CHP Sözcüsü Faik Öztrak, gündeme ilişkin dikkat çeken açıklamalarında AKP'nin siyasi ve ekonomi politikalarına sert tepki gösterdi. Organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in “Biz hepimiz aileyiz. Her suçta beraberiz” sözünü hatırlatan Öztrak, “Bunların yüzü teflon tava… Hocaefendileriyle, devletin adliyesini, askeriyesini, idaresini, Yerle bir ettiler. Millet devleti sokaklardan topladı. 'Allah affetsin' diyerek, işin içinden sıyrıldılar. Bugün evlatlıktan reddettikleri organize suç elebaşıyla da çok yol yürüdüler. Bu elebaşı AK Parti için mitingler düzenledi. Akademisyenlerin kanlarında banyo yapacağını söyledi. Erdoğan ile samimi pozlar verdi. AK Partili siyasilere çanta çanta para verdi. Yetmedi kahve verdi. Ama şimdi çıkmışlar, içtikleri kahvenin parasını da millete ve muhalefete ödetmek istiyorlar. Can çıkar, huy çıkmaz. Bunların huyu bu… Siyasi yüzsüzlüğün kitabını yazdılar. Zübüklüğün zirvesi bu olsa gerek” eleştirilerinde bulundu.
"Türkiye’nin dört bir yanında büyük sıkıntılar var. Yoksulluk, yolsuzluk, umutsuzluk almış başını gitmiş" diyen Öztrak, "Milletin sorunlarına çözüm bulması gerekenler, felç olmuş, hükümet meflûç. Kurumlar çalıştırılamıyor. Devlet büyük bir krizde" düşüncesini dile getirdi.
Öztrak'ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
Ucube tek adam vesayet rejimiyle, yasama, yürütme, yargı erklerinin hepsi saraya bağlandı. Denetleyici, düzenleyici kurumlar fiilen ortadan kaldırıldı. Devleti kemiren parazitler için elverişli bir ortam hazırlandı. Ülkeyi 19 yıldır yöneten kadroların evinde kavga başlayınca, evin reisinin elinden ipler kaçınca, suç örgütleriyle, mafyayla gayrimeşru ilişkilerinin, yasak meyveleri birer birer ortaya dökülmeye başladı.
Şimdi evin reisi, bu yasak mahsulü sahiplenmiyor. “Bunlarla kaybedecek zamanımız yok” diyerek, sorumluluktan kaçmaya çalışıyor. Erdoğan şahsım hükümetine, “128 milyar dolar nerede?” diye soruyoruz. “128 milyar dolar nerede diye soru mu sorulur?” diyor. “Deprem paraları nerede?” diyoruz. “Hesap vermeye zamanımız yok” diyor. Şimdi de mafya-siyaset-ticaret hattında, borular patlamış, yayılan kokular, tahammül edilemez boyutlara ulaşmış, ekonomiyi, devleti kemiriyor. Ama Şahsım Hükümetinin bunlarla ilgilenecek zamanı yokmuş. Erdoğan, bunlarla ilgilenmeyecek, Bunların hesabını vermeyecek de neyin hesabını verecek? Siyasetin gücü ve sermayesi itibardır.
Bu gücü ve itibarı sağlayan ise hukuktur. Büyük bir filozof, bundan bin 600 yıl önce, “Adalet ortadan kalkarsa, Hükümet büyük soyguncu çetelerinden başka ne olur?” demiş. Suç örgütü elebaşının, “Biz hepimiz aileyiz. Her suçta beraberiz” sözleri zaten bunların düştüğü durumu özetliyor. Ama bunların yüzü teflon tava… Hocaefendileriyle, devletin adliyesini, askeriyesini, idaresini, Yerle bir ettiler. Millet devleti sokaklardan topladı. “Allah affetsin” diyerek, işin içinden sıyrıldılar. Bugün evlatlıktan reddettikleri organize suç elebaşıyla da, çok yol yürüdüler.
Bu elebaşı AK Parti için mitingler düzenledi. Akademisyenlerin kanlarında banyo yapacağını söyledi. Erdoğan ile samimi pozlar verdi. AK Partili siyasilere çanta çanta para verdi. Yetmedi kahve verdi. Ama şimdi çıkmışlar, içtikleri kahvenin parasını da, millete ve muhalefete ödetmek istiyorlar. Can çıkar, huy çıkmaz. Bunların huyu bu… Siyasi yüzsüzlüğün kitabını yazdılar. Zübüklüğün zirvesi bu olsa gerek.
Demokrasilerde milletin iradesine saygı duymak, yapılan veya yapılmayan her işin hesabını vermek esastır. Seçilmiş bir siyasetçi için, “Hesap vermek, milletimizin tevdi ettiği kutsal emanetin, en doğal gereğidir” devleti yönetenlerin, hesabını veremediği her lokma, haramdır. Hukuken de ciddi bir suçtur. Bu ülkede bir İçişleri Bakanı, “Bir siyasetçinin, organize suç elebaşından, 10 bin dolar aldığını” söylüyor. O suç örgütü elebaşı, bir AK Parti MKYK üyesine, “10 bin dolar değil, Çanta çanta para verdiğini” söylüyor. O AK Parti MKYK üyesi de; “Elçiye zeval olmaz” diyerek, yukarılara mesajlar veriyor. Saray ve ahalisinin evindeki kavga ayyuka çıkmış. Şantaj almış yürümüş. milletin dertleri de sahipsiz kalmış. Kibir hastalığına yakalanmış bir yönetim iflah olmaz. Milletin sesini duymaz, halini görmez, derdine derman olmaz. Ne yazık ki bugün Türkiye’de yaşanan budur.
Adalete yaslanmayan güç çürütür. Mutlak güç, mutlaka çürütür. Bugün İçişleri Bakanı hakkında korkunç iddialar var. Bu iddialar, AK Partinin aile işi değildir. Artık, “kol kırılır, yen içinde kalır” diyemezsiniz. 10 bin dolar alan siyasetçinin adından başlayarak, bu bakana sorulacak çok soru var. Bu iddiaları açıklığa kavuşturacak yer; ne devletin televizyonları, ne de AK Parti disiplin kuruludur.
Bunun yeri Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. İçişleri Bakanı, yürütülecek soruşturmanın selameti açısından istifa etmek ve TBMM’de kurulacak araştırma ve soruşturma Komisyonlarına hesap vermek durumundadır. Bunun geçmişte örnekleri çoktur. 25 yıl önce bu ülkede Susurluk skandalı patladı. Dönemin İçişleri Bakanı, skandalın beşinci günü istifa etti. Meclis daha skandalın haftasında soruşturma komisyonu kurdu.
Yine 1998’de bir Devlet Bakanı (Eyüp Aşık), Bir mafya babasıyla (Alaattin Çakıcı), telefon görüşmeleri ortaya çıkınca, hakkındaki iddialar aydınlatılsın diye, hem devlet bakanlığından, hem milletvekilliğinden istifa etti. 1999’da TÜRKBANK ihalesine mafyanın müdahil olduğu anlaşılınca, dönemin Başbakanı ve Hazine’nin bağlı olduğu Bakan, Meclis Soruşturma Komisyonu’nda hesap verdi. Ama 25 yıl sonra, Erdoğan şahsım hükümeti bugün ortalığa saçılan pislikler için, üç maymunu oynuyor. Yargı da aynısını yapıyor.
İçişleri Bakanı'na dönüp, “10 bin dolar alan siyasetçi kim?” diye soramıyor. “Yaptığın suç ve suça ortaklık” diyemiyor. Devletteki çürümeden ne yazık ki yargı da payını almış. Adalet Bakanı'nın sesi çıkmıyor. Diğer yandan bir İstinaf Mahkemesi hâkimi çıkıyor, Kullandığı milyonluk arabasını savunmak için, “Hâkim ve savcıların yüzde 25’nin sahip olduğu araçlar, Benim aracımdan daha pahalı” diyor.
Hâkimlerimiz cüzdan ile vicdan arasına elbette sıkışmamalıdır. Ama milyonluk arabalara binen hâkim ve savcılar varsa, Geceliği on binlerce liralık otellerde tatil yapanlar varsa, Bunlar da titizlikle soruşturulmalıdır. Biz, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nu derhal göreve davet ediyoruz. Bu milyonluk araçların sahibi, hâkim ve savcılar kimlermiş? Hakim ve savcıların dörtte birine bu suyun gözü nereden geliyormuş? Bunlar ortaya çıkarılmalıdır.
Gereği de derhal yapılmalıdır. Şunu kimse unutmasın. Sap döner, keser döner, gün gelir hesap döner. Bugün hesap vermeye zamanımız yok diyenler, yarın sandıkta millete hesabı verirler. Değerli arkadaşlar, dünya üzerinde görülmeyen bir rejim uydurdular. Bu ucube vesayet rejiminde, memnuniyet ve iltifat varsa Erdoğan’a, şikâyet ve suçlama varsa muhalefete. Yetkileri çok, sorumlulukları hiç yok. Az düşünen ama çok konuşan, yaptıklarının hesabını vermeyen, dünyanın en keyifli idare şekli... Erdoğan yine sorumluluğunu unuttu. Bu defa da çıktı; “Neymiş millet açmış, Aç olarak dolaşanları buyurun siz de doyuruverin" dedi. Bizim saraylılar da Fransanın saraylılarını aratmıyorlar. Halkın dertlerinden kopmuş, nobran, küstah, kibirli saray yönetimlerinde bunlar olağan şeyler.
Ne güzel demiş Atalarımız; Aç doyar, açgözlü doymaz. Duran uçan kaçan saraylarınızda, itibardan tasarruf olmaz deyip keyif süreceksiniz, sonra da muhalefete dönüp, “Açları buyurun siz doyurun” diyeceksiniz. Biz belediyelerimizle zaten vatandaşlarımızın yanındayız. Ama milletimiz belediyelerimizi durdurmak için, sizin neler yaptığınızı unutmadı.
Halkın ekmeğine bile düşmanlık ettiniz. Şimdi biz de kendisine soruyoruz. Bu ülkede hükümet yok mu? Kim bu açlığın yokluğun, bunalımın sorumlusu? Ülkeyi yönetemiyorsunuz. Milletin sırtındaki yük, sayenizde her gün daha da ağırlaşıyor. Millet eziliyor. Yapılacak tek şey var: Getirin sandığı. Kapansın haram kapıları. CHP iktidarında kurulacak Halil İbrahim sofrasında, tüm milletimize yer var. Bu ülkenin kaynakları yeter ki iyi yönetilsin.
Yeter ki harama el uzanmasın. Yolsuzluk varsa, yoksulluk olur. Açlık olur, sefalet olur. Bu ucube rejime geçtikten sonra, yani son iki yılda, yoksullarımızın sayısı 3 milyon 232 bin kişi artarak, 10 milyon 171 bine çıktı. Bu rakam benim değil. Dünya Bankası’nın rakamı… Bunların beslemeleri, lüks arabalarda burnuna pudra şekeri çekerken, millet evine bir kilo toz şekeri götüremez halde. Saray yanaşmalarının evine bir değil, iki değil, üç değil, Dört ayrı yerden maaş girerken, milletin evine tek maaş giremiyor.
Saray sosyetesinin çocukları 40’ını görmeden, dolar milyoneri olurken, milletin emek emek okuttuğu çocukları, 40’ında anasının, babasının eline bakıyor. Dün Nisan ayı işsizlik rakamları açıklandı. 2018 Nisan ayından 2021’in Nisan ayına, yani bu ucube rejim elinde geçen üç yılda, gerçek işsizlerimizin sayısı 4 milyon 635 bin kişi artarak, 9 milyon 517 bin kişiye çıkmış. İşsizlerimizin sayısı 3 yılda neredeyse ikiye katlanmış.
Yine bu dönemde bırakın istihdam yaratmayı, işi gücü olan 867 bin yurttaşımız da işini kaybetmiş. Bir ekonomi yönetiminin başarısı, çalışmak isteyen yurttaşlarına, ne kadar iş ve istihdam yarattığıyla ölçülür. Bunlar bıraktık çalışma çağındaki nüfusa iş yaratmayı, milletin olan işini de elinden almış. Sadece işsizlik mi?
Hayat pahalılığı da milletimizi ezip geçiyor. 2018’in Nisan ayında “gerçek işsizlik oranı” ve “yıllık enflasyon” toplamından oluşan “Sefalet endeksinin” değeri 27 idi. Bu yılın Nisan ayında aynı değer, 43’e çıktı. Milleti bu hale düşürenler, ülkede sefaleti katlayanlar, şimdi çıkmış, “Ben koltukta oturayım ama sorunları muhalefet çözsün” diyor. Yine bu ülkenin geleceği gençlerimiz, ne bir işte çalışıyor, ne de bir okulda okuyor. Taşı sıksa suyunu çıkaracak 5 milyon 700 bin gencimiz, “Ev genci” olmuş. Evde oturup anasının babasının eline bakıyor. Gençlerimiz ülkeden umudunu kesmiş.
Her iki gencimizden biri, gelecekten umudu kestiğini söylüyor. Her on gençten dördü, hayatını başka bir ülkede devam ettirmek istediğini söylüyor. İki gün önce Siirt’te, daha 25 yaşında genç bir evladımızın söyledikleri hala kulaklarımda; “Bizim artık bir beklentimiz yok. Umudumuz kalmadı. 25 yaşındayım, ağacı tutsam kökünden çıkarırım. Boşta oturuyorum. Evime giriyorum, çocukları görüyorum, psikolojim darmaduman.” Gençlerine umut veremeyen bir ülke, geleceğine umutla bakamaz. Erdoğan şahsım hükümeti sadece gençlerimizin değil, esnafımızın da umudunu çaldı, psikolojisini bozdu.
Dün Muş’ta bir esnafımız, “16 aydır iş yerimizi açamadık. Aldığım destek 16 ayda 500 lira. Cumhurbaşkanı gelsin 500 lira biz verelim. Bakalım geçinebiliyor mu? Banka kredilerini ödeyemiyoruz. Erteliyor faiziyle. Ödeyebilsem zaten bu borcumu öderim” diyor. Şu salgın döneminde, beş tane yandaş müteahhite, geçilmeyen köprü ve yollar için, bütçeden 21 milyar lira kaynak aktardılar.
Ama aynı bütçeden milyonlarca yurttaşımıza vere vere, 10 milyar lira hibe verdiler. Çiftçi deseniz durumu farklı değil. Mazot, gübre, tohum, ilaç fiyatlarının altında ezilen çiftçinin ürünü tarlada para etmiyor. İki Trakya büyüklüğünde tarım alanı artık ekilmiyor. Çiftçi isyan edip ürününü sokağa dökerken millet yangın yerine dönen pazarda tezgâha yaklaşamıyor. Dün Muş’ta gördük. Besicimiz yem fiyatlarında frensiz artışa mağlup olmuş. “İşi bıraktım” diyor. Yem fiyatı süt fiyatını aşmış. İnekler kesime gitmeye başlamış. Et fiyatları besiciyi de, kasabı da, milleti de yakıyor.
Besici “Bu fiyatlarla yaşayamam” kasaplar da “Bu fiyata satamam” diyor. Vatandaş da eti vitrinde seyrediyor. Tarım Kanunu ortada… “Milli gelirin en az yüzde biri kadar, çiftçiye destek verilecek.” Bu kanunun emri. Kanunen ödenmesi gerektiği halde ödenmeyen tarımsal desteklerin toplamı 212 milyar lira. “Bu destekleri bugün ödeyin. Çiftçiyi hayvancıyı ayağa kaldırın. Milletin yüzünü güldürün. Ülkeyi çaresiz bırakmayın” diyeceğiz ama Erdoğan şahsım hükümetinin evlerindeki kavgadan, vatandaşı görecek, bizim taleplerimizi duyacak hali yok. Erdoğan şahsım hükümeti çiftçiye borçlu, çiftçi bankaya borçlu… Banka borcunu ödeyemeyen çiftçi, evi, tarlası, traktörü hacze gidecek diye uyku uyuyamıyor.
Ama çiftçinin borcuna şahin kesilen Ziraat Bankası, yandaşın kredi borcuna serçe kadar ses edemiyor. Milletimiz Erdoğan şahsım hükümetine notunu vermiştir. Sesini duymayanlara, halini görmeyenlere, kendisiyle alay edenlere tasdiknamesini vermek için, önüne gelecek sandığı sabırsızlıkla beklemektedir. Cumhuriyetimizin ilk yüzyılında, Cumhuriyet Halk Partisi olarak yeni bir devlet kurduk. Yeni bir ekonomi ve sanayi inşa ettik. Çok partili demokrasiyi getirdik. Ülkemizi sosyal devlette tanıştırdık.
“Toprak işleyenin, su kullananın” dedik. Altı okumuzdaki milliyetçilik ilkemizi, Ege'nin serin sularına, Kıbrıs’ın Beşparmak Dağları'na yazdık. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında ise Cumhuriyetimizi gerçek demokrasiyle taçlandıracağız. İnsanın insana kulluğuna son vereceğiz. Artık devlet millete değil, millet devlete ve devleti yönetenlere hesap soracak. Cumhuriyet Halk Partisi, ülkemizi en ağır krizlerden, kısa sürede çıkarmasını bilmiş kadrolarıyla göreve hazırdır. Biz ülkemizi “üç yeni” dediğimiz, yeni kurallar, yeni kurumlar, yeni kadrolar eliyle ve dört ayaklı bir stratejiyle ayağa kaldıracağız.
Ankara’da Polatlılı bir soğan üreticisi çiftçimizin söylediği gibi “Millet artık kral değil kural istiyor” “kural” demek, ülkenin bir kişinin iki dudağından çıkanlara göre değil, öngörülebilir şekilde yönetilmesi demek. Biz bunu yapacağız. Devletler, kurumlarıyla var olur. Erdoğan şahsım hükümeti, tüm kurumlarımızı çökertti, yerle bir etti. Biz bin yıllık devlet tecrübemizi, çağın gerekleriyle harmanlayarak, “yeni kurumlarla” devletimizi yeniden ayağa kaldıracağız. Tüm bunları yapmak için, elbette “yeni kadrolara” ihtiyaç var. Bu metal yorgunu Hükümetin artık bu ülkenin insanlarına verecek bir şeyi kalmadı.
Görevde kaldıkları her dakika, milletin sırtında daha da ağırlaşan bir yüke dönüştüler. O yüzden biz, “Cumhuriyetin ikinci yüzyılında, milletimize güven verecek, umut verecek, umut etme cesareti verecek kadrolara, Yani CHP kadrolarına ihtiyaç var” diyoruz. Dört ayaklı stratejimizin ilk ayağında; hukuk devletini, demokrasiyi ve kuvvetler ayrılığını yeniden ayağa kaldırmak, can ve mal güvenliğini sağlamak var. Biz yepyeni ve güçlendirilmiş bir parlamenter sistemle, dünyaya örnek bir demokrasiyle, Cumhuriyetimizi taçlandıracağız. Stratejimizin ikinci ayağında; küresel pazarlarda yarışma gücümüzü, üretimimizi ve gelirimizi artıracak politikalar uygulayacağız. İşsizliği azaltacak, katma değeri artıracak, Yepyeni bir büyüme anlayışını hayata geçireceğiz. Stratejimizin üçüncü ayağında; artan refah ve gelirin adil paylaşılması var.
Büyümeden ve refahtan tüm vatandaşlarımız yararlanacak. Bu ülkede hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek. Aile Destekleri Sigortasıyla fakir fukarayı, garip gurebayı kucaklayacağız. Stratejimizin dördüncü ayağında tüm bu yapıyı sürdürülebilir kılmak için çevresel, ekonomik ve mali sürdürülebilirliğe dikkat edeceğiz. Trakya’yı Anadolu’dan ayırma, emperyalistlerin emellerine peşkeş çekme, Marmara Denizi'ni bitirme projesi olan talan İstanbul’a, tek kuruş koklatmayacağız. Biz hazırız. Milletimiz hazır. Buradan Genel Başkanımızın sözleriyle bir kez daha sesleniyoruz. “Artık vakit tamam, seçim zamanıdır bu zaman, milletten korkma, sandıktan kaçma Erdoğan.”