Avrupa Birliği (AB) Başkanlığı ve Türk Akreditasyon Kurumu bütçeleri üzerine konuşan CHP İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir, “Ulusal stratejik hedefimiz olan AB’ye tam üyelik sürecimizi dönemsel, kişisel siyasi bir hedefe indirgediğiniz sürece, tam üyelik hedefinin sona ermesi gibi çok vahim bir sonuca sürüklendiğimiz uyarısını yapıyorum” dedi. Yaklaşık 657 milyon lira bütçe ayrılan Başkanlığa, genel bütçeden sadece yüzde 0,059 pay verildiğini söyleyen Özdemir, “Bu tablo, siyasi iktidarın önceliğinin AB hedefi olmadığını da özetliyor" diye konuştu.
CHP’li Sibel Özdemir, konuşmasında şu önemli değerlendirmelerde bulundu:
“2005 yılında üyelik müzakerelerine başladığımızdan itibaren son on beş yılda bu iktidar stratejik hedefimiz olan tam üyelik yolunda somut bir ilerleme kaydedemedi. Türkiye-AB ilişkilerinin belkemiğini oluşturan üyelik müzakereleri ve Kopenhag Kriterlerinde hızla geriye gidişler yaşıyoruz. İlke ve değerler ekseninden uzaklaşıldı; ilişkiler, mülteci sorunu, vize serbestisi ve gümrük birliği gibi belirli alanlardaki kısa vadeli iş birliklerine indirgendi. AB’ye tam üyelik yolunda çok yüksek toplumsal ve siyasal destek verilmesine rağmen uzun süren iktidarınızda, hatta Bakanlığınızda bu süreci yönetemediniz. Peki, ne yaptınız? Günübirlik, dönemsel iç konjonktüre göre, seçim dönemlerine göre yön verilen, bazen tek kişiye, kişiselleştirilen bir siyasete indirgediniz. Sizin iktidarlarınızın bu tutarsız ve ikircikli yaklaşımlarıyla birlikte, AB’nin de ikircikli yaklaşımını, hatta bazı üye ülkelerin Türkiye'nin üyelik süreçlerini iç politikalarına, popülist siyasetlerine malzeme yapmalarını da kabul etmiyoruz.
2018’de AB ile dış ve güvenlik politikası, terörizme karşı ortak mücadele, enerji, ticaret gibi alanlarda yüksek siyasi diyalog süreçleri başlatıldı. Ancak son bir yılda yüksek diyalog sürecinden üyelik sürecimizin askıya alınması çağrıları, müzakere başlığının açılmaması, fon kesintileri ve en önemlisi bizim de karşı çıktığımız yaptırım kararları gibi çok ciddi süreçlere evrildik. Bazı ülkeler kendi tezlerini AB düzeyinde kabul ettirirken siz ne yaptınız? Yüksek düzeyli diyalog toplantıları ile seçim dönemlerinde çöpe atılan AB raporları arasında gidip geldiniz. Hatta kimi tezlerimizi dahi etkin bir diplomasiyle anlatamadığınıza, savunamadığınıza şahit olduk.
Yaşanan mülteci krizi sonrası üstlendiğimiz sorumluluk karşısında AB ile vize serbestisi diyaloğu 2016’da başlatılmıştı. Ancak geldiğimiz aşamada yine son bir yılda yılan hikayesine dönen son 6 kriter nedeniyle sonuçlanamayan bir vize serbestisi ve tüm ekonomik ve sosyal maliyetleriyle baş başa kaldığımız mülteci sorunuyla birlikte yalnızlaşan bir ülke konumuna geldik. Yine, iş birliği yapmaya çalıştığınız diğer bir alan olan Gümrük Birliği Anlaşması'nın güncellenmesinde de bir sonuç alamadık ve neticede iktidarınız döneminde üyelik müzakerelerine başlamadan üyelik sürecimizin askıya alınmasının önerildiği bir döneme geldik yani kazanımlarımızı da kaybettiğimiz bir süreçteyiz. AB ile ilişkilerde tüm bu tutarsızlıklar, geriye gidişler yaşanırken Dışişleri Bakanlığının bu süreçte bir sorumluluğu, başarısızlığı hiç mi yok? Daha da önemlisi Kopenhag Siyasi Kriterleri olan yargının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı ve özgürlüklerde geriye gidişler yaşadıkça üyelik müzakerelerinde bir mesafe kat edemedik ancak bu kriterlerden uzaklaşmanın yarattığı ekonomik ve toplumsal maliyetlerle karşı karşıya kaldık, uluslararası itibarımız zayıfladı.
Son yayınlanan Türkiye-AB raporunda ilk kez çok ciddi uyarılarda bulunuldu. Bakın, yeni yönetim sistemiyle yasama ve yargının üzerinde yürütmenin gücünün arttığı, kurumların siyasallaştığı, düzenleyici ve denetleyici özel kurumlar üzerinde Cumhurbaşkanının belirleyici güce sahip olduğu belirtilerek, bunların, ekonomide bağımsız işleyen kurumsal yapılara ciddi zararlar verdiği tespitleri yapılmıştır. Siyasi kriterlerdeki bu geriye gidişler, ekonomimizin ulusal ve uluslararası alanda güvensizliğini ve kırılganlığını artırmıştır. Yeni sistemle birlikte AB normlarının tam tersine, kurumsallığın yerini, kişiselleştiren, şahsileşen bir yapı ikame edilmiştir ve bu tercihinizin bedelini maalesef 82 milyon yurttaşımız ödemektedir.
Sonuç olarak, stratejik hedefimiz olan AB çıpasından vazgeçmemek için kurumsuzlaşan, kişiselleşen süreçten bir an evvel çıkmamız gerekiyor. Bütçesini konuştuğumuz AB Başkanlığının kurumsal olarak daha fazla yetki ve inisiyatif almasıyla daha görünür, daha etkin ve kapsayıcı olmasının ihtiyaç ve zorunluluğunu belirtmek istiyorum. Sayın Bakan, bu yıl, AB’ye resmî aday ülkesi olmamızın 20'nci yılındayız. Bu sürecin on yedi yılını tek başına yöneten iktidar olarak, ulusal stratejik hedefimiz olan AB’ye tam üyelik sürecimizi dönemsel, kişisel siyasi bir hedefe indirgediğiniz sürece, tam üyelik hedefinin sona ermesi gibi çok vahim bir sonuca sürüklendiğimiz uyarılarını yapıyorum."