CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, “Kimliklerimiz üzerinden çok ağır ithamlara maruz bırakılıyor ve Türkiye içindeki keskin kutuplaşma sonucu devamlı bir kör dövüşü içinde yaşıyor ve yaşatılıyoruz. Kürtseniz, 15 yaşındaki Eren Bülbül’ün katledilmesinin ardından üzüntü duyma hakkı bile verilmiyor” dedi.
“15 yıl önce, her türlü adaletsizliğe ve şiddet olayına karşı çıkarak, baro olarak Diyarbakır’dan, tüm Türkiye’ye “Herkes İçin Adalet” çağrısında bulunmuştuk” diyen Sezgin Tanrıkulu, “2017’de de Çanakkale’den tüm Türkiye için “Herkes İçin Adalet” diyoruz. O zaman Diyarbakır Barosu başkanı olarak, çalışma arkadaşlarımla Kürt sorununun tüm ezici, trajik gerçekliğini yaşamış bir kentten bu çağrıyı yapıyorduk” ifadelerini kullandı.
Sezgin Tanrıkulu'nun, Cumhuriyet gazetesinin “Olaylar Ve Görüşler” köşesinde bugün (28 Ağustos 2017) yayımlanan “Barışın anahtarı evin içinde” başlıklı yazısı şöyle:
Çanakkale’den “Herkes İçin Adalet” diye seslenirken yıllardır tabuya dönüştürülen Kürt meselesini göz ardı edemeyiz. Hele de 25 Eylül’deki Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık referandumu yaklaşmışken…
15 yıl önce, her türlü adaletsizliğe ve şiddet olayına karşı çıkarak, baro olarak Diyarbakır’dan, tüm Türkiye’ye “Herkes İçin Adalet” çağrısında bulunmuştuk. 2017’de de Çanakkale’den tüm Türkiye için “Herkes İçin Adalet” diyoruz. O zaman Diyarbakır Barosu başkanı olarak, çalışma arkadaşlarımla Kürt sorununun tüm ezici, trajik gerçekliğini yaşamış bir kentten bu çağrıyı yapıyorduk. Bizlerin yaşadığını tanık olduklarını kimse yaşamasın, kimse tanık olmasın istiyorduk.
2002’de AKP iktidarı başladığında, çatışmasız bir dönem vardı, “terör gündemi” yoktu. Şimdi ise halimiz malum. Uluslararası Kriz Grubu’nun hazırladığı rapora göre, son iki yılda 3 binden fazla insanımızı “Kürt meselesi çerçevesinde” kurban vermişiz. Gene de, “Herkes İçin Adalet” demekten hiç vazgeçmeyecek ve inatla, bu ideali tüm Türkiye için gerçeğe dönüştüreceğiz.
Referandum krizi
Ancak, bu yolda tabuya dönüştürülen Kürt meselesini de göz ardı edemeyiz. Hele bu meselede, yeni bir krizle karşı karşıyayken. 25 Eylül 2017’de adına ne derseniz deyin, ister Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ister Kürdistan Bölgesel Yönetimi, bağımsızlık için referandum yapacak. Bu referandum, Türkiye’de büyük bir tepkiyle karşılanıyor. Türkiye’de bir nevi “vebalı” sözcük olan “Kürdistan” adını taşıyan bir ülkenin Irak’ın bugünkü sınırları içinde kurulması, “savaş sebebi” olarak da adlandırılıyor.
Diyelim, 60-80 yaş arası siyasetçilerin, cengâver naralarla attıkları savaş sloganları ve yaptıkları savaş çağrıları gerçekleşti ve Ankara, yakın zamana kadar çok yakın ilişkiler içinde olduğu Barzani yönetiminin liderliğindeki Kürtlere savaş açtı. Bu savaşın kazananı kim olacak? Dünya ve Türkiye’deki silah tüccarlarından başka, kim ne kazanacak? Balkanlar’dan Ortadoğu’ya, İran-Irak Savaşı’ndan Bosna’ya hangi bölgesel savaş kime, ne kazandırdı?
Irak’taki referandum ötesinde, Türkiye’de “Sri Lanka modeli” uygulanmasından da bahsediliyor. Sri Lanka devleti, yaklaşık 20 yıllık bir çatışmanın sonunda, tüm insan hakları değerlerini, evrensel kanunları hiçe sayarak, Tamil halkını insan yerine koymayarak, tüm askeri gücünü seferber edip çatıştığı Tamil Kaplanları’nın silahlı üyeleri ve sivil halk arasında hiçbir ayrım yapmadan tam bir kıyım gerçekleştirdi. Türkiye, kendi Kürt halkına karşı bu “politikayı” mı reva görüyor?
Kaldı ki Türkiye, Güney Asya’da, dört tarafı sularla çevrili bir ada değil. Sri Lanka gibi sivil, kadın, çocuk ayrımı yapmadan bir kıyım yapmaya kalkılması tüm bölgeyi ateşe atar. Ada ülkesi olmanın getirdiği coğrafi izolasyon nedeniyle, Sri Lanka’nın Tamilleri ile Hindistan’daki ve çevre ülkelerdekiler yalıtmış durumda. Kaldı ki, Tamil halkı, Türkiye’deki Kürt nüfus örneğinde olduğu gibi, tüm ülkeye yayılmış değil.
Ayrıca,Tamillerin dini Hindu ve Singallerin dini ağırlıklı olarak Budizm olduğu için, “kız alıp kız verdik” gibi bir durum yok, nüfuslar iç içe geçmemiş.
Her şeyden önce, ayda yaklaşık bin insanın kıyıma uğradığı bir “politika”, Türkiye’de bir kişinin aklından dahi geçirmemesi gereken bir gaddarlık. Türkiye’nin de geleceğini savaşta değil barışta araması gerekiyor. Ancak, kimliklerimiz üzerinden çok ağır ithamlara maruz bırakılıyor ve Türkiye içindeki keskin kutuplaşma sonucu devamlı bir kör dövüşü içinde yaşıyor ve yaşatılıyoruz. Kürtseniz, 15 yaşındaki Eren Bülbül’ün katledilmesinin ardından üzüntü duyma hakkı bile verilmiyor. Hemen saldırılar ve karalama kampanyaları başlıyor.
Bundan 7 yıl önceki ağustos, çok sevdiğim bir dostumu, eski Batman Barosu Başkanı Sedat Özevin’i, PKK üyeleri tarafından yola döşenen mayının patlaması sonucu kaybettim. Sedat ve o patlamada yaşamını kaybeden Sadi, Salih ve Sofi Özdemir’in ardından şöyle demiştim: “Belki bu mayın, o yangının ihbarı üzerine muhtemelen gidecek olan askerlere denk gelecekti... Peki, ne fark edecekti? Bu sonuç ortaya çıkınca, yani dostlarımız, arkadaşlarımız değil de askerler ölseydi, biz susmalı mıydık? Böyle lanet bir tuzakta ölenler asker olunca, ‘ne büyük başarı’ diye düşünüp susmalı mıydık? Hayır! O nedenle de şimdi tam zamanıdır! Bu savaşa ve bu yöntemlere daha da yüksek bir sesle karşı çıkmanın tam zamanıdır.” Kürtlerle, terörizmle özdeşleştirilmeye çalışılıyor. Ama bizler, en yakın dostlarımızı, insanlarımızı şiddete kurbana verdik. Ve evet, 15 yaşındaki Eren Bülbül için de büyük acı duyuyoruz. Çünkü Eren bizim insanımız, parçamız, vatandaşımız; 15 yaşında pırıl pırıl bir çocuğumuz. Hiç kimse merak etmesin; terörizm nedir, şiddet nedir Kürtler çok ağır biçimde ve çok büyük acılar çekerek öğrendi. Evlerinde oturup hiçbir yakınını kaybetmemiş insanların zehirli diliyle de konuşmazlar. Kürtler, bu ülkenin, Türkiye Cumhuriyeti’nin onurlu vatandaşlarıdır. Kimse, koskoca bir topluluğu, milyonlarca insanı doğuştan gelen kimliği üzerinden damgalayamaz, karalayamaz, kimse bu kimliğe hakaret edemez. Üzerine konuşmuyoruz, konuşturulmuyoruz ama çok hazin ve trajik bir dönem yaşanıyor Türkiye’de. Çok vahim insan hakları ihlalleri “rutin hale” geliyor ve 1990’larda Kürtlerin yaşadığı acılar, tüm Türkiye’ye yayılıyor. Bu arada Kürtlerin kendileri de, bölgeye yollanan yolsuz ve hukuksuz işler peşinde kötü niyetli, devlet nüfuzunu istismar eden kimselerin insafına bırakılıyor. 90’ına gelmiş analara işkence yapan güvenlik görevlilerinden her türlü yolsuzluğa buluşan kayyımlara, Kürt kardeşleriniz bu muameleyi mi hak ediyor?
Artık, birbirimize ait olduğumuzu anımsama zamanı. Hiçbir insanımız arasında ayrım olmadan beraber yaşamamız ve birbirimizi hiçbir şekilde hakir görmememiz gerektiğini anlamanın zamanı. Asıl şimdi, sorunları konuşmanın, yanlışlara dikkat çekmenin, herkes ama herkes için ayrımsız, adaleti istemenin zamanı. Biz el değiliz, aynı toprağın evladıyız. Çünkü barışın anahtarı evin içinde, bizlerin arasında.