Muzaffer Gençdoğan / Ankara
CHP Konya Milletvekili Atilla Kart, “Paralel devletten öte, 2004-2005’li yıllardan bu yana, İçişleri ve Adalet Bakanlıklarıyla, Başbakanlık odaklı bir ‘illegal karargâh’ faaliyet içindedir. Bu karargâhta yasal yetkilerini kötüye kullanan resmi görevlilerle birlikte yabancı istihbarat birimleri fiilen çalışmaktadır. Operasyon yapma yetkileri ve uzmanlıkları olan bir profesyonel yapı oluşturuldu. Yasal anlamda ve şekli olarak 2007 yılı Haziran – Temmuz aylarında başlayan Silivri soruşturmalarının alt yapısı ve kurgusu, 2004-2005’li yıllardan bu yana sözünü ettiğimiz karargâhta başladı” dedi.
Atilla Kart, Parlamento’da düzenlediği basın toplantısında, “Bu karargâhta ‘münferit ya da istisnai olma’ boyutlarını aşan, ‘sehven’ ya da ‘takdir yetkisi ve takdir yanılması’ boyutlarıyla izah edilemeyecek; ancak, devlet yetkisinin kurumsal ve hiyerarşik olarak kötüye kullanılması suretiyle açıklaması yapılabilecek olan yasa dışı yapılanma ve faaliyetler gerçekleştirildi” iddiasını dile getirdi. Kart, “sözü edilen yapıyla bağlantılı olarak, Başbakan’la ilgili kişisel ve siyasi suçlamaları dile getiren kişi ve kurumların, yine bu yapı aracılığıyla hedef alındıklarını ve haklarında hüküm kurulduğunu” savundu.
Bu sürecin örneklerinden birinin Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım olayında yaşandığını ifade eden Kart, Deniz Yıldırım’ın 9 Kasım 2009 tarihinde tutuklandığını, yargılama sonunda “gizli belge bulundurmak, Başbakan Erdoğan’a ait ses kaydını yayımlamak ve terör örgütü üyesi olmaktan” dolayı mahkûm edildiğini söyledi. “Deniz Yıldırım, sorumlu ve duyarlı bir gazetecinin yapması gerekeni yaptı” diyen Atilla Kart, sözlerine şöyle devam etti:
“Deniz Yıldırım’la ilgili olarak, Temmuz 2010 ve Eylül 2010 tarihlerinde vuku bulan tahliye talepleri hakkında, Savcılık Makamı tarafından “Olumlu” yönde mütalaa verildi. Mahkeme ise bu talepleri “Oy çokluğuyla” reddetti. Ancak, enteresan ve kabul edilemez olan husus şudur; her 2 tahliye talebi sürecinde de normal ve mutat prosedürün dışında evrak üzerinde, Mahkeme Savcısı ve Mahkeme Heyeti ile ilgisi olmayan “3. Kişiye” ait olduğu anlaşılan “itirazın reddi-tutukluluğun devamı” notu mevcuttur. Her 2 notun yazı karakteristiği aynıdır. Her 2 not, mahkeme organları dışında “3. Kişiyi” işaret etmektedir. Bir başka ifadeyle, Silivri yargılamalarında, Savcı ve Yargıçlar dışında, kritik aşamalarda karar mercii gibi devreye giren “bir el” vardır. Bu el, “Görünmez Bir El’dir”. Silivri soruşturmalarında, kritik karar mekanizmalarında illegal bir karargâh görev yapmakta ve belirleyici olmaktadır.
Öte yandan, Deniz Yıldırım’ın tutuklanmasından 40 dakika kadar önce, Başbakanlıktan Savcı Zekeriya Öz’e ‘acele’ kaydıyla faks gönderildiği ve yazıda ‘Devlet Sırrı’ ibaresinin bulunduğu yönünde ciddi ve somut iddialar vardır. 9 Kasım 2009 tarih-130/249 sayılı yazışmayla, Başbakanlık, Anayasa’nın 138. maddesini ayaklar altına almış; yargı yetkisini kullanan makamlara tavsiye ve telkinde bulundu… Hukuk dışı müdahaleler, en üst düzeyde yani Başbakanlık düzeyinde; “nasıl olsa bizi denetleyecek bir merci yok” düşüncesiyle, pervasızlık, cüretkârlık ve keyfilik boyutlarına ulaştı. Adalet Bakanlığı, değişik tarihlerdeki soru önergelerine verdiği cevapta, sözü edilen el yazılı notların, yargılama süreci dışında birisine ait olduğu iddiasının gerçeği yansıtmadığını ifade ederek, ortaya çıkan somut bulgulara rağmen, illegal ilişkilerin üstünü örttü, karartma yaptı.
Tahliye talebinin reddini içeren ve el yazısıyla yazılan “itirazın reddi-tutukluluğun devamı”na ilişkin el yazılı notun “aynı El’den çıktığı” bariz ve tartışmasızdır. El yazısıyla yazılan bu notun, Mahkeme Savcısı ve Mahkeme Heyeti Üyelerine ait olmadığı çıplak gözle bile anlaşılmaktadır. Temmuz ve Eylül aylarına ait olan bu not, başka hiçbir kararda yoktur. Bu gibi el yazısıyla yazılan notlarda, ilgili Savcı veya Üyenin kimliğini belirten herhangi bir işaret ya da parafın bulunması gerekirken böyle bir not da yoktur.
Ortaya çıkan açık ve tartışmasız gerçek şudur: Silivri soruşturmalarında, kritik karar mekanizmalarının önemli bir bölümünde, ‘illegal bir karargâh’ görev yaptı ve belirleyici oldu. Bu karargâh, talimatlarını ‘el yazısıyla’ müzekkerelere not edecek cüreti gösterebildi. Yargılama aşamalarında bu karargâh üzerinden “kanunsuz emir ve talimatlar” devreye girdi.”
CHP’li Kart, 17 Aralıktan sonra “paralel devlet” diyerek, kendince siyasi iktidarı bu sürecin dışına çıkarmaya ve iktidara meşruiyet yaratmaya kalkanların, aslında tüm bu sürecin asli – maddi faili ve sorumlusu konumunda olduklarını öne sürerek, “İllegal karargahta hep birlikte bu suçları işlediler” dedi. Kart, “Kronolojik süreç hep birlikte değerlendirildiğinde ‘paralel devletten öte’, Hükümet eliyle yaratılan ‘illegal bir yapılanmanın’ bulunduğu görülüyor. Bu illegal yapının iç dinamikleri vardır, dış dinamikleri vardır. Bu dinamikler, 10 yıl boyunca dayanışma içinde oldular. Ancak, kaçınılmaz olarak belli bir aşamadan sonra çıkar ve iktidar çatışması başladı… Başbakan, ‘ne istediler de vermedik…’ diyerek bu vahim tabloyu acz ve teslimiyet içinde itiraf etti. Suç ilişkilerini itiraf etti. Türkiye bugün, Hükümet eliyle yaratılan bu ağır tahribatı yaşıyor” şeklinde konuştu. Atilla Kart, basın toplantısında şu soruları da dile getirdi:
“2 Temmuz 2010 ve 20 Eylül 2010 tarihli müzekkerelerde-tahliye talepli yazışmalarda el yazısıyla yazılan ‘itirazın reddi-tutukluluğun devamına’ yazıları, Mahkeme Yargıçlarına ve Savcı’ya ait olmadığına göre, bu yazılar kime aittir? Türkiye Cumhuriyeti Mahkemelerinde tutuklama ve tahliye aşamalarında, Savcı ve Yargıçlar dışında görev yapan kişiler mi vardır? Bu kişiler kimdir? Mahkeme Heyeti, bu yazıların dosyaya girmesine neden izin vermiştir? Bu bulgular, Silivri yargılamaları olarak adlandırılan soruşturma ve yargılamalarda, Savcılık ve Mahkeme makamları dışında, illegal bir karargâhın bulunduğu ve bu karargahın kritik aşamalarda doğrudan etkili olduğu anlamına gelmez mi? Bu durum, paralel bir yapılanmanın ötesinde, siyasi iktidarın organizesiyle illegal bir yapının oluşturulduğu anlamına gelmez mi? Sözü edilen karargahta görev yapan bu kişiler, 2004-2005 yıllarından bu yana İçişleri, Adalet, Başbakanlık bünyesinde illegal olarak ve ‘Yabancı Uzman’ adıyla görev yapan kişiler midir? Bu kişiler daha sonra Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı Yasası ile ‘yasal himaye’ altına alınmış mıdır? Türkiye Cumhuriyetinde bu nitelikte görev yapan eleman ya da uzman sayısı nedir? Yargının misyonunu yok eden, toplumsal barışı sabote eden, devlet yönetiminde Fetret’e yol açan bu iddia ve bulguları, Hükümet olarak tahkik etme cesareti ve sorumluluğunu neden gösteremiyorsunuz?”