CHP İstanbul Milletvekili İlhan Kesici, referandumdan 'hayır' çıkması halinde, bunun hükümete bir uyarı anlamına geleceğini ifade ederek "Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, milletvekilleri yerinde kalacak ama hükümet 'hayır'dan bir ikaz almış olacak. Çok partili döneme geçildiğinde bir tane bile CHP'linin burnu kanamadı. O nedenle kimsenin ekonomik kazanımlarını kaybetmek gibi bir endişe duymasına gerek yok" dedi.
"Kişi başına düşen gelir giderek azalıyor" diyen CHP'li Kesici, "10 yılın büyüme ortalaması yüzde 3.3. Bu çok vahim bir tablo. İkinci Dünya Savaşı gibi en vahşi savaş sorası artçı etkileri, 1960 ihtilali, 1971 darbesi, 1980 darbesi, arada 1974 Kıbrıs Savaşı ve bu nedenle Türkiye’ye konulmuş olan ekonomik ambargo ve askeri ambargolar, yanı sıra, petrolün varilinin 1970’de 1 dolar iken 1980’de 36 kat artması, 28 Şubat dönemi, 1994 ile 2001 ekonomik krizlerini de göz önünde bulundurduğumuzda, AKP dönemine kadarki yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 5.1" diye konuştu.
İlhan Kesici'nin BirGün'den Meltem Yılmaz'a verdiği söyleşi şöyle:
- Ekonomi alanında uzman bir isimsiniz. Bugün birçok AKP seçmeninin, mevcut ekonomik kazanımlarının bozulacağı korkusuyla referandumda “evet” diyeceği konuşuluyor. Bu endişeyi nasıl yorumlarsınız?
Önce tersinden bakalım. “Evet”, Türkiye’ye büyük bir belirsizlik getiriyor, bunu bilmek lazım. Düşünün ki, halihazırda ekonomiye çare bulamayan bir hükümet, sistem değişikliğiyle nasıl bir çare bulacak? Siyasi ve ekonomik belirsizlik katlanarak artacak. Ama “Hayır” çıkması halinde, bu, hükümete bir uyarı olacak. Bu iyi bir şey. Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, milletvekilleri yerinde kalacak ama hükümet “hayır”dan bir ikaz almış olacak. Bu uyarı neye? “Dolar aldı başını gidiyor, ekonomik büyüme gittikçe küçülüyor, dış borç bulma yaklaşımı yanlış” demenin en önemli yolu “Hayır” demek.
Mesajı alıp kendilerine çeki düzen verecekler. Bakın, Türkiye’nin hiçbir siyasi devrinde, siyasi devir değişiklikleri dahil, kimse siyasi veya iktisadi kazanımlarını kaybetmedi. Tek parti döneminden çok parti çok parti dönemine geçtiğimizde, 30 yıllık CHP’den iktidar Demokrat Parti’ye geçti, hiçbir CHP’linin de burnu kanamadı. Hiçbir CHP’linin herhangi bir varlığı sıkıntıya girmedi. O nedenle kimsenin endişe etmesine gerek yok.
- İnsanlar bu söze neden ve nasıl güvensin? Siz, ekonomideki mevcut kötü gidişata son vermek için nasıl bir formül sunuyorsunuz? Zira CHP, kimi kesimlerce yalnızca iktidarı eleştirmekle ve somut bir öneri getirmemekle eleştiriliyor.
Bazen ülkeler sıkıştığında ülkenin bütün potansiyelini harekete geçirebilecek, tüm insan varlıklarını da bir araya getirebilecek bir formülasyon ararlar. Sayın Cumhurbaşkanı böyle bir çağrıda zaman zaman bulunuyor: “Ben şemsiye açtım, gelin altında toplanın” diyor. Ama ben bu şemsiyeye alttan bakıyorum, her tarafı delik deşik! O zaman illa bir şemsiye açılacaksa beraber yapmamız lazım. Bunun içinde AKP, CHP, MHP ve HDP olmalıdır. Ama AKP derse ki ben tek başıma hareket edeceğim, o zaman onlara vereceğimiz akıl şu olur: Ekonominin bir sözcüsü olmalıdır, bir patronu. Ve bu patron Başbakan yardımcısı seviyesinde olmalı ve tüm dünyayla muhatap bu kişi olmalı, onun dışında kimse ekonomiyi konuşmamalı. Büyük bir ekonomik program hazırlanacak ve bu program bütün dünyaya anlatılacak. Kendi ekonomik kaynaklarımızı seferber edebilmek adına da yurtiçi aktörlere bakılacak. TÜSİAD, MÜSİAD, Odalar birliği, sanayiciler, ticaretçiler, turizm yatırımcıları gibi. Bu ekonomik program bunlara anlatılacak ve bu kapsamlı programa güven sağlanacak.
- Sözlerinizden anladığım, siyasi arenada AKP’yi güçlü kılan ayrıştırma politikasının, ekonomik alanda onun sonunu hazırladığı. Siz de bu nedenle ayrıştırıcı değil, birleştirici adımlarla ekonominin düze çıkabileceğini iddia ediyorsunuz, öyle mi?
Aynen öyle. Dahası, bu kapsamlı ekonomi programı için de bir eylem planı çıkarmak lazım. Sonra, ekonominin patronu olacak kişinin başkanlığındaki heyetler gidip uluslararası sempozyumlar, kolokyumlar yapıp programı anlatacaklar. Bir de, uluslararası kuruluşlar olmak üzere en az 25- 30 miyar dolar para bulmaları lazım. Bunu yatırımlar için de harcamayacaklar, cari açıklar veya borç ödemek için de harcamayacaklar. Bu parayı, Merkez Bankası rezervlerini kuvvetlendirmek için kullanacaklar. Bunu yaparlarsa bu kötü gidişatı durdururuz. Ama yapmazlarsa… Bakın her zaman kıştan sonra bahar gelmez. Bazen de karakış gelir. Ve bu gidişle karakış kapıda görünüyor.
- Buradan yola çıkarak, AKP’nin referandum kampanyasında "Hayır"cılara bu kadar yüklenmesinin gerisinde yatan en temel neden, ekonomideki tablo demek doğru olur mu?
Tabii ki. Referandum tartışmasında ekonomide iyi gösterebilecekleri bir şey olmadığı için “hayır” demek isteyenleri suçluyor, saldırıyorlar. Kendi ellerindeki malı anlatamıyorlar, çünkü anlatacak iyi bir şey yok. Bakın, AKP iktidarı, hem siyasi, hem bürokratik yönetim hem de kurumlarıyla, fazlasıyla eskidi. Artık fikri üretkenlikleri kalmadı. Oysa ekonomide yeni fikirlere, yeni programlara ve yeni kadrolara ihtiyaç var. Mevcut ekonomide yaptıkları yanlışlıkların kabul edilmesi gerekiyor. Bugün Türkiye’de hiçbir siyasi parti Türkiye’yi yönetecek kadroyu çıkarma potansiyeline sahip değil ne yazık ki. Türkiye 80 milyonluk bir ülke.
- Başkanlık sistemine geçilirse ekonomi düzelecek mi sorusu çok havada kalıyor. Sanıyorum asıl bilmemiz gereken, bugüne kadar parlamenter sistemlerden Başkanlık sistemine geçmiş ülkelerde ekonomik büyümenin sağlanıp sağlanmadığı…
Şu anki Anayasa teklifinin sunduğu bir başkanlık sistemi değil, ki bu zaten bir sistem değil. Bu sisteme geçersek ekonomiyi tek elden daha iyi yönetiriz deniyor. Oysa bununla ilgili ellerinde tek bir çalışma yok. Aksine hazırlanan uluslararası raporlar, başkanlık sisteminin ekonomiye olumsuz etkisini ortaya koyuyor. Parlamenter sistemle yönetilen ülkelerin, başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelere göre yıllık büyümesi 1 puan daha yüksek. Parlamenter sistemdeki ülkelerin enflasyonu yüzde 6 daha düşük. Milli gelir dağılımı da yüzde 16- 20 arasında daha iyi parlamenter sistemde. Karşılığında hükümetin buna karşılık 1 sayfalık çalışması yok. Zaten ben referandumdan büyük oranda bir hayır çıkacağına inanıyorum çünkü tek adamlık bizim tarihimizde yok. Geleceğimizde olmamalıdır ve olmayacaktır.
- Türkiye OHAL şartlarını iliklerine kadar yaşıyor. OHAL’i, şu ana kadar insan hakları ihlali boyutuyla konuştuk. Ancak işin bir de ekonomi boyutu var. OHAL’in ekonomide kısa ve uzun vadede yaratacağı olumsuz etkiyi nasıl anlatırsınız?
OHAL, ekonomiyi doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki şekilde etkiliyor. Öncelikle siyasal belirsizlik, siyasal iklim çok önemli. Çünkü ekonomiyle ilgili değerlendirme yapan ülkeler iç siyasal düzenin durumunu dikkate alıyorlar. Şimdi bu üniversitelerde hocalarının kendi aralarında tartışmasına bile engel olmak isteyen siyasal sistemi gören yabancı ülkeler, “aman bu ülke el yakar” derler. Bu eninde sonunda gelir, ekonomiye dayanır. Öteki kısmı da, OHAL kapsamında herhangi bir insanı herhangi bir şekilde, bir delil ya da iddianame bile olmadan, “seni bir yerden geçerken gördük karşı kaldırımda da terörle suçlanan bir adam vardı onla selamlaştın o yüzden ben seni terör zanlısı olarak alıyorum” diyebiliyor. Bunu dediği andan itibaren o kişinin bütün malına mülküne el koyuyor. O zaman Türkiye’ye borç veren insanlar da, kendi malına mülküne ne zaman el konulacağını bilemez. Yabancı yatırımcı da benim de başıma gelir diye korkar. Bunlar belli ki Batı dünyasının zihnen düşünme parametrelerini algılayamıyorlar, ya da aldırış etmiyorlar. O olmazsa Şangay Topluluğu ya da Körfez ülkelerinden alırız diyorlar.
- Şangay Topluluğu ya da Körfez ülkelerinin bizim ekonomideki sorunlarımıza çare olamayacağı çokça dile getirildi. Ama bir de sizden dinleyelim zira siz rakamlarla konuşuyorsunuz. Neden AKP, Batı ile ilişkilerini, en azından ekonomik tabloyu göz önünde bulundurarak, iyi tutmak konusunda ısrarcı olmalı?
Bakın, 2003- 2015 yılları arasında, bütün dünyaya ihracatımız 1.5 trilyon dolar. Peki Şangay Beşlisi ülkelerine ne kadarını yapmışız? 102 milyar dolar. Bunu Almanya ile kıyaslayalım. Sadece Almanya’ya 151 milyar dolar ihracatımız var. Yani bir tek Almanya eşittir bir buçuk katı Şangay topluluğu. Öbür perspektif olan Körfez ülkelerine bakalım. Bir kere Körfez ülkeleri tarihlerinin en vahim ekonomik durumlarını yaşıyorlar. Bu ülkelerin en zengini olan Suudi Arabistan’ın 2015 yılındaki cari işlemler açığı 53 miyar dolar, 2016’da da 42 milyar dolar. İki yıldaki cari işlemler açığı 100 milyar dolar yani. Şu an Suudi Arabistan kendi için dış borç arar durumda. Bir diğer “gözde” ülke Katar’ın da 2016’daki cari işlemler açığı eksi 2 milyar dolar. Yani körfez sermayesi deyip kafa karıştırmak anlamsız. O nedenle yegâne yol yine Batı’daki ülkelerdir.
- Cumhuriyet Dönemi ekonomisinin tablosuna ilişkin hazırladığınız bir kitapçık var. Söz konusu kitapçıktan en önemli başlıkları paylaşır mısınız?
AKP’nin 14 yıllık iktidarı boyunca ekonomik büyümenin ortalaması yüzde 4.6. Ancak Cumhurbaşkanı’nın da (Abdullah Gül), Başbakan’ın da (Recep Tayyip Erdoğan) AKP’li olduğu, tüm bakanların ve Meclis başkanının AKP’li olduğu, parlamentoda üçte iki çoğunluğa yakın temsillerinin bulunduğu ve yüzde 47- 49 arası oy aldıkları 2007- 2016 arasına baktığımızda, gerçek tablo çok daha net ortaya çıkıyor. Zira bu 10 yılın büyüme ortalaması yüzde 3.3. Bu çok vahim bir tablo. Zira Türkiye Cumhuriyeti’nde, İkinci Dünya Savaşı gibi en vahşi savaş sorası artçı etkileri, 1960 ihtilali, 1971 darbesi, 1980 darbesi, arada 1974 Kıbrıs Savaşı ve bu nedenle Türkiye’ye konulmuş olan ekonomik ambargo ve askeri ambargolar, yanı sıra, petrolün varilinin 1970’de 1 dolar iken 1980’de 36 kat artması, 28 Şubat dönemi, 1994 ile 2001 ekonomik krizlerini de göz önünde bulundurduğumuzda, AKP dönemine kadarki yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 5.1.
Bunun yanı sıra, 2008’de başına düşen milli gelir 10 bin 444 dolar iken, 2014’te 10 bin 380 dolarmış. 7 yıl yerimizde saymışız, yani patinaj yapmışız. Ama patinajdan çıkılabilirdi, değil mi? Öyle olmadı. 2014’ten itibaren kişi başına düşen milli gelir de aşağı doğru düşmeye başladı. 2015’te kişi başına düşen milli gelir 9 bin 286 dolar, 2016’da 9 bin 200 dolar, 2017’de daha da küçük olacak. Demek ki burada vahim bir tablo var.
Dahası, şimdi de, Türkiye’nin 2017 yılı içerisinde 200 milyarlık bir dış kredi borcunu döndürmesi lazım. Hem bunu döndürmemiz gerekiyor hem de bir yandan reyting kuruluşları Türkiye’nin notunu düşürüyor, hem de bir yandan IMF “aman” diyor. Aynı zamanda da, bizim bugüne kadar borç alıp verdiğimiz ülkelerle aramız tarihimizin en bozuk seviyesinde. Dahası, para verip abone olduğumuz, değerlendirme yaptırdığımız reyting kuruluşlarını en yüksek ağızdan rüşvetçilikle suçluyoruz.