CHP İstanbul Milletvekili İlhan Kesici, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 16 Nisan'da halk oylamasına sunulacak anayasa değişikliği teklifiyle ilgili olarak yaptığı "Yalan söylüyorlar. Cumhurbaşkanının Meclis'i fesih yetkisi yok" açıklamasına tepki gösterdi. Kesici, "Cumhurbaşkanını danışmanları çok yanıltmış" dedi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ile cumhurbaşkanına karşılıklı fesih yetkisi verilen 11. madde, AKP'nin referandum için hazırladığı anayasa kitapçığında şöyle tanımlanıyor:
“Fesih yetkisi yeni sistemde seçimlerin karşılıklı olarak yenilenmesi yoluyla gerçekleştirilebilir. Meclis 3/5 çoğunlukla, cumhurbaşkanı da dilediği zaman bu yetkiyi tek başına kullanabilir"
Sözcü'den Nil Soysal'a konuşan İlhan Kesici'nin açıklamaları şöyle:
– Cumhurbaşkanı, “16 Nisan'dan sonra AB bağlamında sürprizlerimiz olacak” dedi. Ne olabilir?
Bir; demokrasi “sürpriz”lerin en az olduğu rejimin adıdır. İki; bir ülkede “sürpriz” olarak nitelendirilebilecek olaylar oluyorsa, o ülke yönetilemiyor demektir. Çok yanlış bir açıklama.
– Meclis'i fesih yetkisinin olmadığını da söyledi. Sınırsız yetkilere sahip değil demek ki…
Konu Meclis'i fesih değil. Konu; “seçimlerin yenilenmesi”dir. Madde 11'e bakalım, aynen şöyle yazıyor: “TBMM üye tam sayısının beşte üç çoğunluğu ile seçimlerin yenilenme- sine karar verebilir. (360 milletvekili)… Cumhurbaşkanının seçimlerin yenilenmesine karar vermesi halinde, genel seçim ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır.” Bu, cumhurbaşkanı tek başına seçimleri yenileme kararı verebilir demektir. Cumhurbaşkanını danışmanları çok yanıltmış!
– Mevcut anayasa 2019'a kadar yürürlükte olacağına göre değişikliklerin bir kısmının bugünden, bir kısmının 2019'da yürürlüğe girmesi yasal olarak mümkün mü?
Normal şartlarda, hukuki bir anlaşmazlık var ise bu tür durumlarda gidebileceğimiz tek bir makam var: Anayasa Mahkemesi. Ancak Anayasa Mahkemesi'nin 12 Ekim 2016'da almış olduğu bir karar var, “OHAL altında alınmış olan hukuki düzenlemelere şekil ve esas bakımından bile ben karışmıyorum” diyor. Türkiye'nin bundan sonraki 50 yılını en ürkütecek madde budur. Mevcut hukukumuzda OHAL hukuki düzenlemeleri süresi ve ilan edilme gerekçeleriyle sınırlıdır. Halbuki Anayasa Mahkemesi'nin yeni kararıyla OHAL kalktıktan sonra da o düzenlemeler geçerli olmuş oluyor.
– Nedir o düzenlemeler?
Bu anayasa değişikliğine 18 madde diyoruz ama aslında tek bir maddeden ibarettir. O da “Cumhurbaşkanının yetkileri”. Türkiye'de ne kadar güç, kudret, makam, mevki, yetki var ise tamamı “tek bir kişi”ye veriliyor. Bu kadar yetki evliyayı bile azdırır!
– Erdoğan; “Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlığı birleştiriyoruz” diye özetledi getirilmek istenen sistemi…
Biz üç şeye ayağa kalkarız: Bir; bayrak. Göndere çekilirken, milletimizi temsil eder. İki; cenaze. Önümüzden geçerken dinimizi temsil eder. Üç; cumhurbaşkanı. Devletimizi temsil eder. Cumhurbaşkanı bir partinin genel başkanı olursa başka partililer ne diye ayağa kalksın? Kalkmazlar. ‘Evet' demek, Türkiye'nin çok yüksek bir belirsizliğe sürüklenmesi demektir.
– Nedir bizi bekleyen belirsizlik?
“Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kullanılmasına karar verir” diye bir madde var. Madde 8. Çok önemli bir madde. Tek başına ülkeyi savaşa bile sokabilir demek! Diğer belirsizlik ise SÖZCÜ'nün başyazarı Rahmi Turan'ın söylediği; “Büyük yalnızlık”tır. Ben ona şunu da ekliyorum; “Batıdan büyük kopuş”. İki büyük tehlike!.. Ona kız, buna bağır, bunun sonu yok mu, ne oluyoruz, nereye gidiyoruz?
– Bu süreçte siyasetçisinden hukukçusuna herkes yeni anayasanın ekonomiye etkisine dikkat çekiyor. Kriz kapıda mı?
Çünkü bütün dünyada bu tür sistemlerde ekonomik büyüme düşüyor, işsizlik artıyor. Aynen şimdi olduğu gibi. AK Parti dönemine 2007'den itibaren bakarsak, son 10 yılında yıllık büyüme hızı 3.3… Ama AK Parti'ye gelinceye kadar 1946'dan 2002'ye kadarki yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 5.1… Üstelik onun içinde İkinci Dünya Savaşı'nın artçı etkileri var, 1960 ihtilali, 1971 darbesi, 1974 Kıbrıs Harekatı, 1980 ihtilali, 1994 ekonomik krizi, 2001 ekonomik krizi var filan. AK Parti döneminde bunun çok üstüne çıkılması gerekirken, ortalama büyüme hızı yüzde 3.3'te kaldı. Tayyip Bey'in Cumhurbaşkanı seçilmesiyle 3.1'e indi. Şimdi 2016 yüzde 2.5 civarında çıkacak. 2017'de yüzde 2'nin bile altına doğru inecek.
– Bunun adı iflas mı olacak?
İflas demeyelim ama bu çok uzun sürecek bir ekonomik durgunluk ve haliyle yoksulluğa doğru götürecektir. O yüzden referandumdan hayır çıkması Türkiye'nin hayrına olacak. Hayır çıktığında bir normalleşme süreci başlayabilir. Bir “uyarı”, bir “ikaz” işareti olur. Nerede hata yapmış olabiliriz, nereleri düzeltelim gibi bir yeni düşünceye kapı aralanmış olunur. Bu da hepimiz için çok iyi bir yeni durum olur.
Bir kere şunu unutmamak lazım; milliyetçilik demek; ekonomik milliyetçiliktir. Gerçek milliyetçilik budur. Gerisi hamasettir. Somut gösterge olsun diye söylüyorum; Almanya'ya bağırıp çağırıyorsun ama hâlâ Mercedes'e biniyorsun kardeşim! İlk önce bu Mercedeslerden inin, yerli otomobillere binin. Koç Holding'in kurucusu Vehbi Koç'u örnek alın mesela. Türkiye'nin en zengin adamı, 1967'de Anadolu yaptı ve makam arabası olarak Anadol'a bindi. Sonra Murat 124'ü yaptı, Murat 124'e bindi. Bugün kendi ürettiği otomobile binmeyen tek ülke Türkiye devletinin yöneticileridir. Milliyetçilik yapacaklarsa, önce kendi ürettikleri otomobillere binsinler.
– Almanya, Hollanda derken, Amerika'nın yaptırımıyla iş THY'ye kadar dayandı. Amerika'ya uçuşlardaki elektronik cihaz yasağını nasıl yorumluyorsunuz?
THY ile ilgili kararı hiç kimse hafife almasın. ABD'nin aldığı bu kararı sadece Amerika olarak görmemek lazım. Bu aslında bütün batı dünyası kararıdır. ABD artı Avrupa Birliği kararı demektir. Türkiye bir NATO üyesi ülkesidir, bir de Avrupa Birliği'ne tam üyelik eşiğinde olan bir ülkedir. Biz NATO gibi bir organizasyonda Amerika'yla aynı ve eşit şartlardayız. Yani bugüne kadar “marka devletler” sınıfında olan bir devlettir Türkiye… Ama şimdi alınan bu kararla Türkiye'yi dünyanın en gerideki 8 ülkeyle aynı sınıfına soktular! Kim bunlar? Kuzey Afrika, Afrika ve Ortadoğu'nun en geri ülkeleri. Türkiye'nin düşürüldüğü yeri görebiliyor musunuz? Bu daha başlangıç. Asla hafife alınacak bir şey olmadığı gibi, son derece vahim bir konudur. Batı dünyası tarafından Türkiye'nin mallarının ve şirketlerinin gözden çıkarıldığı veya çıkarılacağı anlamına gelir.