CHP Grup Başkanvekili Engin Altay; yarın açıklanması beklenen asgari ücrete yapılacak zam oranına ilişkin “Açlık sınırı 6 bin 390 lira olan bir ülkede 3 bin lirayla geçinemezsin. Bu yaz öyle böyle geçer, ekmek karpuz geçiririz. Kış geçmez. Bu kışı emeklerimiz geçiremez. Çok net ve samimi olarak söylüyorum, 6 bin 391 liranın altındaki bir zam zulümdür. Adaletsizliktir, hak gaspıdır, emek gaspıdır, emek hırsızlığıdır, alın teri hırsızlığıdır” dedi.
CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, TBMM’de basın toplantısı düzenledi. Engin Altay’ın konuşmasından satır başları şöyle:
Tayyip Erdoğan’ın da çok kullandığı bir söz var. Doğru bir söz. ‘Eğitim alanındaki zafiyetin mazereti olmaz.’ Bugün, LGS sınavları açıklandı. Tablo yine çok vahim. Esasen bu tablo sadece bu yıl değil geriye dönük, yıllardır; eğitim sisteminde bir şey ters gidiyor. İstenilen başarıyı ve niteliği bir türlü yakalayamıyoruz. Hamaset bol, janjanlı açılışlar bol; ama başarı yok, kalite yok, nitelik yok. Allah aşkına şu tabloya bir bakalım. LGS tablosu… Türkçede 20 soruda doğru cevap ortalamamız sadece 9. İnkılap tarihi 10 soru da ortalamamız 5. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi 10 soruda ortalamamız altı. Yabancı dil 10 soruda ortalamamız 4. Matematik 20 soruda ortalamamız 4. 20 soruda, 1 soru yapan da çok sayıda öğrencimiz var. Fen bilimlerinde ortalamamız 20 soruda 9. Bu nasıl bir tablo? Bunca çocuğumuzu aileler türlü fedakarlıklarla, yemeyip içmeyip sırtına ceket almayıp çocuklarını olabildiği kadar en iyi okulda okutmaya çalışsın ama dökülüyoruz. Tablo 2018’den beri yani tek adam rejiminden beri vahim bir şekilde olumsuz. Mesela 2018’de ortalamamız 12 iken 9’a düşmüş Türkçe’de. İnkılap tarihinde 7 olan ortalamamı 5’e düşmüş. Din Kültürü ve Ahlak bilgisinde 8 olan ortalamamı 6’ya düşmüş. Yabancı dilde 5 olan ortalamamız 4’e düşmüş. Bu tablo kabul edilebilir bir tablo değil. Eğitime bilimsel yaklaşarak, pedagojik yaklaşarak yeniden el atmak için Türkiye çok da geç kaldı. Yazık; çocuklara yazık, ailelere yazık. Lise giriş sınavlarındaki tablo, milli eğitim sisteminin tıpkı ekonomimiz gibi, tıpkı demokrasimiz gibi, tıpkı insan hakları gibi, iflas ettiğinin çok somut bir belgesidir. Bu başarısızlıktır, başarısızlık öğrencilerin değildir, velilerin de değildir. Başarısızlık; yönetimindir, ülkeyi idare edenlerindir. Çocuklarımıza günah. Çocuklarımızın harcıyoruz. Çocuklarımızı olması gereken noktaya bir türlü ulaştıramıyoruz. Hükümetin ayıp karnesinde, yeni bir ayıpla da böylece karşı karşıyayız.
Bizim, ‘sansür kanunu’ diye nitelediğimiz kanun; TBMM’de muhalefetin ısrarlı defansı sonucu, dört ay en azından ertelendi. Çok ısrarla, çok şiddetle; sansür kanununu bu hafta, önümüzdeki hafta bitirmekte kararlı görünen Cumhur İttifakı, şimdilik en azından bir geri adım atmak durumunda kaldı. Doğru bir iş yapıldı. Tabi bizim basıncımızla, bizim defansımızla, TBMM İçtüzüğü’nden kaynaklı haklarımızı maksimum düzeyde kullanacağının altını ısrarla çizmemiz sonucunda, şimdilik geri adım atıldı. Ne kadar haklı olduğumuza da yeni yeni kanıtlar zaten çıktı. İktidarın özgür basına tahammülü yok. İktidarın muhalefete tahammülü yok. İktidarın karşıtlığı bırakın eleştiriye tahammülü kalmadı. Bu kötü bir durum iktidar için, bizim için değil bizi susturamazlar. Gerçekten cesur yürekli kalemlerde susmaz. Bu sansürle sosyal medyada insanları susturmak istiyorlardı. Sosyal medyaya bir giyotin tesis etme yasasıydı. İtirazımız buna. Biz de istemiyoruz sosyal medyada yalan haber, küfür, hakaret, troll saldırısı… Erdoğan’dan çok bizim müşteki olduğumuz meseleler bunlar. Ama bu böyle olmaz. Bu işin sahipleri var, bu işin çalışanları var. Bu işin tarafları var. ‘Ben sarayda yazarım, Fahrettin Bey ve sarayda oturur adamlarıyla bunu yazar, beş milletvekili altına imza atar geçer.’ Buna müsaade edemeyiz, etmeyeceğiz. Burası şimdilik dört aylığına da olsa geri çekilmek suretiyle önemli bir kazanım elde edildi. Doğru da bir iş yapıldı. Getirmeleri halinde, geçirmeleri çok zordu. Niçin dedim, ‘ne kadar haklı olduğumuzun kanıtları çıktı?’ Sözcü muhabiri Erdoğan Süzer, bir haber yapmış. Özelleştirme idaresinin arsa satış ilanlarını haber yapmış. Bunda ne var? Ve habere de ‘parsel parsel satıyorlar’ diye başlık atmış. ‘Parsel parsel satıyorlar’ başlığı, Erdoğan Süzer’den önce kullanılan bir başlık. Bülent Arınç'ın Melih Gökçek için kullandığı bir ifadedir. Bir yandaş vatandaş CİMER’e bu haberi şikayet ediyor. ‘Ben Osmanlı torunuyum bu haber beni incitti’ diyor. Haydi incitebilir. Sonra ne oldu? CİMER, bu şikayeti savcıya gönderiyor. Haydi buna da kabul. Ama Allah’tan kork ey savcı, sen böyle bir şikayet için böyle bir gayri ciddilik için Erdoğan Süzer’i ifadeye nasıl çağırırsın ya? Kepazelik, bunun tam adı, Türkçe karşılığı kepazeliktir, adli kepazeliktir. Kuvvetler ayrılığının sıfırlandığının açık bir işaretidir. Cumhuriyet savcıları CİMER’den komut almaz. Erdoğan Süzer’i ifadeye çağıran savcıya sesleniyorum. Bülent Arınç’ı da ifadeye çağırsana, ya da Melih Gökçek’i… ‘Parsel parsel sattı’ diyen Bülent Arınç değil mi? Çağırsana onu da. Çok ayıp. Yasama organı üyesi olarak, yargının CİMER’den komut alır hale gelmesini kepazelik buluyorum. Yazıklar olsun, tek kelimeyle yazıklar olsun. Kenan Evren yapmadı. Kenan Evren, bu kepazeliklerin altına imza atmadı. Halk TV ve KRT, reklam gelirlerinin yüzde 3’ü kadar para cezasına çarptırıldılar. Ne var, niye? İçinde ‘Süleyman Soylu’ geçen bir haber orada neşredildi diye. Erdoğan'a daha önce söyledim. Sen bizi ve özgür medyayı tümüyle susturmak istiyorsan, yapacağın iş basit. İçine milyonları alan bir hapishane yapacak. Biz oraya koyacaksın. Yoksa susmayacağız. Kimse susmayacak, AK Parti’ye bugüne kadar oy vermiş vatandaşlarımız artık illallah demiş. Bu kafanın elinde böyle bir yasa, bu basın toplantısı salonunu bile bize kapattırır. Bu yasanın geçmesi demek, Türkiye’de muhalefetin yok edilmesi demek. Susturulması demek.
Dün Sayıştay’a beş yeni üye seçti Meclis. Prosedüre uymakla birlikte TBMM adına denetim yapan Sayıştay. Dün ben çıktım, bir konuşma yaptım ve CHP’nin seçimlere katılmayacağını orada beyan ettim. Gerekçelerini de sıraladım. Şimdi onunla zaman almak istemiyorum. Benden sonra İYİ Parti de HDP de benzer gerekçelerle Sayıştay seçimlerini katılmadı. Yani Sayıştay seçimlerinde AK Parti ile MHP’yi baş başa bıraktık. Neden? Bir günaha bir ayıba ortak olamazdık. Daha önce işlenmiş ve toplumun vicdanını kanatmış bir günahın ilk adımı TBMM’de yeniden atılıyor. Sayıştay zaten işlevsiz, etkisiz. Türkiye Varlık Fonu’na bağlı şirket ve kamu şirketlerini denetleyen Sayıştay olsa ne olmasa ne? Hafıza tazelemesi yapalım. İrfan Fidan İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı iken 27 Kasım 2020’de Yargıtay'a atandı. Olabilir, buraya kadar normal. Ama Yargıtay’da gidip odasını açtırıp, bir koltuğa, bir masanın önüne, bir masaya elini koymadan ne oldu? Dört gün sonra Anayasa Mahkemesi seçimine katıldı ve Yargıtay’da en yüksek oyu aldı. Yargıtay’da bir imzası olmayan İrfan Fidan en yüksek oyla Yargıtay kontenjanından AYM’ye aday gösterildi. Hiç kusura bakmasınlar. Bu da Yargıtay üyelerinin ayıbıdır.
En düşük emekli maaşı 2 bin 500’den 3 bine çıkıyor. Bu Allah’tan korkmamak, kuldan utanmamaktır. Açlık sınırı 6 bin lirayken, kamu çalışanlarına ve emeklilerine yüzde 40 zam yaparken; en düşük emekli maaşına 500 lira zam. Hiç değilse yüzde 40 kadar yani 6 aylık enflasyon olmalı ve bu 3 bin 500. En azından altını çizerek. Çok şükür, dün gece benim ve arkadaşlarımın da basıncı ile en düşük emekli maaşı teklifte 3 bin iken 3 bin 500 oldu. Eşitlik sağlandı mı? Şöyle sağlandı yani memur emeklisi asgari enflasyon oranı kadar zam alacak. En düşük emekli maaşı da bu bin liralık artışla enflasyon kadar zam alacak. Tam bu noktada bir eşitlik var ama adalet sağlanmadı. Adalet sağlanmadı. Sayıştay kontenjanından seçilen Hicabi Dursun’un görev süresi 11 Ekim’de doluyor. Dün Meclis’in seçtiği beş Sayıştay üyesinden birisi kim, suç işleri bakan yardımcısı Muhterem İnce. Yani kahin olmaya gerek yok. Suç işleri bakan yardımcısı dün Meclis’te Sayıştay’a seçildi, 11 Ekim’de de Sayıştay kontenjanından, Anayasa Mahkemesi’ne önerilecek, muhtemelen de en çok oy alarak.
Açlık sınırı 6 bin 390 lira olan bir ülkede 3 bin lirayla geçinemezsin. Dün söyledim Erdoğan'a, bu yaz öyle böyle geçer, ekmek karpuz geçiririz. Kış geçmez. Bu kışı emeklilerimiz geçiremez. Asgari ücret dün çağrımı yapmıştım. Şimdi 15.30’da tekrar toplanacaklar. Laflar duyuyorum yüzde 20-30 bandında bir zam olacak diye. Çok net ve samimi olarak söylüyorum, 6 bin 391 liranın altındaki bir zam zulümdür. Adaletsizliktir, hak gaspıdır, emek gaspıdır, emek hırsızlığıdır. Alın teri hırsızlığıdır.
Ek bütçeyi dün gece yarısı bitirdik, bitti. Ek bütçede; asgari ücretli, memur, köylü, Kredi Yurtlar Kurumu'na borçlu olan öğrenci, emekli, esnaf, çiftçi yok. 1 trilyon 80 milyar parayı Meclis’te geçirdiler, gelir gider dengeleyip, kimin için geçirdiler? Kur korumalı mevduat sahibi zenginlere gidecek bu para. Zengini daha zengin yapacak. Kamu özel iş birliği müteahhitlerine gidecek. Şehir hastaneleri, otoyollar, köprüler ve havaalanlarının yapan yap-işlet-devret modeli ile yapan müteahhitlere gidecek. Aileden para kazananlara gidecek ve bankalara gidecek. Banka patronlarını, müteahhitleri, kamu özel iş birliği, kur korumalı mevduat üzerinden zengin ettiklerini, 40 milyar sadece oraya ayırdın. Zengini daha çok zengin etmeyi Erdoğan.
Türkiye'deki bankalar geçen yıl, 12 ayda, 92 milyar kar etmiş. Ocak-mayıs ayında, bu sene beş ayda, 132 milyar kar etmiş, daha 7 ay var. Geçen sene bir yılda bankalar 92 milyar kar etmiş. Bu yılın ilk 5 ayında 132 milyar kar etmiş… Bunun adına ekonomi falan denmez. Soygun düzeni demek bile yetersiz kalır. Böyle bir tablo var. Sen inim inim inliyorsun, Erdoğan yönetimi bankalara sadece mayıs ayında geçen seneki mayıs ayına göre yüzde 742 daha çok kar ettirmiş. Memur çocuğuna pantolon alamadı. Banka yüzde 742 kar ediyor. Çiftçi traktörünü tarlaya süremiyor. Ev kadını, tencereyi ocağa koyamıyor. Bu düzenin adı kepazeliktir.
Finlandiya meselesi ile ilgili dün kısa bir değerlendirmede bulunmuştum. Şimdi deniyor ki, efendim bir yazılı mutabakat var. Ama bugün basına düşen Finlandiya ve İsveç yetkilileri de ‘Türkiye'ye hiçbir taviz vermedik, uluslararası mevzuata göre hareket etmeye devam edeceğiz’ dedi. Erdoğan, ‘bizden bir şey koparmadı’ dedi. Kafalar karıştı... Bunu bir kapalı oturumda TBMM’ye bilgi verilmesi ve meselenin ele alınması şarttır. Erdoğan çıkıp da ‘Finlandiya ve İsveç başbakanları beni aldattı’ demez. Bundan korkuyorum. Çünkü Erdoğan'ın ‘aldatıldım, aldatıldık’ hikayeleri için bir klasöre ihtiyacımız var. Çocuklara söyleseydim, ‘Erdoğan'ı kimler aldattı’ diye buraya böyle bir klasör getirirlerdi. Yani ‘aldatıldık’ dizisinin, Finlandiya-İsveç meselesi sezon finali olabilir. Hatta sezon finali demeyelim. Nihai finali olabilir. Çünkü bir daha aldatılamayacak. Çünkü millet, aldatılma zaafından kurtulamayan birini o koltukta daha fazla oturtmaz.” (ANKA)