CHP Tekirdağ milletvekili, ekonomist Faik Öztrak, ciddi vergi artışları getirmesi nedeniyle eleştirilen Orta Vadeli Program’ı (OVP) değerlendirdi. “Programın iflas etmiş AKP politikalarının kabul ve tekrarından başka bir şeyi ifade etmediğini” savunan Öztrak
“Ekonomide yaşanan patinaj o kadar büyük ki, makyajlanan milli gelire, abartılı büyüme rakamlarına ve düşük tutulan kur tahminlerine rağmen vatandaşın gelirindeki erimeyi saklayamıyorlar” değerlendirmesinde bulundu.
“Cumhurbaşkanı ekonomide yaşanan iflası ‘tulumbada su bitti’ diyerek zaten yakın zamanda tüm dünyaya ilan etmişti” diyen Öztrak, “Şaibeli referandum için kurutulan tulumbaya su taşımak amacıyla ilkin Hazine’yi kanuni limitlerinin üzerinde borçlandırdılar. Şimdi bunun da yetmediği anlaşılıyor” diye konuştu.
“Savunma harcamaları gerekçe gösterilerek millete ‘pamuk eller cebe’ dendiğini artacak vergilerden özellikle memur, işçi ve beyaz yakalı orta sınıfın olumsuz etkileneceğine” dikkat çeken Öztrak, “ Zaten aldığı kredi ve borçlar nedeniyle evinin tapusu, arabasının ruhsatı bankalara rehin olan bu kesimler, şimdi artacak vergi yüküyle daha da sıkışacak” açıklaması yaptı.
Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), BDDK gibi önemli kurumlarda çalışan ,Hazine müsteşarlığı da yapan CHP Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak, T24’ün sorularını yanıtladı:
Birkaç gün önce Orta Vadeli Program açıklandı. Programla beraber özellikle vergi oranlarında ciddi artışların olacağı ortaya çıktı. Maliye Bakanı, yapılan vergi zamlarını savunurken artan güvenlik risklerine dikkat çekti. Sizin bu açıklamaya yorumunuz nedir? Orta Vadeli Program vatandaşa ne getiriyor, ne vaat ediyor?
Orta Vadeli Program (OVP) iflas etmiş AKP politikalarının kabul ve tekrarından başka bir şeyi ifade etmiyor. Cumhurbaşkanı ekonomide yaşanan iflası “tulumbada su bitti” diyerek zaten yakın zamanda tüm dünyaya ilan etmişti. Şaibeli referandum için kurutulan tulumbaya su taşımak amacıyla ilkin Hazine’yi kanuni limitlerinin üzerinde borçlandırdılar. Şimdi bunun da yetmediği anlaşılıyor. Bazı vergileri olağanüstü artırarak milletin cebinden tulumbaya su yetiştirmeye uğraşıyorlar. Vergi artışına gerekçe olarak savunma ve güvenlik harcamaları için yeni kaynaklara ihtiyaç duyulmasını gösteriyorlar. Oysa daha Şubat ayında Resmi Gazete’de Savunma Sanayi Destekleme Fonu’na ait veya bu fonun tasarrufunda bulunan 3 milyar TL’lik kaynağın, geri ödenmek şartıyla bile olsa, Varlık Fonu’na devriyle ilgili bir karar yayımlandı. Bu paranın da 1 milyar TL’lik kısmı kullanıldı. Birkaç ay önce bu ülkenin savunması için harcanacak paralar Varlık Fonu’na aktarılırken, şimdi millete savunma harcamaları gerekçe gösterilerek “pamuk eller cebe” deniyor.
Artacak vergilerin ayrıntısına baktığımızda ise özellikle memur, işçi ve beyaz yakalı diyeceğimiz orta sınıfın olumsuz etkileneceği anlaşılıyor. Zaten aldığı kredi ve borçlar nedeniyle evinin tapusu, arabasının ruhsatı bankalara rehin olan bu kesimler, şimdi artacak vergi yüküyle daha da sıkışacak. OVP dengelerine baktığımızda ise özel kesimin tüketimi önümüzdeki 3 yılda ortalama yüzde 4,4 civarında artacak diye öngörülüyor. Vergi yükü artan kesimlerin tüketimleri nasıl artacak? Onun cevabı yok.
Yine geldiği günden bu yana yüzde 5 enflasyon hedefini ezber eden ancak bu hedefi bir türlü yakalayamayan iktidar, tekrar bu hedefi getirip önümüze koyuyor. Bu yıl yüzde 5,5’lik büyümeyi çift hanelerde veya çift haneye yakın bir enflasyonla yakalamayı planlayan Hükümet, üç yıl sonra aynı büyümeyi yüzde 5 enflasyonla yakalayacağım diyor. Ya bu büyüme yanlış ya da bu enflasyon hedefi yanlış. Diğer taraftan, bu yıl yüzde 5,5 büyümeyi GSYH’ya oran olarak kamuda yüzde 2,4, cari işlemler dengesinde de yüzde 4,6 açıkla yakalayan iktidar, 3 yılda ekonomide hangi radikal dönüşümü sağlayacak da yüzde 1,3’e düşen kamu açığı ve yüzde 3,9’a inen bir cari açık oranıyla aynı büyümeyi yakalayabilecek? Mevcut politika ve anlayışla bu mümkün değil.
Yine küresel likiditenin artık daha sıkı ve doların daha pahalı olacağı bir dönem başlarken OVP’nin kur tahminleri de oldukça iyimser. 2017’de tek bir yılda TL, dolar karşısında yüzde 15,6 değer yitirmişken; 2020’ye kadar geçecek üç yılda TL’nin dolar karşısındaki değer kaybının sadece yüzde 11’de kalması öngörülüyor. 2020 için ortalama dolar kuru tahmini 4,02 TL. Bu mevcut küresel koşulların hiç dikkate alınmadığına işaret ediyor.
Esasen ekonomide yaşanan patinaj o kadar büyük ki, makyajlanan milli gelire, abartılı büyüme rakamlarına ve düşük tutulan kur tahminlerine rağmen vatandaşın gelirindeki erimeyi saklayamıyorlar. 2017’de 304 dolar gerileyerek 10 bin 579 dolara inen kişi başına gelirin, 2019’da 12 bin 100 dolar olacağı OVP’de vaat ediliyor. 2013’te 12 bin 480 dolar olan kişi başına gelir ancak 2020 de geçilecek. Sonuçta Türkiye’nin 6-7 yılını yitirdiği görülüyor.
Lafla peynir gemisi yürümez. Son dört yıldır dolar cinsinden gelir düşüyor, son üç yıldır gelir dağılımı daha da bozuluyor. Küresel likiditenin sıkılaştığı, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı, hukukun üstünlüğünün kalmadığı, jeopolitik risklerin hızla arttığı bir ortamda yatırımları, işi ve aşı artırmak daha zordur. OVP bunları dikkate almadan gelecek için pembe hayaller çiziyor. Haliyle hedeflerin inandırıcılığı ve güvenilirliği de kalmıyor, hükümet geleceğe ve vatandaşa bir ufuk sunamıyor. Oysa OVP’den beklenen tüketici, yatırımcı, üretici yani ekonomideki tüm aktörler için geleceğe bir ufuk sunması, belirsizlikleri azaltmasıdır. OVP bu görevini yerine getiremiyor.
Gelir dağılımının son üç yıldır bozulduğunu ifade ettiniz. TÜİK geçtiğimiz günlerde gelir dağılımı ve yaşam koşullarına ait araştırmasını açıkladı. Yoksulluğun halen önemli bir sorun olduğu rakamlardan da görülüyor. Siz gelir dağılımı ve yaşam koşullarına ilişkin güncel rakamları nasıl yorumladınız?
Küresel krizin ardından tüm dünyada ekonomik gündem ve öncelikler değişti. Küresel ekonomiyi yeniden büyüme ortamına döndürebilmek için eski anlayış ve politikalar sorgulanır hale geldi. Kriz sonrasında büyümenin kimseyi dışlamaması, kapsayıcı olmasının ve adaletli bir gelir ve servet dağılımının büyümenin sürdürülebilirliği açısından önemli olduğu uluslararası kurumlar tarafından da kabul edilmeye başladı. “Kimsenin arkada bırakılmaması” slogan haline geldi.
Türkiye’de ise 2016 itibariyle 16 milyon 328 bin vatandaşımız yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Yani 16 milyondan fazla vatandaşımız geride bırakılmış. Tabi burada dikkat edilmesi gereken önemli bir detay var. 16 milyonun üzerindeki yoksulumuzun yaklaşık 15 milyonu bağımlı çocuğu olan ailelerden oluşuyor. Yoksulluğun babadan, anneden çocuğa miras kalmamasını sağlamak ve tüm çocuklara eşit fırsatları sunmak ise devletin görevi. Fırsat eşitliği ise okul öncesinden başlayarak iyi bir eğitimin tüm çocuklara sunulabilmesiyle başlar. Hükümetin bu konudaki karnesi ise ortada. 15 yıldır iktidarda olan AKP’nin eğitim konusundaki başarısızlığını artık Cumhurbaşkanı da kabul ediyor. Bunun anlamı 15 yılda bir kuşağın kaybedilmesidir. Yoksulluğun bu kuşaklara atadan miras kalmasıdır.
Zenginle yoksul arasındaki makasın da giderek açıldığına şahit oluyoruz. Türkiye’de özellikle son üç yıldır gelir dağılımı bozuluyor. En zengin yüzde 5’in ortalama geliri ile en yoksul yüzde 5’in ortalama gelirinden çok daha hızlı artıyor. 2014’de en zengin yüzde 5’ in geliri en yoksulun 20,4 katıyken, 2016’da 22,9 katına çıkmış.
Ancak daha da vahimi Gini katsayısı dediğimiz ve gelir dağılımındaki adaleti tartan terazi 2007’den beri belli bir seviye etrafında gidip geliyor. Bunun anlamı açık. 2007’den sonra izlenen politikalar zengini korurken, fakirin durumunu düzeltme konusunda ciddi bir ilerleme sağlayamıyor.
TÜİK ’in son açıkladığı yaşam koşulları istatistikleri de son derece çarpıcı sonuçlara işaret ediyor. Mali sıkıntıda olma durumunu ifade eden ciddi maddi yoksunluk oranı 2014’te yüzde 29,4 iken, 2015’de yüzde 30,3’e, 2016’da ise yüzde 32,9’a çıkmış. 2016 Türkiye’sinde nüfusun yüzde 37,7’si, yani 29 milyon kişi, iki günde bir sofrasına bir kap et, balık veya tavuk yemeği koyamıyor. Yine nüfusun yüzde 34,4’ü beklemediği bir harcama çıktığında bunu karşılayamıyor.
Yani neresinden bakarsanız bakın milyonlarca insanımız sıkıntı içinde. Ancak şu anda bu meseleleri konuşamıyoruz. Ekonomide sıkışan iktidar, özgürlükleri kısarak sorunların üstünü örteceğini düşünüyor. OHAL rejiminin arkasına saklanan ve OHAL’i olabildiğine istismar eden iktidar hukuku katlediyor. En temel hak ve özgürlükler kullanılamıyor. Oysa bu, ekonomide sorunları daha da ağırlaştırıyor. Hukuk devletinin ve güvencesinin olmadığı bir ülkede kimse yatırım yapmaz, yatırımın olmadığı yerde aş, iş olmaz. Paylaşılacak ekmek büyümez.
Bu nedenle bir an önce Türkiye’nin hızla normalleşmeye, hukuk devletini yeniden tesis etmeye, demokrasinin kalitesini hızla yükseltmeye ihtiyacı var. Bunu yapmadan diğer meseleleri çözmemiz mümkün değil.