CHP İstanbul Milletvekili ve Parti Meclisi (PM) Üyesi İlhan Cihaner, olağanüstü hal (OHAL) kapsamında yayınlanan 696 sayılı KHK'yla, Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar nedeniyle tutuklu veya hükümlü bulunanların ceza infaz kurumu dışına çıkarılmaları durumunda, ceza infaz kurumu idaresince verilen giysileri giyme zorunluluğu getirilmesinin 'toplumsal barışa da darbe vuracağını' söyledi.
Sosyalistler ve Kürt hareketine mensup kişilerden uygulamaya direneceklerine dönük açıklamalar geldiğine dikkat çeken Cihaner, “İki tane Fethullahçı Hero tişörtü giydi diye, -o da anlaşılıyor ki bir ihmalden kaynaklanmış; birilerinin öngörüsüzlüğünü toplumsal barışı riske atacak bir şekilde karşılamak aklın alacağı bir yöntem olamaz” diye konuştu.
696 sayılı KHK’nın 121. Maddesi’nde yer alan ve ‘terör eylemlerini bastıran sivillere yargı muafiyeti getirilmesini’ öngören düzenlemenin 1931 yılında çıkarılan 'İsyan Mıntıkasında İşlenen Ef’alin Suç Sayılmayacağına Dair Kanun’la kıyaslanmasını da eleştiren Cihaner, “İkisini birbirine karıştırmamakta yarar var. O da antidemokratik bir düzenleme ama orada bir kere kanun TBMM’de tartışılmış, tarihi belli, kapsamı belli, açıkça belli edilmiş. Devlet kuruluyorken çıkarılan bir yasayla, bugünkü KHK’nın mukayese edilmesi insafsızlığı aşıyor” dedi.
Darbe ve iç savaş olduğunda hukukun susacağını kaydeden Cihaner, KHK’yla getirilen muafiyet hakkında, "En önemlisi de toplumun önemli bir kesimi ki bunlar da saldırgan, silahlanmış durumda, bunu kendileri için hükümet lehine harekete geçeceklerine yönelik bir vur emri olarak algıladılar” ifadelerini kullandı.
CHP İstanbul Milletvekili İlhan Cihaner'in son yayımlanan OHAL kararnamelerine ilişkin T24’e yaptığı değerlendirmeler şöyle:
"Tek tip kabul edilebilir bir uygulama değil, akla hemen Guantanamo, IŞİD cinayetleri ve daha öncesinde Türkiye’de sosyalistlerin ve Kürt hareketine mensup tutuklu ve hükümlülerin yaptığı açlık grevlerini getiriyor. Hangi akla hizmet yapıldığını anlamak mümkün değil. Bu düzenleme toplumsal barışa da darbe vuracaktır. Çünkü buna direnecek olanlar gene sosyalistler ve Kürt hareketine mensup kişilerdir. Böyle olacağı anlaşılıyor, o yönde açıklamalar geliyor. İki tane Fetullahçı, Hero tişörtü giydi diye -o da anlaşılıyor ki bir ihmalden kaynaklanmış, birilerinin ihmali- birilerinin öngörüsüzlüğünü toplumsal barışı riske atacak bir şekilde karşılamak aklın alacağı bir yöntem olamaz.
Guantanamo dediğimiz olay dünya hukuk tarihinde hukuki kara delik olarak tanımlandı. Bu Amerika’da var, şu ülkede, bu ülkede de var da denemez, çünkü her ülkenin ceza infaz, cezaevi sistemi farklıdır. Kendi gelenekleri, kendi bireysel yaşanmışlıkları, kendi kültürel yapısı içinde şekillenir. Bununla elde edebilecekleri bir fayda yok. Tam tersi müdahale ettiklerini iddia ettikleri yapılar bundan yararlanacaktır. Cezadan faydalanılan, beklenen, umulan faydanın da hiçbirine hizmet etmeyecektir. Cezadan beklenilen; bir önleyici niteliği, bir de düzeltici niteliği vardır. Bunların hiçbirine dair bir şey yok. Bu anladığım kadarıyla bir kişinin, öngörüsüz, anlık bir kararı, bundan bir an önce geri dönülmesini umuyorum. Aksi takdirde yeni bir kriz alanımız daha olacak.
Sivillere getirilen dokunulmazlık çok tartışıldı. Aslında bunu genel siyasi ve hukuki gidişatın içinde değerlendirmemiz lazım. Her seferinde bu kez hukukun sonu diyoruz, bu hukukun sonu teşhisine dönük onunla uyumlu karşı adımlar atılmıyor. Kuşkusuz hukuk devletinde yeri olmaması gereken bir kanun hükmünde kararname. Bunlara yönelik genel eleştirilerin tümüne katılıyorum. Asıl sorun hangi gerekçeyle çıkarılmış olursa olsun, yani dün Adalet Bakanı ve hükümet adına konuşanların iddia ettikleri gibi sadece 15-16 Temmuz günü yaşanan olaylara ilişkin yasadır demiş olsalar bile, birincisi madde metninde bu yok, ikincisi terör eylemleri gibi muğlak ifadeler var.
En önemlisi de toplumun önemli bir kesimi ki bunlar da saldırgan, silahlanmış durumda, bunu kendileri için hükümet lehine harekete geçeceklerine yönelik bir vur emri olarak algıladılar. Her gün görüyoruz, kendilerini HÖH olarak tanımlayan mafyöz tipler ve bunların etrafındaki lümpen kitleye yönelik bir algı oluşmuşsa, hükümete düşen bunu geri çekmektir. Geri çekip bunu da halka ilan edip Türkiye’nin bu tarz eylemlerle ilgili legal güvenlik yapılanmasının bununla başa çıkabilecek nitelikte olduğunu ortaya koymaları lazım. Darbe ortamı ve iç savaş olduğunda hukuk susar. Orada fiili durumlar gelişir.
Eğer hükümet bunu izah ettiği amaçla çıkarıyorsa, ceza hukukunun genel hükümleri içerisinde hukuka uygunluk nedenleri var. Amirlerin emri, meşru müdafaa, bir hakkın savunulması gibi, bu cezasızlık ya da cezayı azaltan hükümler zaten var. Onlarla bu çözülebilir. Bu nedenle hükümetin bu yasayı çekmesi çok önemli ya da en iyi ihtimalle çıkıp hangi vakalarla ilgili kaç yurttaşı etkilediğini, hangi olaylarda hukukun genel hükümlerinin geçersiz kaldığını sarih bir şekilde ortaya koymaları lazım.
Önce askerleri kapsayan bir dokunulmazlık yasası çıkarılmış ve daha sonra darbeden birkaç gün önce onaylanmıştı. Daha sonra resmi görevlilere dair bir dokunulmazlık getirildi. O kararname yayınlandıktan sonra Trabzon’da bir cumhuriyet savcısı işkence iddialarını kararnamedeki o hükme dayanarak takipsizlikle sonuçlandırdı. İşkence iddiaları da darbeden sonra olmuştu. Gerçi başsavcılık itiraz üzerine yeniden dosyayı ele aldı, yine takipsizlikle başka gerekçelerle sonuçlandı ama hukukçuların bile böyle yorumlayacağı bir metni, üstelik çok geniş bir kesim kendileri için verilmiş bir vur emri yetkisi olarak görmüşken, hükümet hala bunda ısrar ederse iç savaşta uygulanmaya dair yurttaşların kaygıları en azından bu aşamadan sonra doğru çıkacaktır.
1931 yılında çıkarılan bir düzenlemeden bahsediliyor son günlerde. İkisini birbirine karıştırmamakta yarar var. O da antidemokratik bir düzenleme ama orada bir kere kanun TBMM’de tartışılmış, tarihi belli, kapsamı belli, açıkça belli edilmiş. Hem de parlamentoda kıran kırana tartışılmış. Adi cinayetlerle ve yağmalarla nasıl ayırt edileceği tartışılmış. 90 yıl önce yapılmış bir düzenleme, arka arkaya gelen isyanlar nedeniyle çıkarılmış.
Tekrar vurgulamak istiyorum o döneme göre bile hukuk dışı diyebileceğimiz bir düzenleme. Düzenli ordu tam oluşturulamamış, güvenlik kuvvetleri, güvenlik bürokrasisi henüz oluşturulamamış. Devlet kuruluyorken çıkarılan bir yasayla, bugünkü KHK’nın mukayese edilmesi insafsızlığı aşıyor.
İnsan hakları anlamında ciddi mesafe alınan bir dönemde, üstelik o günle mukayese edilemeyecek sayıda asker ve güvenlik görevlisinin olduğu bir zaman diliminde bu KHK’yı 90 yıl önce de yapılmıştı diyerek savunmak anlaşılabilir bir durum olmasa gerek."