CHP Sözcüsü Faik Öztrak, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla "tasarruf tedbirleri" genelgesi yayımlanması ve Emine Erdoğan’ın “Porsiyonlarımızı küçültelim” açıklaması yapmasına ilişkin olarak, “Devlette israfın merkezi, bizzat sarayın kendisi… Saraydakiler yediğinden, içtiğinden, şatafatından, israfından geri kalmasın diye zamlar, milletin üstüne yağmur gibi yağıyor. Atama İçişleri Bakanı, ‘temmuzla beraber, ekonomi şahlanacak’ demişti. Temmuzda şahlanan zamlar oldu” açıklamasını yaptı.
Erdoğan’ın Sakarya’daki Tank Palet Fabrikası için, “Her kim bu fabrikanın yabancılara satıldığını iddia ediyorsa yalan söylüyordur” sözleri için de Öztrak, “Ne satması? Biz satmaktan hiç bahsetmedik. Biz ‘peşkeş çektiniz’ dedik, peşkeş” diye konuştu.
CHP Genel Merkezi’nde basın toplantısı düzenleyen CHP Sözcüsü Faik Öztrak'ın açıklamaları şöyle:
Bazı acılar vardır, insanın boğazında düğümlenir. Yürekleri yakar, kavurur. Madımak da böyle bir acıdır. Madımak’ta 35 insanımızın, yakılarak katledilmesinin üzerinden 28 yıl geçti. Adalet, bu yangını söndüremedi. Yüreklerimiz kavrulmaya devam ediyor. Madımak’ta kaybettiğimiz 35 canımızı bir kez daha rahmetle anıyoruz.
Bu hükümet, 2002 yılında iş başına geldiğinde kucağında güven uyandıran, ‘Güçlü ekonomiye Geçiş Programı’nı buldu. Aynı dönemde küresel para bolluğu, bizim gibi tüm gelişmekte olan ekonomilerin yelkenini doldurmaya başladı. Bu şartlarda, 2023’te Türkiye’nin milli geliri, kolayca 2 trilyon dolar hedefine ulaşabilirdi. Böylece dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girebilirdik. Ancak, 2007’den itibaren yapısal reformların unutulması ve 2014’ten itibaren de ucube tek adam vesayet rejiminin düğmesine basılmasıyla bu hedeften hızla uzaklaşıldı. 2023 hedefleri rotasında ilerlenseydi, 2020’de ulaşılacak milli gelir; 1 trilyon 609 milyar dolardı ama gerçekleşme 717 milyar dolarda kaldı. Gemiyi 2023 rotasından çıkarmanın maliyeti, 2020’de 892 milyar dolar oldu. Bugün bırakın ilk 10 ekonomi arasına girmeyi, Erdoğan şahsım hükümetlerinden çok önce girdiğimiz, dünyanın en büyük 20 ekonomisi liginden, düşmemeye çalışıyoruz. Sorunlara doğru teşhis koymadan, doğru tedavi uygulayamazsınız. Türkiye küresel yarışta, rakiplerinin gerisine neden düştü? Bize göre bunun iki temel sebebi var. Birincisi; sıcak para rüzgârıyla yelken basan büyüme modeli, 2013’ten sonra artık çalışmaz hale geldi. İkincisiyse; 2014’te Erdoğan’ın; ‘alışılmış bir cumhurbaşkanı olmayacağım’ demesiyle başlayan, tek kişilik vesayet rejimi inşa süreci ve bu süreçte devletin tüm köklü kurumlarının çökertilmesi… Türkiye bu iki nedenle yönetilmiyor, oradan oraya savruluyor. Ekonomik kriz ve devlet krizini birlikte yaşıyor. Bunlara bir de 2020’de salgının çok kötü yönetilmesi eklenince, krizler yumağı, büyük bir toplumsal buhrana dönüştü.
Dün öğrendik ki, 25 Haziran itibariyle; kasadaki döviz rezervi, kısa vadeli döviz borcumuza yetmiyor. Kasada 33,5 milyar dolarlık açık var. Bunun sorumlusu kim? Elbette Erdoğan şahsım hükümeti. Kayınpeder, damat bir oldular, Merkez Bankası kasasındaki 128 milyar doları, koltukları uğruna buharlaştırdılar. Şimdi Azerbaycan’dan, Malezya’dan, Kore’den, Rusya’dan emanet döviz bulmanın peşinde koşuyorlar. Erdoğan şahsım hükümetine güvenmeyen yurttaşlarımız, Türk lirasından kaçıyor. Dövize, altına koşuyor. 2013 Mayıs ayında, yabancı para mevduatlarının toplam mevduat içindeki payı, yüzde 31 idi. Bugün yüzde 55. Erdoğan şahsım hükümeti, şimdi bankaların döviz mevduatı tutmalarının maliyetini artırarak, sorunu çözmeye çalışıyor. Munzam karşılıkları yüzde 2 artırarak, bu işin çözülemeyeceğini, sorunun güven sorunu olduğunu görmemekte ısrar ediyor. Ekonomi Koordinasyon Kurulu, Fiyat İstikrarı Komitesi kuruyor. Oysa ekonomide koordinasyonu, Ekonomik ve Sosyal Konsey’i çalıştırarak sağlayabilirsiniz. Fiyat istikrarını da Merkez Bankası’nın bağımsızlığına, müdahale etmeyerek temin edebilirsiniz. Aspirin tedavisi kabilinden kararlar derde deva olmaz. Sorun güven sorunudur. Can ve mal güvenliği, kurumlara güven, politikalara güven sorunudur. Bunu aşmak için; yeni kurallara, yeni kurumlara ve yepyeni kadrolara hasılı yeni bir iktidara ihtiyaç var. Erdoğan Şahsım hükümeti ise metal yorgunu, yalan ve iftirayla, sopayla, tehditle ülkeyi yöneteceğini sanıyor. Metal yorgunu olanlar sorunların parçası olanlar, sorunları çözemez. Çözemiyorlar da zaten…
Bugün Türkiye’de tuz kokmuştur. Erdoğan şahsım hükümeti, mafyayı Cumhur İttifakı’na ortak yapmıştır ve bu kirli ittifak, bugün insanımızın temel hak ve özgürlüklerini tehdit etmektedir. Kadına ve aile içi şiddeti önlemeye yönelik, İstanbul Sözleşmesi’nden tek bir kişinin imzasıyla çıktık. Şimdi bu sözleşmeden ülkeyi çıkartan şahıs, kabahatini gizlemek için, ‘Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele 4. Ulusal Eylem Planı’ açıklıyor. 19 yıldır iktidardasınız ve kadınlar artık size güvenmiyor. Bu dakikadan sonra kadına kalkan her elde, her kadın cinayetinde, istismara uğrayan her çocukta, Erdoğan şahsım hükümetinin iki cihanda da sorumluluğu vardır. Erdoğan şahsım hükümetleri, devlet yönetiminde ahlak anlayışına darbe vurmuştur. Türkiye Cumhuriyeti; Erdoğan şahsım hükümetleri döneminde, bakan çocuklarının evlerindeki para kasalarıyla, gemiciklerle, sıfırlamakla bitmeyen paralarla, ayakkabı kutularındaki dolarlarla; Reza Zarrab’ın önüne yatan bakanlarla, mafyadan ayda 10 bin dolar maaş alan AK Partili siyasetçilerle, lüks arabalarda burnuna pudra şekeri çeken beslemelerle, kara para aklayıcılarıyla aynı fotoğraf karesine giren devlet yöneticileriyle tanışmıştır. Yine aynı Erdoğan yönetimlerinde, cumadan cumaya milletin dini duygularıyla alay eden; özel uçaklarda, binlerce dolarlık şampanya yuvarlayan, rüşvetten aklanmamış bakanlar, bu ülkenin şanını, şerefini ve haysiyetini temsil eden büyükelçilik makamına getirilmiştir. Ahlakını yitirmiş bir yönetim, özsaygısını yitirir. Her türlü rezilliği, pespayeliği kanıksar ve her şeyi kendine hak görür.
Sakarya Tank Palet Fabrikası’nı Katarlılara peşkeş çektiler. Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıymış. Bugün de Erdoğan, Tank Palet Fabrikası’ndaydı, çıktı, ‘Tank Paleti sattılar diyen yalan söylüyor’ dedi. Ne satması, biz satmaktan hiç bahsetmedik. Biz ‘peşkeş çektiniz’ dedik, peşkeş… Milletin elde kalan son gümüşlerini de sarayın hazine-i hassası olan Türkiye Varlık Fonu’na devrettiler. Milletin Meclisi’nin denetiminden kaçırdılar. Geçmişimizi sattıkları yetmedi. Çocuklarımızın geleceğine de ipotek koydular. Geçilmeyen köprü ve otoyollar, uçulmayan havalimanları için, yandaşlarına dolarla avroyla, 15-20 yıllık garantiler verdiler. Sonra da kıbleyi şaşırdılar. Milleti unutup, yandaşlarını korumanın telaşına düştüler. Artık iktidardan gideceklerini anladılar. Erdoğan; geçilmeyen köprü ve otoyolların, uçulmayan havalimanlarının, talan İstanbul’a verilecek garantilerin, tahkimde söke söke alınacağını söylüyor. Tahkim işini de Londra’daki majestelerinin mahkemelerine emanet ediyor. ‘Milletin hakkını yedirmeyiz’ diyen bizleri, majestelerinin mahkemeleriyle tehdit ediyor. Bu topraklar daha önce, majestelerinin zırhlılarına sığınanları görmüştü. Şimdi de majestelerinin mahkemelerine sığınanları görüyor. Sarayın bekçisi ise daha ileri gidiyor. Dolarla, avroyla verilen garantilerin, milletten söke söke alınacak paraların, yasal güvenceye kavuşturulmasını istiyor.
Sayın Bahçeli, şu sarayın büyüsünden bir kurtulun. Kapitülasyonlar Lozan’da yırtılıp atıldı. Bu devletin kurucu babaları, siyasi bağımsızlığımız kadar iktisadi bağımsızlığımızın üzerine de titredi. Biz buradan bir kez daha ilan ediyoruz. Bizim iktidarımızda, talan İstanbul’a tek kuruş çalışmayacak. Milletten söke söke alınanları da söke söke geri alacağız. Hepsini milletimize geri vereceğiz.
Erdoğan’ın imzasıyla çıkarılan bu tasarruf genelgesi, devlet hazinesinin sıkıntıda olduğunu ortaya koyuyor. Elbette tasarruf geçimin yarısıdır ama tasarruf genelgesi çıkaran Erdoğan, kendisini tasarruftan muaf tutmuş. Yine ‘itibardan tasarruf olmaz’ demiş. Güler misiniz, ağlar mısınız? Devlette israfın merkezi, bizzat sarayın kendisi, ama saraydan millete gelen, ‘porsiyonları küçültün’ tavsiyesi… Saraydakiler yediğinden, içtiğinden, şatafatından, israfından geri kalmasın diye zamlar milletin üstüne yağmur gibi yağıyor. Atama İçişleri Bakanı, ‘temmuzla beraber, ekonomi şahlanacak’ demişti. Temmuzda şahlanan zamlar oldu. Elektriğe yüzde 15, doğal gaza yüzde 12 ile yüzde 20, üniversite harçlarına yüzde 10 zam geldi. LPG’ye yapılan 39 kuruş zam da cabası. Zamların zamanlamasında bu sefer de ince işçilik unutulmamış. Elektriğe, doğal gaza yaptıkları zamları, ay sonuna getiriyorlar ki, temmuzda verilecek ücret ve aylık zamları, memurun, emeklinin cebine girmeden eriyip gitsin. Türkiye böyle bir hinliği, böyle bir zulmü, ne gördü, ne de duydu.”
Öztrak, açıklamalarının ardından soruları da yanıtladı. Kamuda liyakatsiz atamalar tartışılırken, Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne yapılan atamalar hakkındaki soruya Öztrak, şu yanıtı verdi:
“Bir yandan Erdoğan şahsım hükümeti, zam yağmuru olmuş milletin üstüne yağarken, kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izinleri artık uzatmazken, pek çok vatandaşımız işsiz kalma riskiyle karşı karşıyayken, hala işte olanlar da yoksulluğun pençesindeyken, asgari ücret açlık sınırının altındayken, saray ve şürekası için şapka hazırlıyorsun. Saray ve şürekasının üç beş maaşı gövdeye indirmesi vaka-ı adiyeden oluyor. Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne ait olan, özelleştirilen 11 limanın yönetimine, AK Partili eski vekillerin, il ilçe yöneticilerinin hatta aday adaylarının ve de bürokratların doldurulması ibretlik. Bunlar milletin vicdanını sızlatıyor.”
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Vakfı’na kurban bağışı verilmemesini tepki göstermesi ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Dünyadaki bütün kötülüklerinin sebepleri benim” yanıtını vermesi için de Öztrak, şunları söyledi:
“Belediyelerimiz ihtiyaç sahibi vatandaşlarımıza ayrım yapmadan ulaşmak için ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar, bunu da engellemeye çalışıyorlar. Tepkiler üzerine izin vermişler sonra İçişleri Bakanı çıkmış mağdura yatmaya kalkmış, basın mensuplarının önünde vicdan yapıyor. Siz niye yasaklıyorsunuz? Bunu açıklayın. Yanıt vermek yerine mızıkçılık yapıp, mağdura yatıyorsunuz. Bu yanıt, yaptıklarının ve söylediklerinin hesabını veremeyen bir yöneticinin ruh halini yansıtmaktan başka bir işe yaramıyor.”