ve bağımsız şekilde soruşturulmalı, sonuçlar kamuoyu ile paylaşılmalıdır.