CHP Sözcüsü Faik Öztrak, sığınmacı politikasına ilişkin “Türkiye’de kaçaklar dahil toplam sığınmacı sayısının 7 milyonu aştığı tahmin ediliyor. Sınırlara hakimseniz bu kaldırılmayacak seviyeye ulaşan sığınmacının ülkede işi ne? Memlekete girenler terörist midir, arsız mıdır, uğursuz mudur belli değil. Sınırlarımız Nasreddin Hoca’nın türbesi gibi. Üç yanı açık ama kapısı kilitli” dedi.
Faik Öztrak, CHP Merkez Yönetim Kurulu (MYK) toplantısı sonrası bir açıklama yaptı. Öztrak’ın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:
“Erdoğan’ın Biden’la Brüksel’de yaptığı görüşmede, mali ve lojistik destek karşılığında Mehmetçiğimizi Kabil’deki havalimanına nöbetçi yazdırma pazarlığının ortaya çıkmasından sonra önemli gelişmeler oluyor. Üç ayda düşer denen Kabil, üç günde düştü. Havaalanı projesi de hayal oldu. Teşbihte hata olmaz, ‘öküz öldü ortaklık bitti’ diye bir deyim vardır. Afganistan’da yönetim Taliban’a geçti ama Erdoğan, para için Mehmetçiği feda etmekten çekinmiyor. Ölen öküzden üç post çıkarma çabasına devam ediyor. Hala Kabil Havalimanı’nda Mehmetçiğin durması için ısrar ediyor. Kabil ele geçirilmeden önce, ‘Mehmetçik, havalimanını Taliban’a karşı korusun’ diye görüşmeler yapıyordu. Bu konuda ne kadar istekli olduğu, muhatap ülkelerin yetkilileri tarafından dile getiriliyordu. Şimdi Afganistan, Taliban’ın eline geçti. Erdoğan, hala ‘havalimanının emniyetini sağlama niyetlerinin baki olduğunu’ söylüyor. Allah aşkına bu nasıl bir havalimanı sevdasıdır? Daha önce Taliban’a karşı korumak istediğiniz tesisi, şimdi de Taliban için mi koruyacaksınız? Hala 600’den fazla askerimiz, NATO görevi için çıkarılmış tezkere çerçevesinde Afganistan’da ama artık durum değişti. Orada ne NATO ne de Mehmetçiği ülkesine davet eden bir yönetim var. Taliban da yabancı askerlerin ülkesinden çıkmasını istiyor. Taliban sözcüsü dün yaptığı açıklamada; ‘havalimanında Türk askerine ihtiyaç yok, orayı kendimiz koruyacağız. Türkiye ile iyi ilişkiler istiyoruz, fakat askerlerini burada istemiyoruz” dedi ama Erdoğan ve bakanlar bu mesajları almamakta ısrar ediyor. Savunma Bakanı, askerlerimizin Afganistan’da kalması için Bakanlığın ve kurumların, yeni bir tezkere üzerinde çalıştıklarını söylüyor. Ertesi gün parti sözcüleri çıkıyor, ‘Yanlış anlaşıldı, eğer Türk askerinin kalmasına karar verilirse tezkere lazım’ diye, Bakan’ın açıklamasını tevil ediyor. Bu şartlar altında Mehmetçiği Afganistan’da bırakmak hem hukuksuzdur hem de askerlerimizi ateşe atmaktır. Askerlerimiz, başlarına kötü bir şey gelmeden derhal ülkemize ve asli görevleri olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sınırlarını korumaya geri dönmelidir.
Diğer taraftan, Erdoğan’ın Afganistan’da askerimizi sürekli pazarlık masasına sürmesi, olayın sarayın küçük ortağının iddiasının aksine, bir beka meselesi olmadığını, finans meselesi olduğunu açık seçik ortaya koyuyor. Beka meselesinin pazarlığı olmaz. Yok eğer pazarlık varsa bundan beka meselesi çıkmaz. Bir de sığınmacı meselesi var. Taliban’ın hızlı ilerleyişiyle genç Afgan erkeklerinin, İran’ı aşarak, 2 bin 500 kilometre öteden, akın akın Türkiye’ye gelişi hızlandı. Suriye iç savaşında Erdoğan hükümetleri, ülkemizi dünyanın en büyük düzensiz göçlerinden birine kurban etmişti. Şimdi de düzensiz Afgan göçü tehdidiyle karşı karşıya kaldık. Genel Başkan’ımız, ‘CHP iktidarında sığınmacıları davul zurnayla, huzur içinde memleketine göndereceğiz’ deyince, önce çıktılar; ‘ekonomi sığınmacılar sayesinde ayakta duruyor’ dediler. Sığınmacıları savunayım derken ekonomiyi, Suriyeli’nin Afgan’ın ucuz emeği olmadan ayakta duramayacak hale getirdiklerini itiraf ettiler. Ardından Erdoğan çıktı, ‘finansmanı iyi yönettiğimiz için mülteci almaya devam edeceğiz’ dedi ama sonra Genel Başkan’ımızın müdahalesi üzerine çark etti; saray ve sözcüleri, ‘Türkiye yolgeçen hanı değil, Türkiye Avrupa’nın mülteci ambarı değil, daha fazla göç yükü kaldıramayız’ demeye başladılar. Bir de ‘Türkiye sınırlarına hâkimdir’ diye böbürlenmeyi ihmal etmediler.
Türkiye’de kaçaklar dahil toplam sığınmacı sayısının 7 milyonu aştığı tahmin ediliyor. Sınırlara hakimseniz bu kaldırılmayacak seviyeye ulaşan sığınmacının ülkede işi ne? Daha geçtiğimiz gün, Afganistan’da yayın yapan bir gazeteci yaşadıklarını anlattı. Eli silahlı bir Taliban mensubu, yayından sonra yanına geliyor, Malatya’da İnönü Üniversitesi’nden kabul aldığını söylüyor. Evraklarını da göstererek, ‘yakında Türkiye’ye geleceğim’ diyor. Bakın Rusya Devlet Başkanı, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, ‘sığınmacı kılığında, ülkemizde yeniden birtakım militanların belirmesini istemiyoruz’ dedi. Putin’i seversiniz sevmezsiniz ama devlet insanlığı ve devlet ciddiyeti böyle oluyor. Bizde ise memlekete girenler terörist midir, arsız mıdır, uğursuz mudur belli değil. Sınırlarımız Nasreddin Hoca’nın türbesi gibi. Üç yanı açık, ama kapısı kilitli.
Alman Şansölyesi, ‘Türkiye Avrupa Birliği’ne üye olamaz ama sığınmacılara bakmaya devam etsin’ dedi mi? Dedi. Avusturya Başbakanı, ‘Taliban fanatizmini istemiyoruz, Afgan göçmenler için en iyi yer komşusu Türkiye’ dedi mi? Dedi. Belçika’nın Göç Bakanı, ‘Türkiye'yi Afganlar için güvenli bir üçüncü ülke haline getirmek, göç akışlarını yönetmemize yardımcı olacak’ dedi mi? Dedi. Alman milletvekili, ‘Size sığınmacılar için para veriyoruz, biz ne dersek o olur’ dedi mi? Dedi. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Afganistan’dan kaçacak olanlara, Türkiye’yi adres gösterdi mi? Gösterdi. Bunlara ilk tepki Sayın Genel Başkanı’mızdan geldi. En sonuncusunda, Saray’ın Dışişleri Bakanlığı 36 saat sonra devreye girebildi. Peki tüm bu ülkeler bu cüreti kimden, nereden alıyor? 6 milyar avro karşılığında, Türkiye’yi Avrupa’nın sığınmacı gettosu yapmayı içine sindirebilen Erdoğan’dan alıyor. Bize kimse ‘Erdoğan’a neden güvenmiyorsunuz’ diye sormasın. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.
Suriye yandı, bitti, kül oldu. Olan da Suriye’den sonra, en çok bize oldu. Milletimizin cebinden 40 milyar dolardan fazla para çıktı. Yüzlerce askerimiz sınırlarımızı korumak için şehit düştü. IŞİD terör örgütü, yüzlerce masum yurttaşımızın canını aldı. Nüfus dengelerimiz tehdit altına girdi, ülkemiz orta gelir tuzağının dibine yuvarlandı. En son, Erdoğan İngiltere Başbakanı ile telefonda görüştüğü gün, İngiliz Savunma Bakanı’nın, kendi ülkesinde bir gazeteye yazdığı yazı üzerinden Saray bir karalama ve yalan kampanyası yürütmeye çalışıyor. İngiliz Bakan ülkelerine getirecekleri Afgan sığınmacılar için, ‘üçüncü ülkelerde sığınmacı merkezleri kurmayı düşündüklerini’ yazdı. Aynı yazıyla birlikte, iki İngiliz muhabir, Savunma Bakanlığı’ndaki kaynaklarına dayanarak, ‘kastedilen yerlerin Türkiye ve Pakistan olduğunu’ yazdı. Genel Başkanı’mız da bu haberler üzerine Saray’a, ‘hop buna müsaade etmem’ deyince, Saray’ı aldı bir telaş. Bu telaş, suçluların telaşı. Öyle görünüyor ki Genel Başkan’ımız yeni bir finansman oyununun önünü kesmiş.
Erdoğan dışarıda kedi, içeride aslan. Egemen güçlerin karşısında el pençe divan, kendi ülkesinin insanına, gençlerine, ali kıran, baş kesen. Boğaziçi’nde gençlerin ve akademisyenlerin mücadelesiyle kayyum rektör görevden alındı. Saray şimdi de onun yerine vekil olarak atadığı kişiyi, asaleten rektörlüğe yeni kayyum olarak getirdi. Yine ‘dediğim dedik, çaldığım düdük’ dedi. Ülkenin parlak beyinlerini, kibrine kurban etmekten çekinmedi. Aslında yaşanan süreç, sadece Boğaziçi’ni Saray’ın kendine göre formatlama çabası değil; bilime, üniversite içi demokrasiye yapılan bir saldırı. Yine geçtiğimiz hafta yapılan bir düzenlemeyle Anayasa’ya aykırı biçimde, bazı özel hukuk kişileri Cumhurbaşkanı kararıyla Devlet Denetleme Kurulu’nun idari denetimine alındı. Özellikle sermayesinin yarısı, meslek örgütü ve sendikalara ait kurumları kapsayan bu düzenleme, sivil toplum üzerinde yeni bir baskı unsuru olarak kullanılabilecek. Erdoğan şahsım hükümeti, hızla otoriterleşmeye devam ediyor. Genel Başkan’larının kibrini gören AK Parti milletvekilleri de ondan aşağı kalmıyor. Mersin milletvekili, yolda kendisini durduran polise hakaretler ediyor. Valilik, polis memurları hakkında yasal işlem başlatıyor. Atama İçişleri Bakanı da sus pus. Devletin polisine sahip çıkmıyor. Devletin memuru, emeklisi zaten Erdoğan şahsım hükümetinin üvey evladı. İki gün önce, memurların toplu sözleşme görüşmeleri tamamlandı. Memurların ve memur emeklilerinin, önümüzdeki iki yılda alacağı maaş zammı belirlendi. 2022’in ilk altı ayında yüzde 5, ikinci altı ayında yüzde 7; 2023 de ise İlk altı ayda yüzde 8, ikinci altı ayda yüzde 6 zam yapıldı. Eğer enflasyon bunları aşarsa, ki hiç şüphe yok aşacak, aradaki fark enflasyon farkı olarak eklenecek.
Dün de sarayın başı çıktı, ‘memuru enflasyona ezdirmedik’ dedi. İki yıllık toplam maaş artışı ve toplu sözleşme ikramiyesini toplayarak caka sattı. Bir kere siz hangi enflasyona göre konuşuyorsunuz? TÜİK’in enflasyonunu diyorsanız kusura bakmayın, ona sizden başka inanan kalmadı. Merkez Bankası Başkanı’nın bile, ‘son bir yılda yapılan bütün zamlar, yüzde 30'un üzerinde’ dediği yerde TÜİK, tabelaya yüzde 18,95 enflasyon yazıyor. Bağımsız araştırmacıların açıkladığı enflasyon TÜİK’in enflasyonunun iki katından fazla. TÜİK, ‘yıllık gıda enflasyonu yüzde 25’ diyor, sendikaların araştırmalarına göre son bir yılda gıda enflasyonu yüzde 40’ı buluyor. Temmuz ayı itibariyle dört kişilik ailenin açlık sınırı 2 bin 903 lira, yoksulluk sınırı 9 bin 457 lira oldu. Son bir yılda, doğalgaza yüzde 19, elektriğe yüzde 30 zam geldi. Arabası olan da olmayan da yandı. Pompacılar vergi tahsildarı... Son bir yılda 50 litrelik depo, benzinli arabada 61,5 lira, mazotlu arabada 59 lira, tüplü arabada 56 lira daha fazlaya doluyor. Son bir yılda otomobil fiyatları dizelde yüzde 60’ın üzerinde zamlandı. Benzinlide ise artış yüzde 100. Gençler için yeni bir otomobil almak hayal oldu, ikinci el bile çok zor. Artık resmi rakamlarla bile mızrak çuvala sığmıyor. Bir yılda tavuk eti yüzde 56, mısırözü yağı yüzde 51, ayçiçek yağı yüzde 60 zam gördü. Ayçiçeği üreticisi ise hala alım fiyatı bekliyor. Çiftçinin ayakta kalabilmesi için, tarlasını önümüzdeki sene de ekebilecek kadar kazanması için ziraatçiler ayçiçeğinde fiyatın 6,5 liranın altına düşmemesi gerektiğini söylüyor. Üreticiyi ithalata ezdirmemek için, indirilen gümrük duvarlarının derhal eski seviyesine yükseltilmesi, ithalata bire bir buçuk kilo yerli ürün alım kotası getirilmesi de gerekiyor. Bu sene, bunlar yapılmazsa, Türkiye önümüzdeki yıl ayçiçeği ithalatına daha büyük paralar ödemek zorunda kalacak.
Öztrak, basın mensuplarının sorularına da yanıt verdi.
“İngiliz Savunma Bakanı’nın Türkiye'de Afgan mülteciler için kamp oluşturulacağı yönündeki haberler için özür dilemesine rağmen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun paylaşımı neden duruyor” sorusuna Öztrak, “Savunma Bakanı özür dilemedi de bir televizyon özür diledi. İngiliz Bakan bölge ülkelerinde sığınmacı merkezi kuracaklarını yalanladı mı? Hayır. İki gazeteci haberi sildi mi? Hayır. Üstelik gazete ‘haberimizin arkasındayız’ dedi. Bence bu soruyu sorun da haberci olarak sorusunu gözden geçirmelidir” dedi.
“Cumhurbaşkanlığı adaylığı için CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ismi dillendiriliyor. ABB Başkanı Mansur Yavaş ise ‘aday ol derlerse bunu konuşuruz’ dedi. Sizin yorumunuz ne olacak” sorusuna Öztrak, “Seçilecek cumhurbaşkanı çok zorlu bir görevle karşı karşıyadır. O yüzden bizim gündemimizde ismi değil, nitelikleri ön plana çıkmaktadır. Saray çok merak ediyorsa getirsin erken seçim sandığını, adayımızın kim olacağını hemen açıklayalım.”
“Cumhurbaşkanı Erdoğan, yüzde 31,2 zam yaptık diyor. Bu oranı neye göre yaptı? Açıklanan oranlarla toplam zam oranı yüzde 28. Fark nereden geliyor” sorusuna Öztrak, “Erdoğan’ın şöyle bir huyu var. Vatandaşa verdiğini 6 sıfırlı eski parayla, aldığını da sıfırsız yeni parayla söylemeyi seviyor. Memur maaşlarında, sineği tutmuş kanadından yağ çıkarmaya çalışıyor. Hepsi topluyor, çarpıyor, bölüyor. 31’i buluyor. Neden tek yıllık artışla başlamıyor. Kendisini de biliyor ki enflasyonu düşüremeyecek. Bunu söylemek yerine iki yıllık toplam maaş artışını dikkate alıyor, ona göre hesap yapıyor. Erdoğan’ın söylediği maaşlar, iki yıl sonra alınacak maaşlar. İki yıla kim öle, kim kala. Milletin önüne gelecek ilk sandığın arkasından CHP iktidarında memurumuzu gerçek enflasyona ezdirmeyeceğiz hem de refahtan pay vereceğiz” dedi.