Alper Görmüş
(Taraf - 29 Ocak 2013) Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) “yarılmanın eşiğinde” olduğunu görmek için, bu partiyi çok yakından izleyen ve onun hakkında “organik” bilgiyi haiz Hasan Bülent Kahraman’ın uzmanlığına ihtiyaç yok ama, ben yine de onun değerlendirmesini aktararak başlayacağım: “(...) Bu zıtlaşma partiye yerleşmiş ulusalcılarla herhalde yenilikçiler dememiz gereken kesim arasında cereyan ediyor. Artık saklanamayan, muhtemelen bölünmeyle sonuçlanacak bir yarılma ve çatışma bu. CHP eğer söylendiği gibi yeni olacaksa bu kopuştan sonra olacak.” (Sabah, 23 Ocak 2013)
Kahraman’ın, Hüseyin Aygün’ün partide yarattığı fırtınaya işaretle kaleme aldığı yazısından bir gün sonra, parti içinde, Aygün’ün yol açtığıyla kıyas kabul etmeyecek büyüklükte yeni bir kargaşa başladı. Bu defa başrolde Birgül Ayman Güler ile onun “Türk ulusu ile Kürt milliyetinin eşit ve eşdeğerde olmadığı” yönündeki sözleri vardı.
O sözlerin ardından parti içinde bütün netliğiyle ortaya çıkan saflar açıkça gösterdi ki, Hasan Bülent Kahraman haklıdır: Bu CHP yarılacak!
Tamam da, yarılmadan sonra ortaya çıkacak “yarım”lar ne olacak?
Bu soruya cevap vermeye girişmeden önce halen parti içinde yer alan ve “çatışmakta olan” tarafların hangi politik-ideolojik çizgileri temsil ettiği hususunda bir değerlendirmede bulunmak gerekir.
Hasan Bülent Kahraman, CHP içindeki mevcut çizgileri şöyle tanımlıyor: “Buradaki tartışma CHP’nin Tek Parti döneminden kalan mirasına, hatta doğrudan Tek Parti CHP’sine sahip çıkmakla ilgili. Bir grup, klasik Altı Ok’u, o dönemin yani 1930’ların Kemalizmini, 1940’ların faşizan, tepeden inmeci yaklaşımlarını vazgeçilmez bir değer olarak benimsiyor... Diğer bir grup da, tıpkı zamanında SHP’de olduğu gibi, bu tarihin artık terk edilmesi gerektiğini dile getiriyor.”
Eh, mevcudun değerlendirmesi böyle olunca, “yarılma” sonrasında ortaya çıkacak “yarım”lardan birinin (1930’cu olmayan “yarım”ın) otomatik olarak “normal” bir sosyal-demokrat partiye evrileceğini düşünmek de normal oluyor.
Fakat ben bu kanaatte değilim, çünkü CHP içindeki “1930’cu olmayan ‘yarım’”ın Batı tipi bir sosyal-demokrat parti ideolojisine o kadar da yakın olduğunu düşünmüyorum.
Hasan Bülent Kahraman’ınki türünden CHP değerlendirmelerinin, benim yıllardır üzerinde durduğum bir problemle malûl olduğunu düşünüyorum: CHP’yi, bu partiyi temsil eden kamusal-siyasi figürler üzerinden düşünmek ve CHP tabanının onlar üzerindeki etkisini hesaba katmamak... Yine: CHP tabanının 1990’larda ve 2000’lerde içine girdiği büyük değişimi yeterince değerlendirememek... Deniz Baykal’ın bir kaset darbesiyle CHP’den uzaklaştırılmasının ve yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçmesinin ardından kaleme aldığım “‘Özgürlükçü CHP’ yüzde 25’i de göremez!” başlıklı yazıda şu değerlendirmeyi yapmıştım: “Bugün, başta ‘liberal’ ve ‘özgürlükçü sosyalist sol’ çevreler olmak üzere çeşitli kesimlerce sık sık öne sürülen bir ezberden, ‘Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) seçim kazanması için özgürlükçü bir çizgiye yönelmesi gerektiği’ ezberinden söz edeceğim. “Ben, Baykal’ın ‘çarşaf açılımı’ndan itibaren CHP üzerine yazdığım bütün yazılarda, bu partinin tabanını oluşturan ve kendileri için ‘laik’, ‘çağdaş’ gibi sıfatları uygun gören kesimlerin ruh hâline işaret ederek, başkanlar ve yönetimler istese de CHP’nin değişemeyeceğini anlatmaya çalışıyorum. “Şurası çok açık: Baykal’a komplo kasetiyle birlikte, artik kimse o, bir ‘akıl’ devreye girdi. Bu ‘akıl’ bu işin böyle gitmeyeceğini, mevcut politikalarla CHP’nin Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) karşısında hiçbir zaman şansının olmayacağını söyledi ve bir sürü itiş kakışın sonunda, bu ‘akıl’ doğrultusunda hareket etmeye çalışan birileri CHP’nin yönetimine geldi. “Fakat bana öyle geliyor ki, bu ‘akıl’ da tıpkı ‘liberal’ ve ‘özgürlükçü sosyalist sol’ çevreler gibi ‘taban’ın gücünü ve etkisini doğru hesap edemiyor. Görüyoruz, CHP’den gelen her ‘özgürlükçü’ adım görünmez bir duvara çarpıyor. Aslında görünmez değil o duvar, sadece görülmek istenmiyor. O duvar, CHP tabanının çelik çekirdeğini oluşturan etkili ‘çağdaş-laik-kentli’ kesimlerden başkası değil.”
Dolayısıyla ben şöyle düşünüyorum: CHP’deki muhtemel yarılmanın ardından, “demokrat” kanadın 1990’ların başındaki Sosyal-Demokrat Halkçı Parti (SHP) benzeri yeni bir oluşuma evrileceği yaklaşımı, CHP tabanının aradan geçen çeyrek yüzyılda nasıl bir değişim geçirdiğini ve bu tabanın CHP’nin kamusal-siyasi figürleri üzerinde nasıl bir baskı oluşturduğunu göremediği için tatlı ve boş bir hayal olmaktan öteye geçemeyecektir.
Peki, ne oldu bu çeyrek yüzyılda? CHP’nin tabanını oluşturan “kentli-laik-çağdaş” kesimler nasıl bir değişim geçirdiler de, partilerinin, bizzat kendilerinin “doğal” ideolojisi olmak gereken bir ideoloji doğrultusundaki dönüşümünün önünde engel hâline geldiler?
Bu sorunun cevabını 1960’lar, 70’ler ve 80’ler boyunca “merkez”e akın eden “barbarlar”ın ciddiye alınabilir bir siyasi güç elde etmeye başladıkları 1990’ların başlarında aramaya başlamak doğru olur.
1980’lerin sonunda Berlin Duvarı’nın yıkılmasından, bilahare Sovyet blokunun dağılmasından sonra Batı, “komünizm tehlikesi”ne alternatif teşkil edebilecek yeni bir tehlike aradı ve buldu: Siyasal İslam.
Böylece, Türkiye’de Soğuk Savaş dönemi boyunca halkı vesayet altında tutmada yararlanılan“komünizm tehlikesi”nin yerine hangi “tehlike”nin ikame edileceği de ortaya çıkmış oluyordu.
O andan itibaren, mümkün en geniş kesimleri, tehlikenin suni değil gerçek olduğu hususunda ikna etmek için büyük bir kampanya başlatıldı. Elbette faaliyetin ağırlıklı bölümü, teokratik bir İslam devletinden en büyük zararı görecek kesimler üzerinde uygulandı. Amaç, bu kesimleri kısa vadede korkutarak terörize etmek, orta ve uzun vadede ise “siyaseten alıklaştırılmış” kalabalıklar hâline getirmekti.
1993’e gelindiğinde, “laik aydın cinayetleri” ve başka araçlarla bu kesimlerin “terörize edilmesi” sağlanmıştı. Uğur Mumcu’nun cenaze töreni bunu açıkça göstermişti.
İşte o andan itibaren CHP, iktidar hayallerini iştah açıcı bu “laik kabarma” üzerine kurma kararı aldı ve kendisini, vesayetçi güçlerin bir projesi olan “laikleri irticayla korkutma” faaliyetinin bir parçası derekesine indirdi.
Elbette CHP tabanının hissettiği korku sadece bir vehimden ibaret değildi. Özellikle 2002’deki iktidar değişikliğinden sonra yalnız siyasi değil, iktisadi ve sosyal alanlarda da gerçek bir iktidar kaybına uğramaktaydılar.
Bu gerçek kayıp “irtica korkusu” ile birleşince gerçek ve büyük bir tepkiye dönüştü ve bütün bunların müsebbibi olan Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AK Parti) yöneldi.
AK Parti’nin başlarda dile getirildiği gibi gelip geçici bir “konjonktür partisi” olmadığının ortaya çıkmaya başlamasıyla birlikte, bu kesimlerin yegâne politik hedefi “iktidardaki düşman”ı iktidardan uzaklaştırmak hâline geldi. Zamanla da bu amaç doğrultusunda kullanılabilecek bütün araçları“meşru” görme noktasına vardı (darbe dâhil).
Günümüzde CHP tabanını oluşturan kesimlerin siyasi pozisyonları, ufukları ve duyguları işte böyle...
Bu “taban”ı analize katmaksızın “tavan” üzerinden birtakım siyasi öngörülerde bulunmanın hiçbir geçerliliğinin olmadığını bilmem izah edebildim mi?