Hülya Karabağlı/ Ankara
Dersim-Tunceli Milletvekili imzasını düşen Hüseyin Aygün, 13 maddelik muhalefet şerhinde, 18’i çocuk 34 yurttaşın hayatını kaybettiği, 14 aydır raporunu sunamayan Uludere gölgesinin düştüğünü söyledi. Aygün, “Teröre yol açan Kürt sorununun adının konmaması kanımca büyük bir sorundur” dedi.
CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, TBMM Terörden Kaynaklanan Yaşam Hakkı İhlali taslak raporuna, ayrıntılı gerekçesini sunduktan sonra “Aslında hükümet raporudur. Biz azınlık üyeler bu rapora sadece tarihi bir şerh düşüyoruz. Rapora çoğunluk milletvekillerinin anlayışı mührünü vurmuştur” diyerek şerh koydu.
Raporun son paragrafına İmralı süreciyle ilgili, “Oluşan fırsat kapılarının iyi değerlendirilmesi” notuyla yer verilmesini de eleştiren Aygün, “AKP Hükümeti ile Öcalan arasında MİT aracılığıyla başlayan ve BDP’li milletvekillerinin dahil olduğu bir çözüm arayışının dönemsel olabileceği unutulmamalıdır. TBMM’nin haberdar olmadığı bir plan “çözüm” olamaz” dedi.
Aygün, JİTEM’i mercek altına alan taslak raporun, ‘devlet terörü’, ‘polis eylemleri’, ‘Emniyet Özel Harekat’, ‘Özel Kuvvetler’ ve “Devlet için 1000 Operasyon yaptık” diyen Ayhan Çarkın’ın eylemlerine yer vermemesini eleştirdi. Aygün, “Katledilen Uğur Mumcu, Metin Göktepe, Musa Anter gibi gazetecilerin faili devletten başka kim olabilir? Raporun “devlet terörü” gibi önemli bir kavramı ihmal ettiği kanaatindeyim” dedi.
CHP’li komisyon üyesi Hüseyin Aygün’ün, “Terör ve Şiddet Olayları Kapsamında Yaşam Hakkı İhlâllerinin İncelenmesine Yönelik Kurulan Alt Komisyon Raporu ” ile İlgili Değerlendirme, Eleştiri, İtiraz ve Katkılarını içeren şerh raporu şöyle:
- Komisyon yaklaşık 30 yıllık terör ve can kayıplarını ortaya çıkarmaya ve çözümler geliştirmeye çalışmıştır. Yaşam hakkı gibi önemli bir alanda sunulan işbu rapor henüz yazılmaya başlanmadan evvel 28 Aralık 2011 günü savaş uçaklarının bombardımanıyla Uludere’de (Roboski) 34 yurttaşın “yaşam hakkı” ihlâl edildiği halde bu olaya dair kurulan Uludere Komisyonu’nun henüz bir rapor yazamamış olması veya kamuoyuna bir görüş dahi iletememesi, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun bir tutarsızlığı veya çifte standardıdır. 18’i çocuk 34 yurttaşın ölümüyle ilgili herhangi bir yaptırım gücüne sahip olamadığı ortaya çıkan İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun gelinen yerde aradan geçen 14 ayda kamuoyuna bir görüş bile sunamaması 325 sayfadan oluşan bu rapora kanımca gölge düşürmüştür.
- Komisyon kuruluşunun ilan edildiği ilk toplantıda “Yaşam hakkı İhlâllerinin araştırılacağı” ortak bir görüş olarak vurgulanmış ve “failinin önemsiz olduğu” hususunun altı çizilmiştir. Ancak raporda manidar bir şekilde JİTEM mercek altına alındığı halde Polis, Özel Kuvvetler ve Emniyet Özel Harekât Müdürlüğü gibi resmi kurumların eylemlerine yer verilmemiştir. Komisyon henüz tanık anlatımlarına başvurduğu esnada itiraflarıyla pek çok faili meçhul cinayete dair bilgiler veren Ayhan Çarkın’ın eylemleri rapora yansımamıştır. Çarkın’ı Sincan Cezaevi’nde dinlemiş bir milletvekili olarak Komisyona başvurduysam da bu talebim reddedilmiştir. Oysa Ayhan Çarkın “Devlet için 1000 Operasyon yaptık” diyenlerin sorgulanmasına yol açabilecek bir fırsattır. Bu fırsat kanımca heba edilmiştir. Rapor polis eylemlerini ortaya koymaktan uzaktır.
- Rapor 30 yıllık can kayıplarını ele aldığı halde 35 bin kişinin ölümüne yol açan sorunun adını koymamıştır. Türkiye’de elbette bir terör sorunu vardır. Terörle mücadele her ülkenin görevi ve sorumluluğudur. Terör bir insanlık suçudur. Hiçbir terör kabul edilemez. PKK, Hizbullah, Selefiler, El Kaide, DHKP-C veya adı ne olursa olsun terör kimden gelirse gelsin kabul edilemez. Ancak teröre yol açan Kürt sorununun adının konmaması kanımca büyük bir sorundur. Sorunu 2013 yılında hâlâ ve sadece “asayiş veya güvenlik sorunu” olarak göremeyiz.
- Terör sorunu ele alınırken elbette “devlet terörü” kavramına da kayıtsız kalınamaz. Rapora göre sivil ölü sayısı neredeyse yaşamını kaybeden güvenlik görevlisi sayısına yakındır. Bu kayıpların bir bölümü de güvenlik güçleri veya korucu terörü sonucu gerçekleşmiştir. Binlerce “gözaltında kaybının” sorumlusu devlet değil midir? Katledilen Uğur Mumcu, Metin Göktepe, Musa Anter gibi gazetecilerin faili devletten başka kim olabilir? Raporun “devlet terörü” gibi önemli bir kavramı ihmal ettiği kanaatindeyim.
- Raporun son paragrafı ilginçtir: “Oluşan fırsat kapısının iyi değerlendirilmesi”. Kürt sorunu, 30 yıllık terör ve terörle mücadele ve ortaya çıkan can kayıplarının çözümüne dair genel ve sürekli bir politika benimsenmelidir. AKP Hükümeti ile Öcalan arasında MİT aracılığıyla başlayan ve BDP’li milletvekillerinin dahil olduğu bir çözüm arayışının dönemsel olabileceği unutulmamalıdır. TBMM’nin haberdar olmadığı bir plan “çözüm” olamaz. Raporun, hükümet tarafından atılan bir adımı “sonuç ve öneriler” başlıklı bölümde işaret etmesi kanımca isabetsizdir.
Rapor 325 sayfası boyunca “terörden” bahsetmiş ve özellikle “tanımının yapılamayacağına” vurguda bulunmuştur. Oysa Türkiye bugün bir “terörist üretme ülkesi” haline gelmiştir. Gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, milletvekilleri, öğrenciler, avukatlar “terörist” sıfatıyla cezaevlerine doldurulmuştur. Dünya’da “cezaevlerinde en fazla terörist barındıran ülke” Türkiye’dir. Aralık 2011 verilerine göre dünyada terör suçundan cezaevlerinde tutulan insan sayısı 35.117 iken bu sayının 12.897’si Türkiye’dendir. Bu yüzde 33 gibi yüksek bir orana tekabül etmektedir. Bu sayının ancak bin kişisi şiddet eyleminden içeridedir. Geride kalanlar düşünceyi açıklama eylemlerinden dolayı tutulmaktadır. (Oysa 2005’te içeride 273 “terörist” vardı).
-Raporun “Hakikatleri Araştırma Komisyonu” kurulması talebini dillendirmesi çok önemli bir gelişmedir. Türkiye tarihi aynı zamanda karanlıklar tarihidir. 1 Mayıs 1977 Katliamı, Maraş Katliamı, Bahçelievler Katliamı, Sivas Katliamı, Gazi Katliamı gibi toplu katliamlar serisi adeta bir süreklilik haline gelmiştir. Bu korkunç katliamların aydınlanması talebi hâlâ toplumun ve özellikle mağdurların gündemindedir. Ancak bu talebe kulak verildiği söylenemez. Eğer devlet 2013 yılında “Maraş Katliamı’nın Anması”na dahi izin vermiyorsa 35 yıl önce işlenmiş bir toplu katliam ile ilgili “Hakikatleri Araştırma Komisyonu” kurulsa ne olur? Kanımca hiçbir şey olmaz. Sadece kurbanları suçlayan yeni raporlar hazırlanır. Bu türden raporlara Türkiye’nin ihtiyacı yoktur. Türkiye’nin adalete ve hakikate ihtiyacı vardır.
- Rapor yine bazı suçlarda “zamanaşımının kaldırılması” gereğini dile getirmiştir. Bu da çok kıymetlidir. Ancak bu adım eğer diğer demokratik önlemler ile birlikte düşünülmezse amaca ulaşılamayacağı kanaatindeyim. Zira 12 Eylül darbesinin mimari Kenan Evren sözde “2 ağırlaştırılmış müebbet” talebi ile halihazırda Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaktadır. Evren tutuklu olmadığı gibi mahkemeye bile gelmekten imtina etmiştir. Öte yandan binlerce işkenceci içimizde olağan yaşamlarına devam etmekte olup; bu kişilerle ilgili hiçbir şey yapılmamaktadır. Bu tablo herhalde her şey olur; ama “darbeyle hesaplaşma” olamaz.